1. Giriş
Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye ekonomisi ciddi zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Neden böyle oldu? 6 Şubat Depreminin yaşandığı, Genel Seçimlerin yapıldığı 2023 yılında ekonominin karşı karşıya olduğu sorunlar ve riskler nelerdir? Ne gibi tedbirler alınmalıdır?
Bu yazımızda konu ile ilgili düşüncelerimizi ve çıkış yollarını özetleyeceğiz.
2. 2022 Sonu Görünümü
2021 yılı Eylül ayından itibaren “ faiz neden-enflasyon sonuç ” iddiası altında bilim dışı bir yaklaşımla ve siyası baskılarla Merkez Bankası’nın başlattığı faiz indirimleri sonucunda kur ve hemen akabinde enflasyonla birlikte negatif reel faiz hızla yükselmeye başlamıştır. Düşük faiz–yüksek kur politikasına dayanan ve hiçbir bilimsel mantığı olmayan bir yaklaşımla ekonominin tüm iç ve dış dengeleri hızla bozulmuştur.
2022 yılının ikinci yarısında sanayide üretim ve istihdamda gözlenen yavaşlamayla birlikte yıllık büyüme hızı yüzde 5,6 olarak gerçekleşmiştir. İnşaat, ticaret ve finans sektörlerinin büyümeye katkısı gerilemiştir. Ukrayna-Rusya savaşının etkisiyle uluslararası enerji ve gıda fiyatlarındaki yükseliş, ulaştırma ve borçlanma maliyetlerinde artış ve AB ekonomisindeki yavaşlama büyüme performansını aşağı çekmiştir.
Elimizdeki veriler Hükümetin büyük ümitler bağladığı ihracata dayalı büyüme politikasının başarısız olduğunu göstermektedir. Özel tüketime dayalı büyüme, enflasyonu ve ikiz açıkları artırmıştır. Net ihracatın büyümeye katkısı 2021 yılında 4,8 puan iken 2022 yılında 0,6 puana gerilemiştir.
2022 yılında TÜFE artış hızı yüzde 64,3 olarak gerçekleşmiştir. Ancak aynı yılın Kasım ayı itibariyle TÜFE yıllık artış hızı yüzde 84,4 olmuştur. Burada söz konusu olan yirmi puanlık düşme baz etkisinden kaynaklanmıştır. Enflasyon Araştırma Grubuna (ENAG) göre, 2022 TÜFE artışı yüzde 137,55’tir.
TCMB kaynaklı TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru (2003=100) 2021 yılı ortalaması 60,44 ve 2022 yılı ortalaması 54,58 olup TL’nin değer kaybı süregelmiştir. İkiz açıklar, dış borç yapısı ve servisi, Türkiye’nin yüksek CDS risk primi, negatif düzeyde net döviz rezervleri, borçlanma (döviz) ihtiyacı, enerji ithalatına bağımlılık, kısaca ekonominin kırılgan yapısı TL’deki değer kaybının devam etmesine neden olmaktadır.
2021-2022 döneminde dış ticaret açığı 29,3 milyar dolardan 89,7 milyar dolara, cari açık ise 7,2 milyar dolardan 48,4 milyar dolara yükselmiştir. Cari açık/GSYH oranı yüzde 0,89’dan yüzde 5,34’e çıkmıştır. Bu oran son on yılın en yükseğidir. Doğrudan yabancı yatırım (FDI) girişi 2010’lardaki düzeyinin oldukça altındadır.
Cari açığın finansmanı istikrarlı kaynaklardan kırılgan kaynaklara kaymıştır. Bu durum risklidir ve sürdürülebilir değildir. 2022 yılında net hata ve noksan kaleminden döviz girişi 25,4 milyar dolar ile rekor kırmıştır. Cari açığın yarısından fazlasını finanse eden ve rezerv birikimine katkıda bulunan kaynağı belli olmayan bir döviz girişi söz konusudur.
