105. Uluslararası Çalışma Konferansı

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından düzenlenen 105. Uluslararası Çalışma Konferansı, işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinin katılımıyla Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi’nde gerçekleştirildi. Sendikamızı temsilen Genel Başkanımız Ramazan Ağar, Genel Başkan Danışmanı Prof.Dr. Cem Kılıç ve Dış İlişkiler Uzmanı Özgür Doruk’un hazır bulunduğu konferansın 2 Haziran tarihli oturumunda ayrıca Konfederasyonumuz TÜRK-İŞ Genel Başkanı ve Türkiye İşçi Delegesi Ergün Atalay bir konuşma yaptı.

İsviçre’nin başkenti Cenevre’de gerçekleştirilen konferansta; dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Süleyman Soylu ve beraberindeki heyetin yanı sıra, işveren sendikaları temsilcileri ve Konfederasyonumuz TÜRK-İŞ’e üye kardeş sendikalarımız ile aynı sıralarda yer aldık. Konferans, çalışma yaşamı sosyal taraflarını bir araya getirmesi ve bu sayede Türkiye işçi sınıfını doğrudan ilgilendiren konuların, ortak platformlarda müzakere edilmesine fırsat tanıyan nitelik arz etmesi açısından büyük öneme sahipti.

TÜRK-İŞ Genel Başkanı Sayın Ergün Atalay’ın, Genel Kurul’a hitaben yaptığı konuşma, gerek Türkiye işçi sınıfının çalışma yaşamlarında ve gerekse sendikal mücadelede karşılaşılan sorunları özetler nitelik taşımaktaydı. Atalay konuşmasında, ILO Genel Direktörü Guy Ryder’ın raporunu değerlendirirken, TÜRK-İŞ üyesi sendikaların çözüme kavuşturulması için ortak görüş bildirdiği konuları; kıdem tazminatı ile ilgili girişimler, iş uyuşmazlıklarında arabulucuk uygulaması ve otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemi olarak sıraladı.

Bilindiği üzere, uluslararası üst örgütümüz İnşaat ve Ağaç İşçileri Enternasyonali (BWI) büyük çaplı spor etkinliklerine ilişkin hazırlık inşaatlarında çalışan işçilerin hakları için, sendikamızın da destek verdiği uzun soluklu bir kampanyayı sürdürmekte. BWI, Katar’da gerçekleştirilecek 2022 Dünya Kupası hazırlık inşaatlarında yaşamlarını yitiren ve kalıcı fiziksel hasara maruz kalan işçilerin ailelerine destek amacıyla bir yardım fonu oluşturdu. Yardım kampanyasının kamuoyu ile paylaşılması amacıyla 1 Haziran, Çarşamba günü Birleşmiş Milletler binası önünde gerçekleştirilen eyleme Genel Başkanımız Ramazan Ağar’da destek verdi.

Ergün Atalay, Genel Başkan, TÜRK-İŞ: “Kıdem tazminatı
konusunda hak kaybına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz.”

Terörün yaşandığı ülkelerde çalışma hayatı ile ilgili sorunları konuşmaya imkân olmuyor. Can güvenliği, temel insan hak ve özgürlüklerinin önüne geçiyor. ILO Uzmanlar Komitesi, terör faaliyetleri ile temel hak ve özgürlükleri birbirinden ayırt etmelidir. Gelişmiş ülkeler, terör Avrupa’ya sıçradığında ayağa kalkmaktadır. Teröre karşı çifte standart olmaz. Bugün, en gelişmiş silahlar terör örgütlerinin elindedir. Uyuyanı uyandırmak kolaydır, ama uyuma numarası yapanları uyandırmak zordur. İnanıyorum ki, bu salonda bulunanlar teröre karşı kayıtsız kalmayacaktır. Orta Doğu’da yaşanan savaş sonucunda yüz binlerce hayat, yüzbinlerce aile ve işyerleri yok olmuş, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmiştir.

