Kanal İstanbul… İstanbul’un, Türkiye’nin çok tartışılan konusu. İktidar kanadından tüm itirazlara rağmen yapılacağı söyleniyor. Tamamlanan 1595 sayfalık ÇED raporuna göre, İstanbul’u 8 yıllık bir kaos bekliyor ama tehlike bununla açıklanamayacak kadar büyük. Su kaynaklarının yok olmasından, kirletici baskılardan, ekolojik yıkım etkilerinden deprem riskini tetiklemesine kadar pek çok başlıkta itirazlar sıralanıyor.
Kanal İstanbul projesi ilk kez 2011’de gündeme getirildi. Projeyi 27 Nisan 2011’de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan açıkladı:
“Panama
Kanalı, Süveyş Kanalı ve Yunanistan’daki Corinth Kanalı ile kıyas dahi
kabul etmeyecek yüzyılın en büyük projelerinden biri için bugün kolları
sıvıyoruz.”
Kanal İstanbul için “en büyük hayalim” diyen Erdoğan, proje ile İstanbul Boğazı’ndaki trafiğin azalacağını ve Boğaz’daki kaza riskinin en aza indirileceğini ileri sürdü.
2011’den bu yana gündemde olan Kanal İstanbul projesi ile ilgili Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığından yapılan son açıklamada, çalışmaların yüzde 60’ının 2023 yılına kadar sonlandırılmasının planlandığı kaydedildi. ‘Ya Kanal, Ya İstanbul’ başlıklı bir toplantı düzenleyen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise projeye itiraz gerekçelerini 15 maddede sıraladı.
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Su ve Atıksu Komisyonu Başkanı Selahattin Beyaz, ÇED raporunu inceledi, Kanal İstanbul’a ilişkin tüm detayları anlattı. Beyaz “Her şey yolunda giderse bile en fazla 100 yıllık bir proje için İstanbul’un altı üstüne getirilecek, kent öngörülen ve öngörülemeyen ekolojik yok oluşa sürüklenecek” diyor.
Kanal İstanbul hakkında bilinmeyenler ve yanlış bilinenleri, Beyaz’ın görüşleri ve uzmanların açıklamaları ile derledik.
“ Kanal İstanbul Projesi” 27 Nisan 2011’de o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan tarafından duyuruldu. O zaman adı yoktu, ‘Çılgın Proje’ olarak anlatılıyordu . ÇED raporuna göre proje, Küçükçekmece, Avcılar, Başakşehir, Arnavutköy ilçesi sınırları içerisinden geçiyor ve projenin Karadeniz’e bağlantısı kuzeyde Karaburun’da, Marmara Denizi’ne bağlantısı ise Küçükçekmece Gölü’nde sağlanacak.
İstanbul Boğazı’na alternatif bir geçiş güzergahı olarak planlanan proje için İmar Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Yine rapora göre ‘su yolu’ kavramı ile planlanan Kanal İstanbul projesi 45 kilometre uzunluk, alt kısımda 250 metre üst kısımda 360 metre genişlikte ve 20,75 metre derinlikte olacak.
Ancak proje sadece ‘su yolu’ndan oluşmuyor. Kıyı yapıları, yat limanları, konteyner limanları ve lojistik merkezler, denizden alan kazanımı, dip taraması ve beton santralleri yapımı’ da projenin bir parçası.
Rapora göre projenin inşaat çalışmalarının 4 yılı kazı olmak üzere toplam 7 yılda tamamlanacağı öngörülüyor. Projenin inşaat maliyeti 60 milyar TL, deplasmanlar ve geçişler yaklaşık 15 milyar TL olmak üzere toplam 75 milyar TL olarak öngörülüyor. Dövizdeki artışın malzemeye yansıması ile bu bedelin çok daha yüksek olacağı sır değil.
Ayrıca “istimlak bedelleri“ ise bilinmeyen bir maliyet girdisi olacak. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun açıklamasına göre bu maliyetin 23-35 milyarlık kısmı İBB’nin sırtına yüklenmek isteniyor.