Dünyada artan enflasyon karşısında önemli merkez bankaları parasal sıkılaşmaya gitmekte ve politika faiz oranlarını artırmaktadırlar. Türkiye’de ise risk priminin (CDS) yüksekliği Türkiye’nin dış finansman olanaklarını daha da kısıtlamakta, maliyetleri yükseltmekte ve büyümenin finansmanı ile dış borç servislerini zorlaştırmaktadır. 29 Aralık 2022 itibariyle Türkiye’nin 5 yıllık CDS primi 513 olmuştur. Yükselen piyasa ekonomilerinde söz konusu risk primi ortalaması aynı tarihte 238 idi.
Yurtiçi talebe dayalı ekonomik büyümenin istihdam yaratma gücü çok zayıf kalmaktadır. TÜİK’e göre işsizlik oranının 2022 yılında yüzde 10,4’e gerilemesi gerçekleri yansıtmamaktadır. Geniş tanımlı işsizlik oranı yine TÜİK’e göre 2022 yılında yüzde 21,3’tür. Ne eğitimde ne de istihdamda olan genç nüfusun 15-24 yaş grubuna oranı 2022’de yüzde 24,2 olmuştur.
3. 2023 Yılı Temmuz Sonu İtibarıyla Durum
Genel seçim sonrası acil olarak çözülmesi gereken temel sorun Türkiye ekonomisinin döviz ihtiyacının karşılanmasıdır. Kapsamlı, gerçekçi bir programın ortaya henüz konulamaması, yapılan atamalara rağmen TCMB’nın bağımsız bir yapıya ulaşamaması, alınan para politikası kararlarının piyasa beklentilerinin oldukça altında kalması, bütçe giderlerinin ve açıklarının hızla yükselmesi, vergi artışları ve bunların enflasyonist etkileri 2023 yılının kalan döneminde ekonomide iyileşme beklentilerini aşağı çekmektedir.
Ülkenin dış piyasalarda itibarı çok düşük olduğu için yeni bazı atamalara ve önlemlere rağmen güven tesis edilememektedir. Nitekim CDS primi 25 Mayıs’ta 674 iken 17 Ağustos 2023 itibarıyla sadece 419’a gerilemiştir. Bu düzey gelişmekte olan ülkeler ortalamasının (219) iki katına yakındır. Dış borçlanma maliyeti açısından Libor 2022 yılı sonunda yüzde 5,48 iken 17 Ağustos 2023 tarihinde yüzde 6,04’ten işlem görmüştür.
2023 Mayıs ayında yapılan genel seçimlerini oylarında azalma olmasına rağmen kazanan AKP hükümeti ekonomi bürokrasisinde yeni atamalar yapmıştır. Ancak kadroda yapılan bu kısmi değişiklik beklendiği ölçüde para politikalarına yansımamıştır. Merkez bankası politika faizini iki aşamada yüzde 8,5’tan yüzde 17,5’e yükseltmiş, bu da piyasa beklentilerinin oldukça altında kalmıştır. Bu durum Banka üzerinde siyasi baskının devam ettiği şeklinde algılanmaktadır.
Enflasyon Türkiye’nin bir numaralı ekonomik ve sosyal sorunu olmaya devam etmektedir. Bugün Türkiye’de enflasyonun temel kaynakları; döviz kurunda hızlı değer kayıpları, negatif reel faiz, tarımsal girdi (ilaç, gübre, mazot ve tohum) maliyetlerinin yüksekliği, parasal genişleme, seçim vaatleri nedeniyle bütçe açığındaki hızlı artış ve Merkez Bankasının araç bağımsızlığını ve itibarını kaybetmesidir.
Çekirdek enflasyon, hizmetler ve gıda enflasyonunun yüksek seyrinin yanı sıra TÜFE ve YİÜFE makasının yani maliyet enflasyonunun yüksekliği enflasyonist baskıları daha da arttırmaktadır. Enflasyonist beklentilerin yükselmesi ve geriye dönük endeksleme yaklaşımının güçlenmesi enflasyonda katılık (inertia) oluşturmaktadır. Temmuz ayında yüzde 48 olan yıllık TÜFE artış hızının Ağustos ayında yüzde 58’e yükselmesi beklenmektedir. ENAG’a göre ise yıllık enflasyon artışı Temmuz ayında yüzde 123 olmuştur.