Türkiye, bu savaşlardan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Mülteciler konusunda en fazla sorumluluğu üstlenmiştir. Sendikalar olarak, başta ücretlerin düşmesi olmak üzere çalışma hayatına getirebileceği olumsuzluklara rağmen bugüne kadar mültecilerin insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmesi ve çalışabilmesi için elimizden geleni yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Bazı ülkeler açık bir şekilde temel insan haklarını hiçe saymaktadır. Mülteci sorununun Türkiye ile vize pazarlığında kullanılması bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Bugün ülkemde Avrupa Birliği üyeliğine olan ilgi eskiyle kıyaslanmayacak biçimde azalmıştır.

Genel Direktörün Raporunda da ifade ettiği gibi ILO, mülteciler konusunda Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’deki sosyal taraflar ile işbirliği içerisinde çalışmaktadır. Krize, ulusal ve bölgesel düzeylerde çözüm aramaktadır. Mültecilerin insan onuruna yakışır koşullarda çalışabilmesi için ILO’nun sürdürdüğü tüm çalışmaları desteklediğimizi ifade etmek istiyorum. Türkiye’de geçen yıl G20 zirvesine ev sahipliği yaptık. Dönem Başkanlığını yürüttüğüm L20 başta iş, adalet ve eşitlik olmak üzere pek çok sendikal konuya ağırlık verdi. Özellikle Suriyeli mülteciler ve iş sağlığı güvenliği konularını ön plana çıkardı. ILO’nun çalışma ve sosyal konularda yaptığı araştırma ve değerlendirmelerin G20 Türkiye sürecinde büyük faydasını gördük. Bu nedenle ILO’yu kutluyor, katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.

Genel Direktörün raporunda da yer aldı. Soma’da yaşadığımız maden kazası sonrası iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı konusunda önemli adımlar atılmıştır. Türkiye, 2014-2015 yıllarında iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili 187, 176 ve 167 Sayılı üç ILO Sözleşmesini onaylamıştır. Sürekli gelişen mevzuatımıza rağmen uygulamada iş kazaları devam etmektedir. İş sağlığı ve güvenliği kültürünün oluşması ve bu konuyu maliyet unsuru olarak gören zihniyetin değişmesi için çaba gösteriyoruz.

Türkiye’de çalışma hayatında birçok sorun bulunmaktadır. Bir yandan esnek çalışma yaygınlaşırken diğer yandan kayıt dışı çalıştırma devam etmektedir. Özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi kurulmasına yönelik yasa çıkarılmıştır.  Mevcut sorunlarımıza çözüm ararken, maalesef işçilerin kazanılmış haklarına karşı yeni düzenlemeler gündeme getirilmiştir. Gönüllü olması gereken iş uyuşmazlıklarında arabuluculuk zorunlu hale getirilmek istenmektedir. İş sözleşmesinin zayıf tarafı olan işçiler korumasız bırakılacaktır. Bu kabul edilecek bir durum değildir.

Şimdi de otomatik katılımlı bireysel emeklilik sistemi getirilmek istenmektedir. Bu sistemin dünyada eşi benzeri yoktur. Dünyada bir ilktir. Sadece işçiden kesinti yapılmasını öngören bu sistem, çalışma barışının bozulması ve çalışanların reel gelirinin azalması gibi sonuçlar doğuracaktır. Kıdem tazminatıyla ilgili düzenlemeler belirli aralıklarla gündeme getirilmektedir. Bu konuda hak kaybına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Taşeron ile geçici işçiler konusunda ise hükümet bir çalışma başlatmıştır. Sendikaların talepleri dikkate alınarak sonuçlanmasını bekliyoruz. Ayrıca ifade etmek isterim ki; kamu görevlilerinin grev hakkı olmadığından toplu görüşme müzakerelerinin etkisi sınırlı kalmaktadır.

Genel Direktörün Yoksulluk ile ilgili raporun önemlidir. Adaletsiz gelir dağılımı ile mevcut küresel düzeni devam ettirmek mümkün değildir. Küresel adaleti, eşitliği temel alan raporun son derece önemli olduğunu ifade etmeliyim. Dünyada kutuplaşmayı, yaşanan israfı ve yoksulluğu ortadan kaldırmada anahtar rol oynayacağına inanıyorum. Aristo’nun sevdiğim bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.” Bu böyle sürdürülemez. Bu dünya hepimizin, merhametli ve adaletli olmak zorundayız.

