15 Temmuz Gecesi Hürriyete Ve Şehadete Yürüdü Bu Aziz Millet

15 Temmuz gecesi hürriyete ve şehadete yürüdü misk-i amber misali ölümü öldüren bir millet. Kulaklara değen sela sesleri ölümden ziyade, yeniden doğuşun işaretiydi. O gece şehitlerin yaralarından yayılan rayihayla cennet koktu rûy-i zemin, gül ve karanfil koktu sanki.

O gece sıradan bir günün akşamı gibi düşünülse de Boğaziçi sair zamanlara nazaran endişeliydi sanki. Tekinsizdi maviden siyaha çalan sular. Suların yalılara çarparak çıkardığı derûnî sesler biraz sonra kopacak fırtınanın habercisi gibiydi. Sular güneşin yangınıyla bir başkaydı bu akşam. Şeytanın “Gülen” yüzü bir maskeydi inananlar için. Maskenin düşmesine ramak kalmıştı. Gece, ertesi güne (d)evrildiği demlerde kıyameti yaşıyordu memleket.

O gece rükû ve secde dışında hiç eğilmeyen bir “Uzun Adam” çıktı gecenin karanlığını yararak… Halkın hürriyetini gasp etmek isteyenlere karşı milletini meydanlara çağırdı. “Bu millet nice badireler atlattı, bunu da atlatacaktır” diyerek milletine umut aşıladı. Başkaları gibi arkadaşlarının evine sığınmadı. Marmaris’ten havalanan uçağıyla darbenin tam merkezi olan İstanbul’a uçtu.” O/nursuz yaşamaktansa ölmeyi yeğleriz” dedi. Böylece halkıyla bütünleşti.

O gece liderinden işaret alan, kadınıyla erkeğiyle koca bir millet topyekûn meydanlara doluşmuştu. Bayram yerine döndürmüşlerdi meydanları. Kâbus gecesi düğün gecesine dönmüştü. Evvelki darbelerde böyle harikuladelik görmeyen darbeciler korkularından küçük dillerini yutmuşlardı; kaçacak delik aramışlardı kendilerine. Öfkeden çıldırmışlardı.

O gece şanlı bayrağa rüzgâr olmak için yola çıkanlar hilâlin gölgesinde toplanmışlardı. İhanetin namlusundan çıkan mermiler onları nişan alsa da gam değildi inananlar için. Bazen ölmek yaşamaktan daha gerekli ve de şerefliydi. İşte tam da böyle bir andı yaşanılan…

O gece eline ay yıldızlı al bayrağı alıp gidenler şanlı bayrağımıza sarılı olarak döndüler yangın yerine dönen evlerine. Fakat onlar ölmediler, aksine dirildiler. Bir kuş olup hakikat göklerine uçtular. Cennetin en mutena köşelerine taht kurdular. Resulullah’ın liva-i hamd sancağı altında yerlerini aldılar. Arkalarında şerefler ve şanlar bıraktılar.

O gece iyisiyle kötüsüyle unutulmazların gecesiydi. Nasıl unuturuz babasıyla meydanlara çıkan henüz 17 yaşındaki  Abdullah Tayyip’i, nasıl unuturuz gazilik mertebesine yükselen aslan yürekli Rabia’yı, nasıl unuturuz millî iradeyi bombardımana tutan alçakları, nasıl unuturuz kendi meclisini bombalayanları, nasıl unuturuz çocukların gözleri önünde babaların şehit edilişini, nasıl unuturuz tanklara meydan okuyan kahramanları, nasıl unuturuz yediği otuz kurşun otuz güle dönüşen bu çağın Ulubatlısı Ömer Halisdemir’i?..

O gece ölüme tebessüm eden yiğitler Okçular Tepesi’nin boş olmadığını bütün dünyaya adeta haykırdılar. Bayrağa rengini veren mübarek al kanıyla abdest alan yiğitler vardı o gece. Her gün kahırdan ölmektense iri, diri ve dik durup sadece bir gün öldüler.  Bizi müstemleke olmaktan kurtardılar. Onların aziz kanlarıyla suladığı bu mübarek topraklarda hürriyet tohumları filiz verdi. Onlar İslâm’ın haremgâhında nâmahremlerin dolaşmasına asla müsaade etmediler. Bizi esaret ve zillet içerisinde boynu bükük yaşatmadılar.

O gece korku nedir bilmedi meydanları hainlere dar eden cengâverler. Rabbim Bedir gazvesinde olduğu gibi korkuyu söküp aldı yüreklerinden.  O gece meydanları dolduranların her biri bir Bedriyun gibiydi. Hepsi de düğüne gider gibi, güle oynaya şehadete yürüdüler.

O gece öfkeyi ve nefreti kuşanarak kendi halkını öldürenler kaybetti, sevgi ve muhabbeti kuşanarak değerlerini ve değerlilerini yaşatanlar Hakk ve halk nazarında kazandı. O yiğitler ki gerçek zaferin öldürmeden de kazanılabileceğini tüm dünyaya bir kere daha gösterdiler. Eskiden halkın iradesine ipotek koyan darbeler, vahdetin sembolü olan ezanları sustururdu; fakat o gece Allah’ın inayetiyle ezanlar darbeleri ilelebet susturdu.

O gece vatan kurtulsun diye şairin deyimiyle bir gül bahçesine girercesine ömrünün baharında gözünü kırpmadan, asla tereddüt etmeden kara toprağa girenler vardı. Onlar ki başkomutanın “Meydanlara çıkın” emriyle ardına bakmadan yollara düşmüşlerdi. O gece adeta şimşek gibi çakıp sel gibi coşmuşlardı. Onlar düşmanı rüyada değil, topun namlusundan görenlerdi. Onlar şimdi bu vatanın kara bağrında sıra dağlar gibi durmaktadır.  Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa tarih onların eşsiz kahramanlıklarını yazmaktan yine de acizdir.