Atatürk diyor ki:
-…”Türk ulusunun yüreğinden, vicdanından doğan ve esin veren en köklü, en açık istek belli olmuştu: “Kurtuluş!”
Bu kurtuluş çığlığı, Türk yurdunun bütün ufuklarında yansımakta idi. Ulustan başka bir açıklama istemenin yeri yoktu. Artık bu isteği, dile getirmek kolaydı. Nitekim Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ulusal istek belirtilmiş ve dile getirilmişti. Bu kongrelerin ilkelerine bağlı olduklarını bildirdikleri için ulusça vekil seçilen kişiler; hepsinden önce, bu ilkelere bağlı kimselerden ve bu ilkeleri yayan dernekle ilgisini gösterir ad ve sanda bir topluluk oluşturacaktı: “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu”. İşte bu topluluk, ulusal örgüte ve dolayısıyla ulusa dayanarak her nerede olursa olsun, ulusun kutsal isteklerini yüreklilikle dile getirecek ve savunacaktı.”
“Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu”: 4 Aralık 1918’de İstanbul’da kurulmuştur. Cemiyetin kuruluş amacı, doğu illerinde Ermenistan’ın kurulmasını önlemek, Türk-Kürt kardeşliğini sürdürmektir. Cemiyetin sayısı “30” olup, kurucuları arasında; Diyarbakır mebusları Zülfü ve Fevzi Beyler, ünlü yazar Süleyman Nazif Bey, Erzurumlu Hoca Raif Efendi ve Cevat (Dursunoğlu) gibi itibarlı şahıslar bulunmaktadır. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 10 Mart 1919’da Erzurum Şubesi’ni açmış ve asıl faaliyet merkezi Erzurum olmuştur. Erzurum şubesi 5 Mayıs’ta Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis, Van ve Erzincan’a çağrıda bulunarak milli dava için birlikte çalışma arzusunu iletmiştir. Vilayât-ı Şarkiye (Doğu Vilayetleri) Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin İl Kongresi 17 Haziran’da yapılmıştır. Milli Mücadele tarihimizin büyük dönüm noktalarından bir olan “23 Temmuz 1919’daki Erzurum Kongresi” ise Cemiyetin Genel Kongresidir.
Bilindiği üzere, Erzurum Kongresi, 10 Temmuz 1919 günü toplanması kararlaştırılmış ve ilan edilmiştir. Ancak, 9 Temmuz günü bölgedeki Mondros Ateşkes Antlaşması’nın uygulamalarını denetlemekle görevli İngiliz Yarbay Rawlinson, Erzurum’da Mustafa Kemal’i ziyaret ederek Kongre’nin iptal edilmesini, aksi halde kuvvet kullanacaklarını söyleyerek tehdit etmiştir.
Mazhar Müfit Kansu, 9 Temmuz günü Erzurum’da İngiliz Yarbay Rawlinson ile Mustafa Kemal Paşa ile yaşanan o tarihi görüşmeyi şöyle aktarmıştır:
—Rawlinson: …”İşittiğime göre, burada yarın bir kongre açacak imişsiniz?”
-…Atatürk: …”Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır.”
—Rawlinson: …”Açılmaması daha münasip olacaktır.”
-…”Atatürk: …”Kongre muhakkak toplanacak ve günüde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir. Açılamamasını tavsiye eden düşüncenize hâkim olan sebepleri bile sormayı lüzumlu görmüyorum.”
—Rawlinson: …”Kongreden vazgeçmezseniz zor kullanarak toplantının dağıtılmasına mecburiyet hâsıl olacak.”
-…”Atatürk: …”O halde biz de, mecburî ve zarurî olarak kuvvetle karşı koyar ve herhalde milletin kararını yerine getiririz. Ne pahasına olursa olsun kongreyi açacağız. Görüşmemiz bitmiştir!”