Ambet Yuson, Genel Sekreter, BWI: “ YOL-İŞ,
taşeron işçilerinin haklarının garanti altına alınmasını sağlamıştır.”

Bugün burada İnşaat ve Ağaç İşçileri Enternasyonali’nin (BWI) 12 milyon üyesini temsilen bulunmaktayım. Ancak bugün ayrıca, bu yıl Uluslararası Çalışma Konferansı’na hitap etmesi planlanan ancak Güney Kore’de yürürlüğe konulması planlanan baskıcı çalışma yaşamı reformlarına karşı verilen önemli mücadeleye liderlik etiği gerekçesi ile hapse atılan, Kore Sendikalar Konfederasyonu Başkanı Han Sang Kyung’u da temsil ediyorum. İçerisinde bulunduğumuz yılın ilk aylarında kendisini ziyaret etme şansı elde ettim ve gördüm ki hapse atılmış olmasına karşın küresel düzeyde süregelen adaletsizliği sona erdirme ve uluslararası sendikal hareketin daha güçlü bir biçimde birleştirilmesini sağlamaya yönelik adanmışlığından hiçbir şey kaybetmiş değil. Benden, bu mesajını sizlere iletmemi istedi.

Başkan Han’ın tutuklanmış olmasının yanı sıra, geçtiğimiz hafta üye örgütümüz olan Vinç Operatörleri Sendikası’ndan 15 meslektaşımız da 8 ay ile 3 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar. Verilen cezalar, dostlarımızın olağan sendikal faaliyetlerinin yolsuzluk ve şantajla ilgili kanunlarla ilişkilendirilmesi ile gerçekleşti. BWI olarak endişemiz o dur ki, Güney Kore hükümeti ceza kanunu sendikal faaliyetler üzerinde baskı kurmak için kullanmaktadır ve bizler bu taktiklerin ILO’nun 87 No’lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması ve 98 No’lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmelerinin ihlali olduğuna inanıyoruz.

Hali hazırda devam eden Küresel Tedarik Zincirlerinde İnsana Yakışır İşler konulu müzakereler, küresel tedarik zinciri içerisinde insana yakışır istihdam olanaklarını, güvenli çalışma koşullarını ve geçinmeye yetecek ücretlerin sağlanmasını temin edecek yönetimsel çerçevenin oluşmasına öncülük eden açık ve sağlam adımların atılması ile sonuçlanmalıdır.

BWI’nin temsil ettiği sektörlerde taşeronluk ve dışarıdan hizmet alım uygulamaları yeni değildir. Bilakis, güney yarımkürede gelenekselleşmiş bir istihdam biçimi olup halen sürmekte, şimdilerde ise sürekli ve doğrudan istihdam biçimlerinin yok olmaya başladığı Kuzey yarımkürede yaygınlaşmaktadır. Bunun bir sonucu olarak; düşük ücretler, işçi sağlığı ve güvenliği yetersizlikleri, geçici ve güvencesiz istihdam ve çok az ya da hiç sosyal güvenlik koruması hakim duruma gelmektedir.

Buna ek olarak, taşeronluk ve dışarıdan hizmet alımı ile çocuk işçi kullanımı ve göçmen işçileri suiistimale ilişkin vakalarda artış gözlemlemekteyiz. Taşeronluk zincirinin aşağılarına indikçe problemlerin daha da büyüdüğünü ve işyerlerinde yaşanan hak ihlallerinin çözümü ve önlenmesinin daha da güçleştiğini görüyoruz. Ki, sektörlerimizde çalışan işçilerin büyük bölümü gerek kendi ülkelerinde, gerekse ülkeler arasında göçmen konumundalar ve yaygın bir biçimde taşeronlar eliyle çalıştırılmaktalar.