3996 sayılı kanunda “Kanal İstanbul ve benzeri su yolu projeleri, sınır kapıları ve gümrük tesisleri, milli park hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketlerinin veya yabancı şirketlerin görevlendirilmesine ilişkin usul ve esasları kapsar” denilerek bir değişiklik yapılmıştı.
Bu madde ile projenin yapım ve işletmesi Yap-İşlet-Devret yöntemi ile yapılacak. Anayasa Mahkemesinin CHP’nin itirazını reddetmesi de bunun kesinleşmesi anlamına geliyor.
Erdoğan projenin birkaç yıl içerisinde maliyetini çıkaracağını iddia ediyor. Ancak durum öyle değil. Daha önce geçiş garantisi verilerek hayata geçirilen projelerin halkın cebine fatura edilmesi gibi bu projenin de halka fatura edileceği konuşuluyor.
Yani projenin yatırım bedelinin geri dönüş (Amortisman) süresi ile ilgili bir veri bulunmuyor, projenin ömrü ise 100 yıl olarak tanımlanıyor. 100 yıllık bir proje için İstanbul’un altını üstüne getirmek, yaşam alanlarını yok etmek istiyorlar.
Gelir ve gider kalemleri detaylı olarak belirtilmiyor ama ÇED raporunda en önemli gelirlerin “Gayrimenkul Gelirleri” olduğu belirtiliyor.
Rapora göre Kanal İstanbul çevresindeki 350 bin dönüm rezerv yapı alanlarında 166,7 milyon metrekare imar düzenlemesi yapılacak. Bu da “Gayrimenkul Gelirleri”nin yapılaşma ile karşılanacağını anlamına geliyor.
“Kanal İstanbul” projesinin güvenlik amaçlı yapılmış bir “su yolu” olmadığı bu yaklaşımdan anlaşılıyor.
Proje iktidar için ekonomik risk taşımıyor. Hatta iktidar ve çevresinin ekonomik varlığını uzun yıllar sürdürmesi için bulunmaz bir fırsat. Ancak halkı için ekonomik bir baskı sebebi. “Büyük gelir getiren proje” olarak sunulan Kanal İstanbul ve rezerv alanlarının yapılaşmaya açılması, emekçilerin fazla yoksullaşmasına neden olacak. Proje emekçiler için ek vergi anlamına geliyor.
Bölgede yaşayan, geçim kaynağı tarım, hayvancılık, balıkçılık olan halk yaşam alanlarını düşük bedellerle “arazi toplayıcılarına” devredecek, işinden ve yaşam alanlarından uzaklaştırılacak.
ÇED raporuna göre proje alanının yüzde 52’si tarım alanı. İBB’nin rakamlarına göre proje ile 23 milyon metrekare orman alanı, 45 kilometre uzunluğunda ve ortalama 150 metre genişliğinde 136 milyon metrekarelik çok verimli tarım ve orman alanı sonsuza kadar ortadan kaldırılmış olacak.
Proje alanının yarısından fazlasının tarım alanı olduğunu vurgulayan TEMA Vakfı ekliyor: “Ancak tarım arazisi kaybı sadece kanalın geçtiği güzergâhtaki tarım arazileri ile sınırlı kalmayarak kanal çevresinde oluşacak yapılaşmalar nedeniyle çok daha vahim boyutlara ulaşabilir.”
Kanal güzergahında bulunan 286 hektar yerleşim alanı kaldırılarak proje kapsamına alınacak. ÇED raporunda “Kentsel dönüşüme maruz kalacak mahallelerde dönüşüm sürecinin başlamasıyla insanların bir kısmının TOKİ ve KİPTAŞ tarafından planlanan toplu konut bölgelerine taşınacağı ve bu bölgelerde kümelenmelerin oluşacağı öngörülmektedir” deniliyor.