Temmuz ayında gıda fiyatlarındaki yıllık artış hızı yüzde 60,7 olarak gerçekleşmiştir. Tarım-ÜFE yıllık artış hızı ise Temmuz ayında yüzde 62,5 olmuştur. Bu iki gösterge mutfaktaki yangını ve tarımsal üretimdeki maliyet yüksekliğini yansıtmaktadır.
Enflasyonun resmi olarak açıklanan yüzde 48 düzeyinin çok daha üzerinde olduğu bir ortamda TCMB politika faizi yüzde 17,5 iken, 2 yıllık tahvil faizi yüzde 18.6, 1 ay vadeli mevduat faizi yüzde 23 seviyesindedir (11 Ağustos). Bu kadar yüksek negatif reel faiz karşısında yurtiçi tasarrufların yükselmesini beklenemez. Vatandaş sığ borsaya ve altına yönelmiştir. Konut fiyatlarının anormal yüksekliği konutu yatırım aracı olmaktan çıkarmaktadır. 2023 yılının ilk yarısında altın ithalatı geçen yılın aynı dönemine göre 5,2 milyar dolardan 16,7 milyar dolara yükselmiştir.
Diğer taraftan ticari kredi faizi yüzde 31,7, tüketici kredi faiz oranı yüzde 46,5 düzeyindedir (11 Ağustos). Yüksek faiz oranı karşısında üretime, yatırıma yönelmek mümkün değildir.
Türk-İş verilerine göre Temmuz 2023’te açlık sınırı 11.658 TL’ye, yoksulluk sınırı 37.974 TL’ye yükselmiştir. Gıda enflasyonu son bir yılda yüzde 70,44 oranında artmıştır.
Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı giderek düşmektedir. 2019-2022 döneminde ortalama yüzde 4,3 olan GSYH büyümesi irdelendiğinde; büyümeye katkılar, sermaye stokundan 5,9 puan, istihdamdan 2,8 puan ve toplam faktör verimliliğinden (TFV) sadece 0,3 puan olarak tahmin edilmiştir. 2014-2018 dönemine göre yaklaşık tüm ortalamalarda gerileme söz konusudur. Beşeri sermaye, eğitim, sağlık harcamaları, okullaşma oranı, yaşam boyu öğrenme, teknoloji, bilgi ve iletişim, Ar&Ge, yenilikçilik, kurumsal kalite ve altyapının yer aldığı TFV’nin büyümeye katkısında iyileşme sağlanamamaktadır (On Birinci Kalkınma Planı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, sayfa:36). Bu durum ekonomik kalkınma yolunda ciddi bir engel oluşturmaktadır.
Tarım sektörünün GSYH’daki payı ve büyümedeki rolü artan maliyetler nedeniyle giderek azalmaktadır. Akaryakıt, gübre, tohum ve ilaç gibi hammadde fiyatlarındaki hızlı ve aşırı yükselme tarım ve hayvancılık üretimini azaltmaktadır. Kuraklık da üretim sürecini olumsuz yönde etkilemektedir.
Depremin ekonomiye getireceği yükün 2023 yılında yaklaşık 120 milyar dolar olacağı, büyüme hızını ise 1-1,5 puan aşağı çekeceği tahmin edilmektedir. Bu yük iki yıla yayılırsa kamu borcuna her yıl yüzde 5, bunun yüzde 0,5’i vergi ile karşılanırsa her yıl yüzde 4,5 ilave getirecek demektir.
Son dönemde yavaşlayan ekonomik faaliyetler yükselme eğilimindeki enflasyonla birlikte “ stagflasyon” tehlikesini beraberinde getirmiştir. Yurtiçi talebe dayalı ekonomik büyümenin istihdam yaratma gücü çok zayıf kalmaktadır. TÜİK verilerine göre, işsizlik oranının Temmuz 2023’te yüzde 9’a gerilemesi gerçekleri yansıtmamaktadır. Yine aynı ayda geniş tanımlı işsizlik oranı (atıl işgücü oranı) yüzde 23,6’dır. Ne eğitimde ne de istihdamda olan genç nüfusun 15-24 yaş grubuna oranı 2023 yılı ilk çeyreğinde yüzde 22,4 olmuştur.