Uganda’da örgütlü üye sendikamızdan aldığımız bilgiler uyarınca, burada dünyanın en büyük çimento şirketlerinden biri olan Lafarge Holcim’in bağlı ortağı konumundaki Hima çimento firmasına ait Harugongo şantiyesinde puzolan cevheri çocuklar tarafından çıkarılmakta. Sendika, pek çocuğun okula gitmek yerine ebeveynleri ile birlikte şantiyede çalıştıklarına tanıklık etti. Puzolan önce aracılara satılıyor ve onlar vasıtasıyla da Lafarge Holcim’in bağlı ortağı olan Hima gibi şirketlere ulaştırılıyor. Çalıştıkları gün başına 2,5 Avro ücret alan çocuklar bu cevheri hiçbir koruma olmadan elleri ile çıkarmakla sorumlular.

2014 yılında, Pakistan’daki ortak teşebbüsü tarafından çocuk işçi çalıştırıldığının kamuoyuna yansıması ardından, Finlandiya menşeili kâğıt ve ambalaj materyalleri üreticisi Stora Enso eleştirilerin hedefi olmuştu. Kamuoyunun öfkesi ve içerisinde enternasyonalimiz BWI’nin de bulunduğu Küresel Sendikalar’ın gerçekleştirdiği kampanyaları müteakip Stora Enso ILO ile Kamu-Özel Sektör Ortaklığı Anlaşması imzalamıştı. Ne var ki, şirket tedarikçileri ve taşeronlarına ilişkin mesuliyeti de üstlenmesini sağlayacak çerçeve anlaşmasını henüz küresel sendikalarla imzalamış değil.

Küresel tedarik zincirlerinde daha yüksek sorumluluk alınması yönünde dünya çapında hareketi pekiştiren Rana Plaza trajedisi, başta yasalar ve standartlar dışı nitelikte zayıf inşaat materyallerinin kullanılması gelmek üzere pek çok diğer faktör nedeniyle yaşanmıştır. Unutmayınız ki o inşaat güvenlik önlemlerinin yetersiz olduğu, sağlık eğitimlerinin verilmediği ve güvenli bir inşaatı sağlayacak gerekli mesleki niteliklerin sağlanmadığı bir dizi taşeron şirkette güvencesiz koşullarda istihdam edilmiş işçiler tarafından yapılmıştı. Rana Plaza’da yaşananlar, dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan benzer olayların yalnızca bir tanesidir.

Henüz geride bıraktığımız hafta içerisinde Seul’un merkezinde yapımı süren metro şantiyesinde yaşanan patlamada dört işçi yaşamını yitirdi, dördü ise ağır yaralandı. Güney Kore’de örgütlü sendikamızdan aldığımız bilgilere göre kazanın nedenleri; yasadışı taşeron şirket kullanımı, mesleki eğitim yetersizliği ve zorunlu güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması.

Yine geçen hafta, Katar’ın başkenti Doha’ya 100 kilometre mesafedeki Al Areeq’de işçilerin barındığı kampta yaşanan yangında Güney Asya menşeili 11 işçi hayatını kaybetti, 12’si ise yaralandı. Bu işçiler de, diğer yüzbinlerce göçmen işçi gibi taşeron şirketler ve istihdam büroları aracılığıyla yalnızca güvencesiz istihdam biçimleri dâhilinde değil, aşırı kalabalık, temizlikten yoksun ve yangından korunma gibi güvenlik tedbirlerinin hiçbirinin alınmadığı barınma koşullarında çalıştırılıyorlardı.

Türkiye’de hükümet bilhassa otoyolların ve ana arterlerin inşası işlerinde daha yüksek sayıda taşeron işçisi istihdam etmeye başlamıştır. Üyemiz YOL-İŞ buna karşı, hukuki süreci Yargıtay’a taşımak da dâhil, çok sayıda davayı da içeren ve çeşitli stratejik bileşenlerden oluşan agresif bir örgütlenme kampanyasını uygulamaya geçirmiştir. Tüm bu çabaların sonucu olarak YOL-İŞ, 10 binin üzerinde taşeron işçisinin haklarının garanti altına alınmasını, hükümetin ilgili bakanlığı tarafından söz konusu işçilere kamunun asıl işçisi olarak kadro verilmesini sağlamıştır. Bu başarı sendika için yalnızca bir başlangıçtır, zira sendika kamu ihaleleri ile hayata geçirilen projelerde çalışan 50 bine yakın işçiyi örgütlenme programına dâhil etmiş durumdadır.