Kanal İstanbul projesi ile 350 bin dönüm rezerv yapı alanlarında 166,7 milyon metrekare imar düzenlemesi yapılarak konut alanlarına açılacak. Kanal İstanbul Projesi sadece bir ‘su yolu’ inşaatını kapsayan projeden ibaret değil, aynı zamanda “kıyı yapıları, yat limanları, konteyner limanları ve lojistik merkezler, denizden alan kazanımı, dip taraması ve beton santralleri” projesi. Ekolojik yıkım sadece kanal ve çevresi ile sınırlı değil. Bu ilave projeler de yıkım etkili projeler.
ÇED’e göre projenin inşaat çalışmalarının 7 yılda tamamlanması öngörülüyor. 4 yıllık kazı süresince serbest toprak kazısı 1,1 milyar metreküp, göl ve deniz taraması miktarı 76 milyon metreküp olarak belirlenmiş. Proje kapsamında kanal yüzeyi kaplama alanı 2 milyon metrekare, yaklaşık 6 milyon metreküp kaya malzeme 12 ay sürecek patlatma ile kazılacak
Kazıdan ve taramadan çıkan malzeme ile Karadeniz kıyı kısmında 38 kilometre kıyı dolgusu yapılması planlanıyor. İşin yapımında 15 milyon metreküp beton kullanılacak. İstanbul’un yıllık hafriyat hazmetme kapasitesinin 40 milyon metreküp olduğu biliniyor. İstanbul dev bir inşaat alanına dönüşecek, alt yapı ve su hatlarının deplasmanı ile sürekli kent yaşamı olumsuz etkilenecek, inşaat çevresinde patlayıcılardan ve tozdan bölge halkı etkilenecek, yaşam alanları uzun süre yaşanmaz hale gelecek.
Deprem en çok tartışılan konulardan biri. İktidar, Kanal İstanbul ile deprem arasında bir ilişki kurulamayacağını iddia ediyor. Ancak uzmanların deprem konusunda önemli uyarıları var.
Küçükçekmece Gölü’nden 3 ayrı fay hattı geçiyor, deprem bu bölgenin değiştirilemez bir gerçeği. Proje birinci, ikinci ve üçüncü derece deprem bölgelerinde kalıyor. 11 kilometre uzaktan Kuzey Anadolu fay hattı, 30 kilometre mesafeden Çınarcık fay hattı geçiyor. Bölge yapılaşmaya açılacağı için zaten riskli olan bölge daha da riskli hale gelecek.
Yerbilimi ve deprem uzmanı Prof. Dr. Naci Görür, bu konuda şunları söylüyor:
“Yaklaşık 1-1 buçuk milyar metreküp malzeme kazılacak. Bu malzemenin kazılması yıllarca sürecek, kazıda iş makinaları ve patlayıcı kullanılacak. Dolayısıyla vadi ve çevresindeki ekosistem, fauna ve flora büyük ölçüde tahrip olacaktır.”
Kanalın kazılması esnasında zemin özelliklerine göre fazla kayma, heyelan ve göçmeler yaşanabilir.
İstanbul’da beklenen deprem gerçekleşirse kanalın Marmara’daki ağzı 9-10 şiddetinde etkilenebilecek. Kanal gibi yatay ve düşey harekete sıfır toleranslı bir yapının bu depremden (veya sonrakilerden) ciddi hasarlar görmesi mümkün.
3 Aralık 2019 tarihinde DSİ tarafından iletilen rapor, 3 gün içinde değerlendirildi ve 6 Aralık 2019 tarihinde ÇED nihai raporu yayınlandı. DSİ tarafından hazırlanan raporda kentin susuz kalabileceği riskleri belirtmişti. Nihai ÇED raporunda ise “Yapım aşamasında DSİ görüşü alınacaktır” şeklinde yorumlar yapıldı.