Sayın Kansu’nun anlatımından da anlaşıldığı üzere, Mustafa Kemal Paşa, İngiliz Yarbay Rawlinson’u sert ve kesin bir dille reddetmiştir. Kongre’ye Ermenistan Ordusu’nun saldırması ihtimaline karşı da Kâzım Karabekir Paşa’da askeri tedbirler almıştır. Fakat o günün şartlarında delegeler 10 Temmuz’da Kongre’ye gelemedikleri için Kongre 23 Temmuz 1919’a ertelenmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği ’ne 8 Mayıs 1919 günü atanmış ve bu atama Harbiye Nezareti tarafından bütün kolordulara bildirilmişti. Ancak, 15 Haziran 1919 günü, Mustafa Kemal Paşa’nın atanmış olduğu “9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği” yeniden hazırlanan bir talimata göre “3. Ordu Müfettişliği” ismini almıştı. Mustafa Kemal Paşa, 8 Temmuz 1919 günü 3.Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etmiş, üniformasını çıkarmış olduğundan 3.Ordu Müfettişliği ’ne “Kâzım Karabekir Paşa” atanmıştır. Bu durumu anılarında üstü örtülü olarak kabul eden Kâzım Karabekir Paşa, Kongre’nin koruyucu kumandanı olmuş, Temsili Heyeti’ne üye seçilmiş ve destekleyicisi olmuştur. Ancak “13 gün” gecikme ile 23 Temmuz 1919’da açılarak 14 gün sürecek olan Erzurum Kongre’sine katılmamıştır.
Kâzım Karabekir Paşa, anılarında Kongrenin geç açılma gerekçesinin üyelerin tam toplanamamasından kaynaklandığını göstermekte ayrıca kendisinin desteklediği Kongre’ye katılamama sebebini de şöyle açıklamaktadır; …“Henüz İstanbul Hükümetine cephe alacak zaman olmadığı için bu şekilde davranmak doğru da olmazdı. Bunun için komutan olarak aranızda yer almam uygun değildir dedim ve ekledim; Ancak Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmiş olduğu için O’nun açısından bu sakıncalar geçerli değildir.”
Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum Kongresi’ne katılamama sebebini böyle izah etmişse de, Taha Akyol, eseri “Ama Hangi Atatürk”, sayfa 55’te: …”Erzurum Kongresi’nin ikinci “sivil ayağı” , Trabzon’dur; 12 Şubat 1919’da Müftü İmameddin Efendi başkanlığında kurulan Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’dir. Cemiyetin liderlerinden Barutçuzade Ahmet Faik Efendi çok önemli ve itibarlı bir isimdir. Cemiyet; Rize, Gümüşhane, Giresun ve Ordu’da şubeler açmıştır. Milli Mücadele tarihimizin kilometre taşlarından biri olan Erzurum Kongresi’nin temelinde bu iki Cemiyetin beraber çalışmaları vardır” demekle, Erzurum Kongresi’ne katılan delegelerin sivillerden oluştuğu vurgusunu yapmıştır.
Sayın Akyol, eserinin 57’nci sayfasında ise: …”Erzurum Kongresi’ni Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Hoca Raif Efendi açıyor. Kongre’ye katılanların meslek dağılımları şöyle: 19 toprak sahibi (eşraf), 15 idareci, 13 din adamı, “ 11 asker” , 9 tüccar, 7 hukukçu, 7 eğitimci, 2 sağlıkçı ve teknisyen.
