“Aklın Süsü Dil, Dilin Süsü Sözdür.” Yusuf Has Hacib

Anlatım sorumluluğu: Araştırılmış doğru bilginin ya da verinin en sade, samimi ve yalın hali ile karşı tarafa aktarılması olarak canlanıyor zihnimde… Kalemden akan, dudaklardan dökülen sözcüklerin -ister yazılı ister sözel olsun- özenle seçilmesini gerektiren bir sorumluluk… Üstelik de sadece bilgiyi aktarmak değil, anlaşılır olması gerektiğinin bilinciyle kibirden uzak bir şekilde anlatma sorumluluğu…

Aslında yaptığımız her işin, attığımız her adımın düşünülerek ve özenle can bulması gerektiğine inanıyorum. Hatta birkaç adım sonrası da düşünülerek. Satranç oynamak gibi… Matematik tam da kalbinde saklı… “Ben bunu yazarsam, bunu söylersem sonucu ne olacak?” diye sorarak… Bu sorumluluğu atlayarak sonuçları düşünmeden eyleme geçtiğimizde, dönüp yıkılan dökülenleri toplayan oluyoruz.

Yalınlık tam da burada devreye giriyor. Karmaşık uzun cümleler kurmadan, dolaylı anlatımdan, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” tarzı söylemlerden uzak durarak yakalanıyor sadelik.

İnsanlar neden bu kadar uzun ve karmaşık cümleler kuruyor sahi? Zeka testi gibi bir şey mi? Karşımızdakinin akıllı olup olmadığına, karmaşıklığı anlarsa veya çözerse mi değer vereceğiz veya itibar edeceğiz? Ya da ne kadar karmaşık konuşursak üstünlüğümüz mü ispatlanmış olacak?

Samimiyet = Özen

Samimiyet, söylenen, yazılan ve aktarılan içeriğin diğer özü bence. Ve her birimiz bundan son derece sorumluyuz. İşe ilk başladığım yıllarda – yazılı olmayan kurallar/değerler içerisinde yer alırdı – “laubalilik ile samimiyet arasındaki ince çizgiye dikkat et kızım” cümlesini duymuştum. Ne çarpıcı değil mi? O kültürde yaşadığım, evrildiğim için o kadar şanslıyım ki! Saygının sadece sözde değil, yazdığın mektupta, davranışta, duruşta var olduğunu görmek. Üstelik bunu özümsemiş, sahiplenmiş rehberleri görmek, birlikte çalışmak ve örnek almak… İnanın muhteşemdi.

Ben samimiyetin önyargısız, had veya başka bir deyişle sınırların bilindiği, yapıcı ve birleştirici bir iletişim unsuru olduğuna inanıyorum ama en önemlisi özen. Özenli iseniz samimisinizdir benim için. Çünkü aktaracağınız, anlatacağınız veya kurumsal versiyonu ile vereceğiniz geri bildirim samimi ise, kesin davranış değişikliğine sebep oluyor ve eyleme dönüyor (istisnaları hariç tutuyorum). Samimiyet/özen içinde şefkat ve cömertlik barındırıyor çünkü. Ve en önemlisi birkaç adım ötesini düşünerek eyleme geçmek gerektiğini hatırlatıyor.

Gerek sözde gerek yazıda zarif ve özenli olmaya çok özen gösteriyorum. Çünkü okuyan ve dinleyen kişi ve kişiler de en az benim kadar bu özeni ve zarafeti hak ediyor. Dört Anlaşma kitabının ilk anlaşmasında “Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç” yazar. Sonra şöyle devam eder, “Söz, insan olarak sahip olduğumuz en güçlü araçtır; söz büyü aracıdır”. İki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir; etrafınızdaki her şeyi yok da edebilir.” Tasavvufta ise “Sözcükler sendeyken senin esirin, dışa aktarıldığında ise sen onun esirisin” denir. Kelimeleri özenle seçmek, doğru ifade ile anlatmak çok basit görünse de inanın çok emek istiyor, tecrübeyle sabittir.