Ancak proje ile Sazlıdere Baraj havzasının yaklaşık yüzde 60’lık kısmı kaybedilecek olup bu da kentin toplam su ihtiyacının yüzde 10’unun yok olacağı anlamına geliyor.
2100’lü yıllara doğru yağışlarda yüzde 30 azalma beklenirken, su kaynaklarının korunmasının öncelikli olması gerekirken su kaynakları, rant projelerine tercih ediliyor. Bu proje ile İstanbul’un bütün su kaynaklarının yok olması ihtimaline karşın çözüm olarak ise Melen veya başka illerin su kaynakları görülmektedir. Kanaldan sızacak tuzlu su İstanbul’un stratejik rezerv olarak adlandırılan yeraltı suyu kaynaklarını da olumsuz etkileyecek.
Yer altı su kaynaklarının (akifer) tuzlanma riski olduğu yine DSİ tarafından açıklandı. Bununla Kırklareli akiferinin tuzlanacağı, dolayısı ile proje alanı dışında; Trakya yeraltı sularının da olumsuz etkileneceği görülüyor. Bu konuda hiçbir teknik çözüm üretilmemiş, sonu yıkım olan proje savunulmuştur.
Kanal projesi ile İstanbul boğaz hidrolik akımı değişecek. Akım etki değerlendirmesinin sonucu, Karadeniz’den Marmara Denizi’ne, güncel durumdaki akımın yaklaşık yüzde 12 üzerinde olan 20 kilometreküp fazla akım olmaktadır. Karadeniz den Marmara’ya üst akım olarak az tuzlu su akışı olurken, Marmara’dan (Akdeniz’den gelen) Karadeniz’e alt akım şeklinde daha tuzlu su taşınacak. Böylece Karadeniz’de daha fazla tuzlu su akımı oluşacaktır.
Sonuç olarak hidrolik akım değişimi ile Marmara, Karadeniz ekosistemi değişecek, öncelikle deniz canlılarının yaşam alanlarını etkilerken daha sonra Marmara ve Karadeniz çevresindeki yerleşim alanları etkilenecektir.
Marmara Denizi’nin alt sularındaki oksijen tükenirken, alt tabakadaki hidrojen sülfür yoğunluğu artacak; bütün İstanbul’u çürük yumurta kokusu saracak. Karadeniz’e kıyısı olan bütün ülkelerin doğası bozulacak.
İstanbul havalimanı, 3. köprü projeleri ile büyük kısmı yok edilen Kuzey Ormanları’na Kanal İstanbul ile son darbe vurulmaktadır. Kentin kuzeyinin yerleşime açılması ile ormanların yok oluşu tamamlanacak, bölgedeki ekolojik yaşam sona erecektir.
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünün verilerine göre 2018 yılında İstanbul Boğazı’ndan 41 bin 103 adet gemi geçti. Bu sayıdan hareketle geçen yıl İstanbul Boğazı’nı günde ortalama 113 gemi kullandı. Tüm boğaz trafiği kapatılır ve tüm gemiler Kanal İstanbul’a yönlendirilse dahi Kanal’dan geçen gemi sayısı iktidarın iddia ettiği gibi 150 değil.
Dahası Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalara göre boğazlardan geçişin tümden kapatılması da mümkün değil. Bu yılın ilk 9 ayında Boğaz’dan geçen toplam gemi sayısı ise 30 bin 352 adet. Böylece bu yılın günlük ortalaması sadece 110 adet.
Yine Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünün yayımladığı verilere göre 2006’dan bu yana İstanbul Boğazı’ndan en fazla gemi geçen yıl 2007.
2007’de İstanbul boğazını 56 bin 606 adet gemi kullanmış. 2007’den bu yana boğazdan geçen gemi sayısı her yıl azalıyor. 2011 yılı itibariyle 50 binin altına inen gemi sayısı 2018 yılına gelindiğinde 41 bin 103 olmuş. Böylece son 12 yılda boğazdan geçen gemi sayısında yüzde 27,3’lük azalma kaydedilmiş.