Kongre’nin en önemli kararı “Heyet-i Temsiliye” (Temsil Kurulu) denilen temsili bir kurul seçmesidir. Resmi adı “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi” dir. Heyet, başkanlığına Mustafa Kemal’i seçiyor. “Heyet-i Temsiliye” Milli Mücadele’nin temel, esasi kavramlarından biridir. Mustafa Kemal, TBMM Reisi seçilinceye kadar, “Heyet-i Temsiliye Reisi” sıfatıyla çalışacaktır. 9 Kişilik Heyet-i Temsiliye şöyledir:
…”Mustafa Kemal, eski 3. Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılma. Hüseyin Rauf Bey (Orbay), eski Bahriye Nazırı. Kâzım Karabekir, 15.Kolordu Kumandanı. Hoca Raif Efendi, Erzurum eski Mebusu. Şeyh Fevzi Efendi, Erzincan’da Nakşî şeyhi. Servet Bey, Trabzon eski Mebusu. Bekir Sami Bey, Beyrut eski Valisi. Sadullah Efendi, Bitlis eski Valisi. Hacı Musa Bey, Mutki aşiret reisi. İzzet Bey, Trabzon eski Mebusu.” Bunlardan Bekir Sami, Sadullah ve Hacı Musa Beyler telgraf haberleşmesiyle, gıyaben seçildiler. Kâzım Karabekir (Paşa) Kongre’ye katılmamış, delege olmamıştı, dışarıdan desteklemişti. Kongre bittikten sonra tüzüğün özel maddesi gereğince “Heyet-i Temsiliye’ye üye oldu.”
Atatürk, Nutuk’ta: -…”Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23’üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı.” Söyleviyle Erzurum Kongre’sinin açılış tarihini ve yerini belirtmiştir.
Ancak, Kâzım Karabekir ailesinin Saygın fertleri tarafından; …”Kurtuluş Savaşımızın önde gelen komutanlarından ve büyük devlet adamı Kâzım Karabekir Paşa’nın adını ve ilkelerini sonsuza kadar yaşatmak, çağdaş ve gelişen bir Türkiye için; sosyal yaşamın en temel gereksinmelerinden olan eğitim ve kültür alanlarında faaliyet göstermek amacıyla 02 Aralık 2002’de kurulan “Kâzım Karabekir Vakfı”na ait internet sitesinde: … “10 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresi’nin Türk Milli Mücadele’sindeki yeri ve önemi çok büyük olmuştur!” şeklinde yazmaktadır.
Vakfın ilk kuruluş çalışmaları ve faaliyet alanların belirlenmesi Vakfın ilk müdürü merhum Emekli Albay Tahir Nejat Eralp tarafından yürütülmüş olması üzerine başlangıçta “10 Temmuz” tarihinin tamamen bir yazılım hatasından kaynaklandığını düşünsem de;
“İstiklal Harbimiz” adlı eserin 77’nci sayfasında, Kâzım Karabekir Paşa’nın Erzurum Kongresi’nin 10 Temmuz’dan 23 Temmuz’a ertelenmesi üzerine özellikle; “23 Temmuz, İkinci Meşrutiyet’in ilan günüdür, Meşrutiyet Bayramıdır!” vurgulaması, Vakfın internet sitesindeki “10 Temmuz” tarihi anlaşılmış oldu.
Meşrutiyet’in İlanı ve Kutlamaları:
10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) Perşembe günü Makedonya’da Meşrutiyet’i yeniden ilan etme düşüncesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin 22 Temmuz gecesi Selanik’te Manyasizâde Refik Bey başkanlığındaki toplantısında kararlaştırıldı: Makedonya’da kent kent anayasal düzen ilan edilecekti. Nitekim 23 Temmuz’da Manastır’da Resneli Niyazi ve Enver Bey, İstanbul’a çektikleri telgrafla II. Meşrutiyet’i ilan etti.
Haber, 23 Temmuz sabahı erken saatlerde Selanik’e ulaşarak oradan da İttihat ve Terakki’nin telgraf haberleşmesi üzerindeki hâkimiyeti sayesinde tüm Makedonya’ya yayıldı. Manastır’dan sonra sırasıyla Siroz, Drama, Resne, Debre’de de ”İlan-ı Hürriyet” edildi.