Taşeronlaştırmadan kaynaklanan sorunların çözümünde kilit nokta, ana yüklenicinin mesuliyetidir. Bu çözüm, BWI çalışmalarının köşe taşlarından birini oluşturmaktadır. Bu sayede, çoğu zaman büyük inşaat şirketlerinin meydana getirdiği ana yükleniciler, taşeron şirketler zincirinin hangi seviyesinde istihdam edilmiş olduğuna bakılmaksızın tüm işçilere karşı tam ve eksiksiz mesuliyete sahip olacaklardır.

Avrupa’dan üye örgütlerimiz inşaat şirketleri ve işveren örgütleri ile ana yüklenicilerin taşeron şirketlere ilişkin yükümlülükleri üzerine anlaşmalar bağıtlamaktalar. İsveç’ten üye örgütümüz Byggnads, ödeme yapacak bir muhatap bulunamadığı işçilerin tazminatlarını alabilmelerini sağlayacak bağımsız bir fon kurulması için işveren kesimi ile anlaşmaya vardı. Buna ek olarak, istihdam ile işçi sağlığı ve güvenliği standartlarına uygunluklarının gözlemlenmesine yardımcı olmak amacıyla sahip oldukları taşeron şirketlerin tamamının yer aldığı bir listeyi sendikalara temin etme hususunda da ana yüklenici konumundaki inşaat şirketleri ile mutabakat sağlandı.

ILO Genel Direktörü Guy Ryder geçtiğimiz hafta yaptığı açılış konuşmasında Sürdürülebilir Kalkınma İçin 2030 Gündemi’nin ve emeğin geleceğinin önemine dikkat çekmişti. Genel Direktör’ün girişimine ve gündemine destek veriyoruz, ancak BWI olarak temsil ettiğimiz sektörlerde çalışan işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını geriletmesi dolayısıyla, artan taşeronluk ve dışarıdan hizmet alım uygulamaları aşağı seviyelere çekilmedikçe emeğin geleceğinden söz edilemez. Emeğin geleceği ve Küresel Tedarik Zincirlerinde İnsana Yakışır İşler üzerine ILO nezdinden süregelen müzakerelere BWI sektörlerinde taşeronluk ve dışarıdan hizmet alımı nedeniyle oluşan sorunlar dâhil edilmelidir ve tedarik zincirlerine dair yönetim mekanizmalarına yönelik bir tavsiye oluşturulacaksa, o metne taşeronluğa ilişkin önermeler de eklenmelidir.

Rosa Pavanelli, Genel Sekreter, PSI: “Özelleştirme,
sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olamaz.”

Burada kuruluş tarihi en az ILO kadar geçmişe dayanan ve dünyanın dört bir yanından 20 milyon kamu çalışanını temsilen bulunuyorum. Bizler 105. Uluslararası Çalışma Konferansı için hazırlanmış olan gündeme tereddütsüz bir biçimde katılıyor, Genel Direktör’ün önümüzde yer alan kritik sorunları ele alan raporunu memnuniyetle kabul ediyoruz.

Milyonlarca mülteci iç çatışmalar, zulüm, doğal afetler ve açlıktan kaçarak evlerini terk ediyor. Avrupa Birliği ise çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bu insanların korunmasına ve temel haklarına riayet edilmesine ilişkin hukuki ve manevi sorumluluğunu üçüncü dünya ülkelerinin omuzlarına yükleyerek (demokratik olmayan bir biçimde) 1 milyon mültecinin kabul edilmesi ve insana yakışır bir biçimde ağırlanmasından kaçıyor. Aynı esnada gelişmekte olan ülkeler 2014 yılı sonunda açıklanan rakamlara göre dünya üzerindeki 19 milyon mültecinin %86’sına kucak açmış durumda.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile işbirliğini tesis etmek önem arz etse de, iki anlaşmalar alarm verici seviyede temel insan haklarının geriletilmesine yol açıyor. Bu asla kabul edilemez ve yol açacağı sonuçların önceden kestirilemez olduğunu fark etmeliyiz. Çünkü bu durum yalnızca geleceğimize daha fazla belirsizlik ekleyecektir.