Diğer iddia ise İstanbul Boğazı’ndaki trafik yüzünden sürekli bir kaza tehlikesinin bulunması. 1994’te meydana gelen tanker kazası sonrası yapılan düzenleme ile 200 metrenin üzerindeki tankerlerin gece Boğaz’dan geçişleri yasaklandı. Bu nedenle son 25 yılda trajedik bir kaza yaşanmadı. Yaşanan son kaza ise 2018 yılında meydana geldi.
Dümeni kilitlenen gemi bir yalıya çarptı. Son 13 yılda boğazda 1 adet ölümlü kaza yaşanmış olup yıllık iş cinayetleri sayısının 2 bin olduğu düşünülürse, iktidarın projeyi boğazlardaki kazalara bağlaması yaklaşımı ikna edici değil.
Kanal İstanbul için iktidarın en güçlü gördüğü gerekçelerinden biri Türkiye’nin Boğazlardan gelir elde edemediği yönünde. Çünkü, Montrö boğazlardan geçen gemilerden vergi ve harç toplanmasını hükme bağlıyor.
Ama iktidarın iddiasına göre “Montrö Sözleşmesi” yüzünden yabancı gemiler diledikleri şekilde ve hiçbir ücret ödemeden boğazlardan geçiyorlar. Uzmanlar ise tam tersini söylüyor. Buna göre Boğaz güvenliği söz konusu olduğunda tek yetkili mercii Türkiye Cumhuriyeti devleti.
Sözleşmede “gemiler serbestçe geçerler” demiyor, geçişin şartlarını devlet belirliyor. Boğazlardan her isteyen her an geçemez. 24 saat önceden geçecek gemi, taşıdığı yükle beraber izin almak zorunda. Eğer gemi Uluslararası Denizcilik Örgütü kurallarına uygun değilse Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerekirse geçişe izin vermeyebilir.
Yine uzmanlara göre bu gemilerden para alınmadığı da doğru değil. Yine 1936 yılındaki Montrö Sözleşmesi’ne göre Boğazlar’dan geçen tüm gemilerden o zamanki değerleme birimi olarak altın frank cinsinden para tahsilatı yapılıyor.
Gelelim kazanılacak para meselesine. İstanbul Boğazı’nı kullanan gemilerin tümünün açılacak Kanal İstanbul’a yönlendirilmesi mümkün değil ama diyelim ki öyle oldu. O koşullarda bile giderek azalan gemi sayısıyla yılda 8 milyar dolar gelir elde etmek için gemilerden astronomik tutarlar istemek gerekir. Örneğin, 2018’i baz alalım. Geçen yıl 41 bin 103 gemi geçti, 8 milyar dolar almak için gemilerin her birinden 194 bin 600 dolar toplanması gerekiyor.
Kanal İstanbul’a ilişkin açıklama yapan TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, projenin geri dönülmez tahribatlar yaratacağını vurguluyor.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu adına Cevahir Efe Akçelik ÇED Raporu’na dayanarak, “Bugün İstanbul, içme suyunun %70’ini başka illerden karşılamak zorunda bırakılmış bir şehir iken ve Cumhurbaşkanı Erdoğan daha yeni ‘İstanbul susuzluğa doğru yürüyor’ demişken, mevcut su kaynaklarımızın yok edilmesi söz konusu bile olamaz.
Kuzey ormanlarını, meraları, tarım alanlarını, tüm hassas ekosistemleri yok edecek bu proje savunulamaz. Üç aktif fay hattının geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yükleyerek afet riskini artıran bu projeyi kabul etmiyoruz. Kentin tüm kuzey bölgesini ve hassas ekosistemlerini, kentsel, arkeolojik ve doğal sit alanlarını baskısı altına alacak bu projeyi kuvvetle reddediyoruz” ifadelerinde bulundu.