24 Temmuz Cuma sabahı İstanbul halkı gazetelerin Tebligat-ı Resmiye kısmında görebilecekleri üç satırlık bir tebliğ dışında konu hakkında bilgi sahibi değildi. Bu satırlar, Meclis-i Mebusan’ın tekrar toplanmasının, seçim yapılmasının vilayetlere padişah buyruğu gereği tebliği edilmiş olduğunu ilan ediyordu ve başka herhangi bir bilgi de yoktu. Bu bilgiyi tesadüfen okuyanlar şaşkınlık içindeydi. Zaten İstanbulluların sansür nedeniyle Rumeli’deki gelişmelerden haberi yoktu. Dolayısıyla Meşrutiyet’in ilanı gibi bir beklentileri de yoktu ve merak, endişe ve güvensizlik içinde ne olduğunu anlamaya çalışıp coşkulu bir tepki göstermekte çekingen davranıyorlardı.
Oysa II. Abdülhamid “Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koyduğunu ve Meclis-i Mebusan’ı tekrar açacağını,” 24 Temmuz 1908 Cuma sabahı saat beşi çeyrek gece o sırada Selânik’te bulunan Umumi Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa’ya çektiği bir telgrafla bildirmişti. Padişahın telgraf gönderdiği haberi Hüseyin Hilmi Paşa duyuruldu. Haber, Selânik şehrine dalga dalga yayıldı. Kısa bir süre süre içinde sabah saat dokuz buçukta yaklaşık 15 bin kişiden oluşan bir topluluk Hilmi Paşa’nın konağının önünde toplandı ve Paşa telgrafı okudu. Telgraf şöyle bitiyordu: …”Padişah halkın isteklerini kabul ettiğine göre artık ittihat ve Terakki’ye ihtiyaç kalmamıştır.”
Bu sırada bir konuşmacı söz alarak hemen yanıt vermiştir: …”Halk, kendi haklarını kendi özgür iradesiyle almıştı ve meclis açılıncaya kadar politik örgütlenmelerini koruyacaktı.”
Umumi Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa tarafından okunan telgraf bitince şehirde adeta kıyamet koptu. Üç gün üç gece sürecek ve şehirdeki Avrupalı gözlemcileri şaşkınlığa uğratan heyecanlı gösteriler ve kutlamalar başladı. Selanik’te her yer İmparatorluğu’nun bayraklarıyla, pankartlarıyla donatılmıştı: “Hürriyet”, “Müsavat”, “Adalet” ve “Uhuvvet” yani özgürlük, eşitlik adalet ve kardeşlik sloganlarıyla müthiş bir bayram havası yaşanıyordu. Kanun-i Esasi’nin ilanıyla Meclis- i Mebusan yeniden açılacak ve yeni bir anayasal düzen kurulacaktı.
Dağlardan Selanik’e inen ve hükümet tarafından kelleleri için ödüller konulmuş Bulgar, Rum ve Ulah çeteleriyle Arnavut haydut ve eşkıyalar, daha düne kadar birbirlerinin köylerini basıp kadınlarını öldüren farklı ırklardan insanlar birbirlerine sarılıyor ve Türklere dostluklarını ilan ediyorlardı. Her yerde uzlaşma ve dostluk vardı. Bulgar çetelerin başı, “Dağların Kralı” unvanına sahip ‘Yane Sandaski’ şehre inmiş silahlarını İttihatçılara teslim etmiş, sonra hürriyet, adalet ve uhuvvet üzerine nutuklar atıyor, halk tarafından coşkuyla alkışlanıyorlardı.