Büyümenin istikrarsız yapısı, işgücü kalitesindeki yetersizlik, özel kesimin kalifiye işgücü talebinin karşılanamaması, genç nüfusun işsizlik düzeyi, ne istihdamda ne de eğitimde olan genç nüfus fazlalığı, kayıt dışı işsizlik düzeyi ve göçmen sayısı dikkate alındığında TÜİK verilerinin gerçeklerden uzak olduğu sonucuna varılmaktadır.
Ekonomiyi şoklara karşı daha dayanıklı kılmanın bir yolu genç nüfusun beceri düzeyinin değişen işgücü piyasası koşullarına uyumunu sağlamaktır. Eğitim kalitesinin yükseltilmesi öncelikli bir zorunluluktur.
2021 ve 2022 yıllarında gerçekleşen yüksek büyüme hızlarına rağmen işgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı 2018-2022 döneminde yüzde 30’dan yüzde 23,7’ye gerilemiştir. Bu, 1998 yılından beri görülen en düşük değerdir. İmalat sanayii reel birim ücret endeksinde de son 6 yılda gerileme söz konusudur. Bu göstergeler gelir dağılımının ücretli aleyhine daha da bozulmakta olduğunu göstermektedir.
TÜİK’e göre 2022’de hane halkının en zengin yüzde 5’i en yoksul yüzde 5’ten 26 kat fazla gelire sahiptir. Bir başka deyişle, en zengin yüzde 5, hane halkı toplamının yarısının sahip olduğu geliri elde etmektedir. TÜİK’e göre 2022 yılı itibarıyla yoksulluk oranı yaklaşık yüzde 22, yoksul sayısı 18 milyon kişidir.
2023 yılının ilk altı ayında ihracat geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 2 azalırken ithalat yüzde 4 artış kaydetmiş, dış ticaret açığı 51,6 milyar dolardan 61,2 milyar dolara yükselmiştir. Aynı dönemde ihracat/ithalat oranı yüzde 71’den yüzde 67’ye gerilemiştir. Yurt içi üretim ve ihracatın girdi ve yatırım malı ithalatına bağımlılığı, aşırı değersiz TL, ithal girdi fiyatlarının yüksekliği, negatif reel faiz nedeniyle altın ithalatındaki artış, dış ticaret hadlerinin aleyhimize seyretmesi dış ticaret açığındaki temel nedenlerdir. ‘ Düşük faiz yüksek kur’ politikası ihracatı desteklememiş, cari açık hızla yükselmiştir.
Cari açık 2023 yılının ilk altı ayında 2022 yılının aynı dönemine göre 28,7 milyar dolardan 36,8 milyar dolara yükselmiştir. Toplam sermaye girişi (9,1 milyar dolar) cari açığın finansmanını karşılamamış, 27.8 milyar dolar rezerv kullanılmıştır. Aynı dönemde kaynağı belli olmayan (NHN) 7,2 milyar dolar tutarında döviz çıkışının gerçekleştiğini de belirtmek gerekmektedir.
2022 yılındaki gerçekleşmelere göre, toplam ihracatın yüzde 80,4’ünü yapabilmek için gerekli olan ithalat toplam ithalatın yüzde 89,4’üne ulaşmıştır. Bu durum, ihracatın ithalata çok büyük ölçüde bağımlı olduğunu açıkça göstermektedir. İhracatta rekabet gücü, reel ücretlerin düşük tutulmasıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Yine TÜİK rakamlarına göre ihracatın teknoloji yoğunluğunda son on yılda bir gelişme sağlanamamıştır. 2022 yılında toplam ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 3,1 ve orta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 33,8’dir. Ayrıca bu oranlarda, yıllar itibarıyla, önemli değişimler gözlenmemektedir.
2023 yılı Haziran ayında yıllıklandırılmış cari açık 56.491 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Yine Haziran ayı itibarıyla bir yılda vadesi dolacak kısa vadeli dış borç yaklaşık 206,2 milyar dolara ulaşmıştır. Buna göre, önümüzdeki 12 ayda döviz ihtiyacı 262,7 milyar dolara ulaşmaktadır.