Kendi yazılarımı yayınlamaya karar verdiğimde benim önümdeki “ben” durmadan şunu söylüyordu. Bunca yazar, bunca bilim insanı, kişisel gelişimci, doktor, edebiyatçı zaten yazdılar! Yeni ne söyleyeceksin ki? Söylenmesi, anlatılması gereken her şey zaten anlatılmadı mı? Hem sen onlardan farklı ne yazacaksın ki? Ya mükemmel olmazsa? Mükemmellik de neyse… Sonra o yazar, bilim insanı, iş insanı ve masal anlatıcılarını dinlerken, okurken veya izlerken farkettim ki: Onlar da benim yaşadıklarıma benzer deneyimler edinmişler ve aktarıyorlar. Her biri birbirinden farklı onlarca deneyim. Paylaşılmasından daha güzel ne olabilirdi? Hem paylaşmak da bir sorumluluk değil mi? Sonra “yapabileceğinin en iyisini yap ve paylaş” dedim kendime. Ne de iyi yapmışım. Çeşitlilik canlılığın devamı için tek gerçek ise çeşitliliğe katkı yapmanın keyfi de paha biçilmez. İtiraf ediyorum o zamanlar bu bilgelik/farkındalık ile hareket etmedim ama içerilerde bir yerde var olduğunu görüyorum bugün. Kim bilir, belki de kişisel menkıbemi gerçekleştirme isteği en itici güç olmuştur.

Soru Sormak Neden Önemli?

Anlatımlarımda ve yazılarımda sorulara çokça yer veriyorum. Çünkü ancak o sorular bizleri cevap aramaya, cevabından korktuğumuz sorular sormaya, duymak istemediğimiz gerçekleri görmeye, … ve doğal olarak düşünmeye zorluyor. Çok kalabalık, uzun cümleler yerine sorularla hem ahkam kesmiyor, hem akıl vermiyor, hem de bilmişlik (!) taslamıyor insan. Sadece düşünme eylemine sevk ediyor. Düşünmek de beraberinde davranışsal bir dönüşüme evriliyor çoğunlukla. Dönüşüm ise o cesur adımı atmakla oluyor (Benim tabirimle bilyeyi yuvarlamakla).

Anlaşmanın dördüncüsü olan “Daima yapabildiğinin en iyisini yap” başlığı benim mükemmellik tanımıma bambaşka bir boyut kattı. Beni gerçekten eyleme geçiren, çok zorlayan, dönüşürken de en çok canımı acıtan başlık olduğunu itiraf etmeliyim. “Uygulama kişiyi ustalaştırır” diyor, “tekrar ve eylem fark yaratır” diye ekliyordu. Beni alıkoyanın eyleme geçme cesareti olduğunu fark ettiğimde artık buna bir son verip yazdıklarımı yayınlamaya başladım. Hiç kimseye olmasa bile kendime sorumluydum. Bir deniz yıldızı ise dokunulacak olan, neden bir deniz yıldızına ilham olmayayım ki? Neden kendime karşı olan sorumluluğumu yerinde getirmeyeyim ki? Hiç kimse okumasa bile, üretmenin, bilginin peşinden giden ve o bilgiyi yaşananlarla harmanlayıp başka bir bakış açısı ile yazan olmayı seçtim ve bunun muhteşem bir duygu olduğunu yeniden fark ettim.

Farklı görüşlerde olsanız bile saygılı, ölçülü, kabul eden bir üslup sizi her zaman gölge gibi takip etmeli diye düşünüyorum. Ne dediğinizden çok nasıl dediğinizin önemini anlamak, farkında olabilmek çok büyük bir sorumluluk.  Ben bu yazıyı ilk kaleme almaya başladığımda annem hayatta idi. Onu ebedi ikametine yolcu ettikten sonraki farkındalığım çok daha çarpıcı oldu. Çünkü kardeşlerime, oğluma ve aileme karşı, paylaşımlarımdan kaynaklı sorumluluğum daha baskın hale geldi. Hem kendi sınırlarımın farkına vardım hem de söyleyeceklerimin/yazacaklarımın sorumluluğunun… Anlatım sorumluluğu tam da burada girdi devreye hani yukarıda satranç gibi demiştim ya. İşte tam da öyle. Suya atılan taş ve yarattığı dalgalar gibi düşünün…

Yusuf Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür” dizeleri ile bitireyim. Üzerinde günlerce düşündüğümü hatırlıyorum. O kadar yalın bir anlatımdı ki bence anlatım sorumluluğunun benim için en güzel, en anlamlı örneklerinden biriydi.

Annemin anısına…