10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) tarihinde Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edilmesiyle Türkiye’de monarşinin yıkıldığını insanlar henüz farkına varıyorlardı. Ancak özgürlük, eşitlik, adalet ve kardeşlik sloganlarıyla adeta bir bayram havası gecikmemiş, 25 Temmuz günü İstanbul’un caddeleri de bayraklarla donatılmıştı. Aralarında Türkler, Rumlar, Ermeniler, Museviler ve Bulgarların da bulunduğu 50 bin kişiyi aşkın bir topluluk iki bando eşliğinde Bâbıâli’ye sevinç gösterileri yaparak yürüdü. Ahmet İhsan (Tokgöz) o günü anılarında şöyle anlatıyordu: …”Her tarafta bayrak, mızıka (bando), nümayişçiler alayı, davul ve zurna ile dolaşıyor. Sokak nutukçuları rast geldikleri yerde durup, söylüyor, bağırıyor. Halkın hakkı vardı: Tam otuz üç sene halk kendi arzusuyla bayrak açmamış, mızıka çaldırmamış, üç kişi bir araya gelip gezememişti. Hele topluluğa karşı söz söylemek, nutuk vermek, Abdülhamid zamanında görülmüş şey değildi. Ahali böyle coşkun ve heyecanlı surette sokaklara döküldükçe, bir araya gelen üç adamı takibe çalışan polisler, şunun bunun söylediğini gizlice dinleyip jurnaller yazan casuslar şaşırıp kalmışlardı. Kalabalığın en yoğun kısmı Sirkeci’den Babıali’ye doğru akıyordu. Babıali Sadaret dairesinin tam karşısında bulunan Servet-i Fünun Matbaasının önü, başlarındaki festen dolayı, üstü kırmızı renkli ve sürekli dalgalanan bir adam tabakası olmuştu. Arabalar adam yığınlarının önünü kesip yol açamıyorlardı… Hürriyet nümayişçileri faytonlara dolmuşlar, arabaların fenerlerine Türk bayraklarını asmışlar, tekerlekleri ve körüğü çiçeklerle donatmışlardı. Nümayişçiler göğüslerine de hamaylı gibi kırmızı beyazlı geniş kordonlar sarıp üstüne “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” kelimelerini işlemişlerdi. Nümayişçi arabaları saraya kadar gidiyor, Yıldız yolunu dolduruyordu. Yer yer dolaşıyor, uzak mahallelere bile giriyorlardı. Bütün İstanbul yerinden
Gösteriler ve kutlamalar Edirne, Bursa, Konya, Kayseri, Mersin, Adana, Samsun, Trabzon, İzmir, Diyarbakır, Harput, Şam başta olmak üzere yurdun hemen her yerinde yapıldı. Meşrutiyet’in vaatleri “Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik, Adalet” ve estirdiği özgürlük havası başlangıçta Osmanlı’nın tüm toplum katmanlarından olumlu bir karşılık bulmuş ve sevinçle karşılanmıştı. Osmanlı’nın merkezi ve baskıcı yönetim sistemi son bulacak, başta her alanda liberal uygulamalarla, temel hak ve özgürlüklerin gözetilmesiyle, her kesime eşit mesafede yaklaşarak birlik ve beraberlik içinde yaşanacaktı. Farklı etnik kimlikler eşit haklardan yararlanacak ve eşit vatandaş olacaktı. Bir Osmanlılık ruhu inşa edilecekti.
Batılılaşma ve modernizm konusunda atılacak kararlı adımlar başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa’dan destek bulacak böylece Osmanlı’nın parçalanmasının önüne geçilmiş olunacaktı. Osmanlı’da bir bayram havası esiyordu ki zaten II. Meşrutiyet’in ilan günü olan 24 Temmuz ilk “Milli Bayram” olarak kabul edilmişti.
İkinci Meşrutiyet’in İlk Milli Bayram Oluşu:
Hürriyetin ilanının bir “Osmanlılık” ruhu yaratarak milletin birliğini sağlayacağı umutları zirveye ulaştı. 1 Eylül 1908’de Yeni Edirne gazetesinde yayımlanan bir şiir bu duygu ve ümitleri en iyi şekilde ifade etmekteydi:
“Ey sevgili asker / Ey şanlı birader / Ey kalbi büyük Türk / Ey ruhu temiz Türk / Ey Ermeni kardeş / Bulgar vatandaş / Ey Musevi dader (kardeş) / Ey Rum birader / Geliniz toplanalım eğlenelim / Geliniz oynaşalım zevk edelim / Vatana millete en şanlı düğün / En mukaddes bir İyd (bayram) işte bugün.”