Brüt rezervlerin (115.590 milyon dolar) vadesine 1 yıl kalan kısa vadeli dış borcu karşılama oranı Mart 2023 itibarıyla yüzde 47,5’dir. Türkiye’nin dış borçları hızla artmaktadır. 2023 yılı ilk çeyrek itibarıyla toplam dış borç stoku 475,65 milyar dolar ile GSYH’nın yüzde 49’una eşittir. Ağustos 2023 ayında swap hariç net döviz rezervi eksi 49,123 milyar dolardır.
2023 yılının Ocak-Haziran döneminde MYB (Merkezi Yönetim Bütçesi) 483,2 milyar TL açık vermiştir. Böylece yılın ilk yarısında MYB açığı, Program hedefinin (659,4 milyar TL) yüzde 73,3’üne ulaşmıştır. Faiz giderleri ek bütçe dâhil yılsonu tahmini 646,1 milyar TL’dir ve ilk altı ayda bunun yüzde 42,6’sı gerçekleşmiştir. Faiz hariç giderler genel seçim nedeniyle ilk altı ayda 2,088 milyon TL’ye (yüzde 101,3 artışla) yükselmiştir.
Bu durumda, deprem harcamaları, seçim öncesi harcamaların ve seçim vaatlerinin etkisi ile MYB açığının çok daha fazla olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunlara KÖİ yükümlülüklerini, KKM, EYT yüklerini, BOTAŞ’ın borçlarını da eklemek gerekmektedir. Bu gelişmeler altında, seçim sonrası yılın ikinci yarısında ek bütçe (tahminen 2,2 trilyon TL) yapılmıştır.
Tarım desteği yasal olarak milli gelirin yüzde 1’i kadar olmalıdır. Ancak bu rakam 2023 bütçesinde binde 3’dür.
2020 yılı itibariyle vergi yükü (toplam vergi geliri/GSYH oranı) Türkiye’de yüzde 23,9, OECD ortalaması yüzde 33,5’dir. Türkiye 38 ülke arasında 33’üncü sıradadır.
2022 yılı sonu itibariyle toplam vergi gelirinin yüzde 63,3’ü dolaylı vergiler, yüzde 36,7’si dolaysız vergilerdir.
KÖİ projeleri Türkiye’nin temel koşullu yükümlülüklerinden biridir. Türkiye Avrupa’da en büyük KÖİ piyasasıdır. KÖİ’in bütçeye yükü döviz cinsi ödeme garantileri ve komisyon ücretleri TL’nin değer kaybı nedeniyle sürekli artmaktadır.
Diğer koşullu yükümlülük Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasıdır. Adaletsiz bir yapıda gelir transferine yol açan ve Hazine’ye büyük yük getiren bu sistemin kademeli olarak kaldırılması gerekmektedir. Ancak KKM’yi eritmenin de bir maliyeti mutlaka olacaktır. Orta vadede döviz kurunda artış yaşanması, banka karlarının düşmesi ve yeni ek vergilerin gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Reformların yapılmaması durumunda yüksek risk primi ve enflasyon, TL’nin değer kaybı ve önemli miktardaki koşullu yükümlülükler nedeniyle kısa dönemde kamu borcu ve kamu borcu üzerindeki faiz yükünün daha da artması beklenmektedir.
4. Ne yapmalı?
5. Sonuç
Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’nin içinde bulunduğu ciddi ekonomik krizden çıkması mümkündür. Bu bağlamda atılması gereken adımları işbu değerlendirme kapsamında özetlemeye çalıştık.
Ekonominin düzlüğe çıkabilmesinin ön koşullarından bir tanesi de yozlaşmanın engelleneceği ve yolsuzluğa bulaşanların işinin çok zor olacağı bir sistemin kurulmasıdır. Bunun yanı sıra ekonomi yönetiminde tüm kilit görevlere iş bilen liyakat sahibi kişilerin getirilmesi, Merkez Bankası ve TÜİK gibi kurumların bağımsızlığı konusunda hiçbir kuşku bırakılmaması, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının teminat altına alınması, kuvvetler ayrılığına işlerlik kazandırılması gibi adımların yaşamsal önemi vardır.