Sosyolojik etkileri çok güçlü olacak, bölgede yerinden edilmelere yol açacak, halkın yaşam kalitesini ve ekonomisini derinden sarsacak, yaşam ve su hakkını elinden alacak bu projenin, Anayasa’nın 56. maddesine aykırı olduğunu bir kez daha vurgulayan Akçelik, “İstanbul Boğazı’nda sağlanamayan geçiş güvenliğinin Kanal İstanbul’da sağlanmasının mümkün olmadığını iddia ediyoruz” dedi.
1600 sayfalık ÇED Raporu’nun çevresel etkileri değerlendiren bir rapor olmadığını, bir tür proje tanıtım raporu olduğunun açıkça anlaşıldığını söyleyen Akçelik, son olarak: “TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu olarak, denizlerimize, su havzalarımıza, tarım, mera, orman alanlarımıza, hassas koruma alanlarımıza, arkeolojik alanlarımıza, doğal ve kentsel sit alanlarımıza, su ve yaşam hakkımıza müdahale eden ve telafisi imkansız tahribatlar yaratması kaçınılmaz olan bu projeyi reddediyoruz ve tüm ilgili kurum ve kuruluşları sorumlu davranmaya davet ediyoruz” diyerek sözlerini noktalıyor.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kentleşme, Afet Komitesi ve Çevre Etki Değerlendirme Kurulu üyesi Mücella Yapıcı ÇED Raporu’una ilişkin hazırladığı sunumu yaptı. Sunumunda Kanal İstanbul Projesinin sadece İstanbul’u değil çok geniş bir alanı etkileyeceğini belirten Yapıcı, bu projeyle çok ciddi bir ekolojik yıkımın yaşanacağını vurguladı.
Çevreye verilecek zararların ÇED Raporu’nda da bizzat yer aldığını belirten Yapıcı, proje alanındaki tüm sulak alanlar, ormanlar ve çalılıkların bölgede yüksek ve orta seviyede aktivite gösteren türler için besleme habitatı olduğunu, bu hayvan grubu için besleme habitatı olarak kullandıkları tatlı su habitatının yol olacağını söyledi.
Yapılacak olan dolgu alanlarıyla deniz flora ve faunasının yok olacağını da vurgulayan Yapıcı, hazırlanan ÇED Raporu’nun sadece Kanal İstanbul’un geçiş güzergahındaki alanı kapsadığını, bunun dışında projenin kapsamında olan çok büyük bir çalışma alanının Rapor’un kapsamı içinde tutulmadığının altını çizdi.
Yapıcı, bu projenin en büyük iddiasının büyük tankerler için çift yönlü geçiş sağlayarak bekleme yapmamalarını temin edebilmek olduğunu ve böylelikle tankerlerin Boğaz’ı değil Kanal İstanbul güzergahını kullanmalarını sağlamakken, hazırlanan 2. ÇED Raporu’nda bunun mümkün olmayacağını belirttiklerini yani en büyük iddialarının devre dışı kaldığını vurguladı.
İstanbul’un bütün yüzeysel ve yeraltı kaynaklarının bu bölgede toplandığını belirten Yapıcı, henüz ÇED Raporu verilmeden Sazlıdere Barajı’nın içme suyu rezervinden çıkarıldığını söyledi. Yapıcı, İstanbul susuzlukla boğuşurken mevcut su kaynaklarının tehlikeye atılmasının söz konusu bile edilemeyeceğinin altını çizdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, konuyla ilgili yaptığı son açıklamada, Kanal İstanbul için “cinayet projesi” ifadesini kullandı. İmamoğlu, projenin şimdilik yaklaşık 75 milyar dolara mâl olmasının öngörüldüğünü söyledi. İmamoğlu, projeye itirazlarını 15 maddede sıraladı:
KAYNAK:https://www.evrensel.net/haber/393976/kanal-istanbul-nedir-gerekceleri-ve-itirazlar-neler-10-soruda-kanal-istanbul
HABER:BÜLENT ÖZGEN