Bu umutları sürdürebilmek için 10 Temmuz’un her sene kutlanacak bir “İyd-i Milli” yani “Milli Bayram” olması fikri düşünüldü. Ancak o günlerde Meclis-i Mebusan’da Osmanlı’nın kuruluş günü olarak kabul edilen Kanunısaninin 14. gününün (27 Ocak) “Milli Bayram” olması önerisi görüşülüyordu. İstanbul Mebusu Hüseyin Cahid Bey, Osmanlı’nın kuruluş günü yerine Osmanlılar için birinci övünç kaynağı olan 10 Temmuz’un “Milli Bayram” olarak kutlanması gerektiğini ileri sürdü. Uzun tartışmalardan sonra Meclis-i Mebusan’ın 22 Haziran 1325 (5 Temmuz 1909) tarihli oturumunda: -“10 Temmuz tarihinin Resmi Bayram olması ve her sene kulamalar yapılmasına dair Kanun” kabul edildi ve 6 Temmuz 1909 tarihli Takvim-i Vakayi gazetesinde yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece Meşrutiyet’in ilan edildiği 10 Temmuz (23 Temmuz) tarihi, Osmanlı Devleti’nin ilk “İyd-i Milli”si ya da “Milli Bayramı” olarak 1909’dan itibaren kutlanmaya başlandı. Bununla, askeri geçit törenleri, vatan marşları ve milli bayrak öğeleriyle Osmanlılık bilinci ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan farklı unsurları “Osmanlı” kimliği altında toplayarak birlik duygusu yaratabilmek amaçlanıyordu.
Aşağıdaki görselde: Hürriyet Bayramı 1. Yıl Kutlama Programı Afişini görmekteyiz; “10 Temmuz İyd-i Milli programıdır.”
İlk kutlama için İstanbul’da ve diğer vilayetlerde çok yoğun hazırlıklar yapıldı. İlk “Milli Bayram” törenlerinin emsalsiz olması amaçlanıyordu. Özellikle de Rum, Ermeni ve Musevi cemaatleri ile bunların dini liderlerinin kutlamalara katılması için gayret gösteriliyordu. İstanbul’da şenlik tertibatı için Teşrifat-ı Sadaret ve Teşrifat-ı Askeri heyetleri kuruldu. Heyet yaptığı toplantılar sonucunda bir şenlik programı hazırlayarak bunu kamuoyuna duyurdu. Resmigeçit töreni Şişli’de Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde icra olunacaktı. Şişli’deki resmi törenler dışında şehrin farklı yerlerinde belediyeler de farklı eğlenceler düzenleyecekti. Örneğin, Üsküdar Belediyesi, 10 Temmuz günü muhtelif mekteplerden seçilen talebeler, kilise heyetleri ve muhtelif kulüplere mensup heyetlerin Üsküdar’daki Tekâmül Kulübü’nde toplanarak kutlama yapacaklarını ilan etmişti. Şenlik günü İstanbul’un çiçekler ve bayraklarla baştanbaşa süslenerek aydınlatılması Sarayburnu tarafından başlayacaktı. Kız Kulesi önüne iki duba konulacak ve buradan havai fişek gösterisi yapılacaktı. Ertuğrul ve İzzeddin vapurları ve Haliç’te demirli bulunan diğer gemiler de 10 Temmuz günü Dolmabahçe’nin önüne gelip projektörleriyle bütün İstanbul’u aydınlatarak kutlamalara katılacaktı.