İnsana yakışır istihdam olanaklarına, sağlık hizmetlerine ve eğitime herkesin erişimini sağlayan hak temelli bir yaklaşım, yine herkes için müreffeh bir gelecek inşasına yanıt olacaktır ve ILO buna etkin bir biçimde katkı sunabilir. Bu bağlamda, 71 sayılı Tavsiye Kararı’nın revize edilmesine yönelik ILO önerisi sorunların çözümü ve doğru yöne doğru yol göstermesi niteliği dolayısıyla büyük bir adım olacaktır. Tavsiye kararının kapsamının genişletilmesi ve güncellenmesi üzerine öneride bulunan Genel Direktör ile ziyadesiyle hemfikiriz. Taslak değişiklik önerisi bütüncül bir yaklaşıma haiz olmasının yanı sıra, her bir ülkenin kendi koşullarına göre rahatlıkla uyumunu sağlayabileceği esnek tavsiyeler de içermektedir.

ILO, şeffaflık ve demokrasi kriterleri bağlamında bir eşi daha olmayan bir örgüttür. Çalışmalarımızın yapıcı bir yaklaşım arz ettiği, kararların uzlaşı ve konsensüs ile asla tek tarafın baskısı sonucu alınmadığı bir örgüttür. ILO, yıkmak için değil, inşa etmek için kurulmuştur. Gizli saklı yürütülen ticaret anlaşmaları ile geriletilmeye çalışılan hükümetlerin otoritesi ve sosyal uyum üzerindeki tehdidi azaltmada standartlar tespit etme de kilit öneme sahiptir. Bu ticaret anlaşmaları %1’lik bir sınıfın menfaatleri için vardır. Ülkeler üstü mercilerin, hükümetlerin bütçelerini tespite yönelik ekonomi politikaları baskısı ve spekülatif yatırımların gücünü arttırma çabaları halklarımız ve demokrasi için tehlike arz etmektedir. Finans kesiminin ve ticaretin insanoğlundan, sosyal haklardan ve emekten doğan haklarımızdan öncelikli hale geldiği bu dönüştürücü değişimden hepimiz endişe duymalıyız.

Teknoloji, milyonlarca insanın yaşamlarının niteliğini pek çok farklı açıdan geliştirme gücüne ve potansiyeline sahiptir. Ancak, yalnızca otomasyonu, dijitalleşmeyi ve robotların yaygınlaşmasını metheden bir emeğin geleceği anlayışı bir geleceği ifade etmez, yalnızca işçiler için değil herkes için. Saf olmayalım. Belki robotlar ve makineler işçilerden daha az maliyetle çalıştırılabilirler, pek tabi ki greve gitmezler ya da daha iyi çalışma koşulları için eyleme geçmezler, ama aynı zamanda asla cep telefonu almayacakları, bir arabaya ihtiyaç duymayacakları, bir markanın sezon ürünleri ile ilgilenmeyecekleri de akıldan çıkarılmamalıdır. Gelin onları insanların çalışma koşullarını iyileştiren ve daha iyi bir hayata sahip olmalarını sağlayan amaçlar için kullanalım. ILO bu dönüştürücü süreci sahiplenmelidir, ancak yalnızca yakından izleyen olmamalı, aynı zamanda herkese fayda sağlayacağını da garanti altına almalıdır.

İnsana yakışır işler 2030 Gündemi’nin merkezindedir, herkes için geçime yetecek ücretler var olmadan yoksulluğun önüne geçilemez. Genel Direktörün de raporunda vurguladığı üzere, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi süreci içerisinde ILO, insana yakışır işlerin ve sosyal taraflara daha güçlü bir rol verilmesinin her manada savunucusu olmalıdır.