10 Temmuz 1325 (23 Temmuz 1909) günü ilk kutlamalar gerçekleşti. Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde Padişah’ın katılımıyla başlayan tören rengârenk sancaklar, levhalar ve kırmızı beyaz kurdeleler ile süslenmiş caddelere yapılan resmigeçitle sürdü. Katılanlar arasında Mahmut Şevket Paşa ve Goltz Paşa da vardı. Törende 12.500 asker hazır bulunmuştu. Gece fener alayları yapıldı. Sarayburnu’nda yapılan eğlencelere yaklaşık 50 bin kişi katıldı. Benzer törenlerle bayram diğer şehirlerde de büyük coşkuyla kutlandı.
1910 yılında bütün resmi daireler tatil edildi ve kutlamaların bir öncekinin fevkinde olması için gayret gösterildi: “Birbirinin boynuna sarılma, öpüşme, yurttaşını yüreğine basma” teması yine yoğun olarak işlendi. Gösterilere bu kez donanma de katıldı.
Meşrutiyet’in üçüncü senesi kutlamalarına ait 1911 tarihli büyük boy afiş, kutlamalara verilen önemi ve özeni göstermesi açısından fevkalade önemli bilgiler vermekte. Çok ciddi bir hazırlık yapıldığı ve en ufak teferruatın dahi talimatnamede kutlama merasimi programı sorumlu idareciler, konuşma yapacak kişiler, merasim öncesi toplanma, yürüyüş düzeni, yürüyüş sırasında kılık kıyafet, söylenecek marşlar zaman akışı dahil olmak üzere belediye çavuşları, bakırcı, kendirci, ekmekçi ve sair esnaf ve rençper de geçit törenine katılmaktaydı: -“Her bir esnaf, elbise-i milliyeleriyle ve mümkün mertebe davul ve zurnalarıyla ve kendilerine mahsus loca ve sancakları ve tulumba takımları ve arzu ettikleri takdirde arabalarıyla beraber geçecektir.”
Ayrıca Ermeni ve Rum gençlik kulüpleri fasıl takımlarıyla hürriyet marşları ve ezgileri çalarak resmigeçide katılacaklardı.
Şehir tarihimize bir katkı olarak birinci yıl kutlama programının 28. maddesi şöyleydi: -“İyd-i milli merasiminin icra edileceği işbu mahalle “Hürriyet Meydanı” namı verilecek ve bilahare sütünü rekz edilmek üzere şimdilik bir levha talik edilecektir.”
Yani bilinenin aksine Abide-i Hürriyet anıtı o gün (23 Temmuz 1911) açılmamış sadece levhası konulmuştu.
Ardı ardına patlayan Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Harpleri nedeniyle sonraki kutlamalar giderek ilk ihtişamlarını yitirecekti. 1913 yılı kutlamaları Edirne ve Kırklareli’nin kurtarılması nedeniyle coşkuyla geçmişti. Keza 1914 yılı Levent civarında özel olarak düzenlenen ordugâhta askeri resmigeçit yapılarak halkın büyük ilgisiyle kutlandı. Otağ-ı Hümayun ’un sağ tarafında Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın sol tarafında Müşir Osman Paşa’nın yer aldığı resmigeçit “İşkodra Fırkası” tarafından icra edildi.
Aşağıdaki görselde: Hürriyet Bayramı 5. Yıl Kutlama Programı Afişini görmekteyiz; …”Meşrutiyet-i Osmaniye’nin beşinci sene-i devriyesine müsadif 10 Temmuz sene 328 yevm-i mübeccelinde icra edilecek merasim-i mahsusa programıdır.”
1915 ve 1916 törenleri savaş hali dolayısıyla sönük geçti. Kaldı ki artık Osmanlılık bilinci ve kardeşlik temaları tuz buz olmuş, Osmanlı milletini canlandırma özleminin bir hayal olduğu kesin olarak anlaşılmış ve Türkçülük fikrine yönelinmişti. Her şeye rağmen kutlamalar 1917 ve 1918 yıllarında da devam etti.