Altyapı yatırımlarının gerek üretimin sürdürülebilir büyümesine yönelik yaratıcı potansiyeli, gerekse doğrudan istihdam olanakları sağlaması açılarından önemine, 2030 Gündemi’nin su, enerji ve sürdürülebilir şehirler başlıkları da dâhil pek çok amaç maddesinde yer verilmiştir. Bizler, insanların eğitime, sağlığa ve suya dair haklarının hayata geçirilmesi için kilit öneme sahip iyi finanse edilmiş, nitelikli kamu hizmetlerinin savunucusu olmayı sürdüreceğiz. Bu yatırımların insana yakışır istihdam olanakları yaratmadaki potansiyelini azami seviyeye çıkarmak başlı başına bir hedef iken, bu hizmetlerin sağlanmasında izlenen yöntemler de büyük fark yaratmaktadır.

Bizler uzun yıllardır Kamu-Özel Sektör İşbirlikleri’nin teşvik edilmesini reddediyoruz ve ILO’dan bu müşterek teşebbüslerin yalnızca pahalı olmalarını değil, daha kötü sonuçlar doğurduğunu da bir kanıt olarak kullanmasını talep ediyoruz. Bu nedenle diyoruz ki, özelleştirmeler 2030 Gündemi’nin bir parçası olamaz. Bilhassa kamu kaynaklarının özel sektörü desteklemek için kullanıldığı yerlerde, özel sektörün kamu hizmetlerine dahlinin kamu yararı ile doğru orantılı olarak biçimlendirilmesinin koşulsuz bir kriter olmasını istiyoruz.

Küresel tedarik zincirlerinde insana yakışır işlerin güvence altına alınabilmesinde üç hayatı koşul mevcuttur. Şirketlerin birincil sosyal sorumluluğu, kazançlarını elde ettikleri toplumlara hak ettiği payı geri ödemeleridir. Kamu ihale mekanizmalarında şeffaflığın tesis edilebilmesi için gönüllük temelinde gerçekleştirilen özen değil, yasal bağlayıcılığı olan koşullar var olmalıdır. Ve son olarak, gerek özel sektör, gerekse kamu sektöründe yolsuzlukla mücadele tam ve eksiksiz uygulanmalıdır. Şirketlerin menfaatleri ancak güçlü ve demokratik kurumlar tarafından kontrol altına alındıkları takdirde katma değer yaratır. Kapsayıcı bir sürdürülebilir kalkınma için birlikte çalışmaya varız.

Konferans Notları

*BM Sürdürülebilir Kalkınma İçin 2030 Gündemi ana temayı oluşturdu. *Adil Bir Küreselleşme İçin Sosyal Adalet Bildirgesi etkileri ele alındı. *Küresel Tedarik Zincirlerinde İnsana Yakışır İşler başlıca tartışma başlıklarındandı. *Denizcilikte Emek başlıklı ILO Sözleşmesi yönetmeliğinde yapılan değişiklikler kabul edildi. *185 sayılı Gemi Adamlarının Kimlik Belgeleri Sözleşmesi’nin eklerinde yapılan değişiklikler kabul edildi. *BM’de “Genç İşçiler İçin İnsanca İşler” forumu düzenlendi. *Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü çerçevesinde bir tedarik zincirlerinde çocuk işçiliği ile mücadeleye yönelik bir etkinlik gerçekleştirildi. *Standartların Uygulanması Komitesi 25 ülkenin yer aldığı kesin listede Türkiye’ye yer vermedi. *Türkiye Hükümeti ve ILO arasında “10. Avrupa Bölge Toplantısı’nın” 2017 yılında İstanbul’da yapılmasına ilişkin mutabakat zaptı imzalandı. *Dünya İş Günü Zirvesi’nin bu yılki konuğu Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker idi. *187 ülkeden temsilcilerin yer aldığı konferansta 296 konuşmacı delegelere hitap etti.

5 Haziran 2016