1919 yılında 10 Temmuz milli bayramı dolayısıyla tören yapılması hükümet tarafından yasaklandı. Sadece resmi ve özel binalar süslenerek gece de aydınlatılacağı bildirildi. Keza 1920 yılında işgal altındaki İstanbul’da tören yapılması yasaklandı. Sadece resmi dairelere bayrak çekilmesiyle yetinildi. 1921 yılı da kutlamasız geçti.
Resmi dairelerin tatil edildiği 10 Temmuz 1922’de Berber Esnafı Cemiyeti Beykoz’da bir seyran düzenleyerek milli bayram kutlama geleneğini sürdürmeye çalıştı. Berberler, önlerinde Darüleytam mızıkası olduğu halde, Bâbıâli, Sirkeci yoluyla Köprü ’ye inerek Anadolu isimli vapurla Beykoz’a gittiler. Ayrıca Ankara Hükümeti 23 Nisan’ı milli bayram ilan etmiş olmasına rağmen, 10 Temmuz Ankara’da Büyük Millet Meclisi önünde bir resmigeçit tertip edilerek kutlandı ve yalnızca toplar atıldı ve davullar çalındı. İstanbul’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin düzenlediği törenle kutlandı.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra da ilk Milli Bayram “Hürriyet Bayramı” adıyla resmi olarak kutlanmaya devam edildi.
1924 yılında 23 Temmuz Hürriyet Bayramı, vilayet, şehir, belediye ve diğer resmi ve özel müesseseler tatil edilip bayraklarla donatılarak kutlandı. Benzer uygulama 1925 yılında devam etti. Bu yıllarda Meşrutiyet Cumhuriyet’e açılan aydınlık yolun ilk adımı olarak yorumlanıyor ve kutlanıyordu. Ancak 1926 yılı kutlamalarına ve gazete haberlerine Mustafa Kemal’e yapılan İzmir Suikast teşebbüsü gölge düşürdü. Zaten resmi tatil olan Cuma günü İstanbul bayraklarla donatıldı ve top atışlarıyla bayram kutlandı. 1927 yılından itibaren bayram resmi tatil ve şehrin bayraklarla donatılması şeklinde kutlanmaya devam edildi. Resmigeçit yapılmamakla beraber bando konserleri, balolar, danslı kır eğlenceleri, yardım amaçlı rozet dağıtımları gibi etkinliklerle ilk milli bayramımız kutlandı.
Bayrama ve Meşrutiyet’e ilk muhalefete Vakit gazetesinin 1933 yılı 23 Temmuz tarihli nüshasında, Meşrutiyet’in 25. Yılı münasebetiyle Sadri Etem’in kaleme aldığı yazıda rastlıyoruz: -“10 Temmuz, İmparatorluğun temellerine su bastığı gündü. Vaveyla, feryat, öpüşmeler, sarılışmalar batan bir geminin su üstünde kalan kısmındaki insanların feryadı idi. Bu feryat heyecanlı idi. Çünkü bastıkları yerin adım adım çöktüğünü hissedenler heyecandan başka her şeyi kaybetmişlerdi.”
23 Temmuz tarihinin resmi bayram olduğu son yıl 1934 yılıydı. Bu yılda İstanbul basını bayram sayfalarına taşımakla beraber asıl hürriyetin Mustafa Kemal Paşa tarafından elde edildiğini vurgulamışlardı.
1935 yılında 27 Mayıs tarihinde yürürlüğe giren 2739 sayılı “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller hakkında Kanun” gereğince “23 Temmuz Hürriyet Bayramı” bayram olmaktan çıkarıldı. Böylece, 26 yıl resmi bayram olarak kimi kez büyük bir coşkuyla, kimi kez mütevazı bir şekilde kutlanan ilk milli bayramımız, “Hürriyet Bayramı”, tarihin sayfalarında unutulmaya terk edilmiş oldu. (Bakınız: Gazanfer İbar, “Meşrutiyet’i Çok Sevmiştik”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, Sertifika No: 40077)