Çoğumuz anneliğin kutsal olduğuna dair yerleşik bir inanç taşırız, ama acaba annelik gerçekten de kutsal mı? Gelin anneler günü arifesinde bu konuyu masaya yatıralım.
Anne olanlar ve hatta olmayanlar için bile annelik tartışmasız biçimde en zor zanaatlardan biri. Zira her şeyiyle kendisine muhtaç olan bir varlığa sürekli göz kulak olmak zorunda kalmak hiç de kolay değil. İnsan yavrusunu taşımak, doğurmak, beslemek, yıkamak ve yağlamak büyük ölçüde annenin işi. Üstelik 1 yıl değil, 5 yıl değil, 15 yıl bile değil bu bakımın süresi. Yavru evden göçene kadar ve hatta sonrasında bile bitmeyen bir bakım süreci annelik. Her şeyden önce “zihinsel bir yük” olarak, anne yaşadığı sürece devam edecek bir iş. Üstelik ne istifası var ne de emekliliği. Yani “ben artık bu işten sıkıldım, ayrılmak istiyorum” diyemiyorsunuz. Ya da “20 yıldır çalışıyorum ve yoruldum, artık emekliye ayrılmam lazım” da diyemiyorsunuz. Söz konusu bakım yükü yalnızca annelerin çektiği bir yük değil elbette ama insanlarda ve diğer memelilerde “annenin yeri başka!”
İnsan canlısı için anneliği zor kılan şey yavrunun erken doğması. İnsan yavrusu diğer memelilere göre daha az gelişmiş halde doğduğu için yetişkin olma, yani kendi başının çaresine bakabilecek duruma gelme süresi diğer canlılara göre hatırı sayılır derecede uzun. Karında taşıma ve emzirme süreçleri tüm memelilerde var ve gerek hamilelik gerek de emzirme, anne ile bebek arasında yoğun bir bağ kurulmasına neden oluyor. Söz konusu bağ hormonlar sayesinde kuruluyor ve özellikle sevgi ve bağlanma hormonu olarak bildiğimiz oksitosin hormonu memeli annenin çocuğuna bakabilmesini sağladığı için son derece önemli. Oksitosin olmasaydı bebeklerimize bu kadar iyi bakım veremezdik, zaten hormonlar tam da bu yüzden var değiller mi? Canlılığın devamı için!
Tavuklar insanların korkaklıkla özdeşleştirdiği hayvanlar olmalarına rağmen anne olduklarında durum tamamen değişir. Normalde sizden fellik fellik kaçan tavuk, yavruladığı zaman aslan kesilir. Yavrularına gelebilecek tehditler karşısında son derece saldırganlaşır. Sadece tavuklar değil, yavrularını korumak için “zebralar timsahların ağzını burnunu dağıtır, zürafalar aslanlara tekme atar, antiloplar sırtlanların karnına boynuz takar, yunuslar köpekbalıklarının böğrüne pis burun vuruşuyla dalar… Avuç içi kadar kuşcağızlar yuvalarına doğru sinsi sinsi ilerleyen kolum kadar yılanları gagalayıp pençelemekte hiç tereddüt etmezler” . Ve benim gibi yazarlar, yavruları istediği için yazılarına yukarıdaki gibi ekler yapar. ( Annelerle ilgili yazdığımı gören oğlum, çok sevdiği bir kitapta okuduğu cümlelere de yer vermemi istediği için yukarıdaki alıntıyı yaptım. Ne yaparsınız, anne yüreği… :))
Velhasıl anne hayvanlar yavruları için gözlerini kırpmadan kendi varlıklarını tehlikeye atabilirler. Bunun nedeni ise sağkalım itkisidir. Anne de her canlı gibi ölecektir, kalıcı olması ancak genlerinin yaşaması ile mümkün olabilecektir. Elbette bunu bildiğimiz için yavrularımızı koruyor değiliz, fakat mekanizma canlılığın devamı üzerine kurulu ve bu nedenle döl bırakıyor ve bıraktığımız döllerin hayatta kalması için elimizden geleni yapıyoruz.
Annelerin ve babaların çocukları için kendi varlıklarını feda edebilmesi bizlere onların çocuklarını koşulsuzca sevdiğini düşündürür. Oysa anne-babalar çocuklarına koşulsuz sevgi duymaz. Aslında çoğu ebeveyn çocuklarını kendi uzantıları gibi gördüğünden onların kendi çizgilerinin dışına çıkmasına tahammül edemez. Kendi inançlarını, ideolojilerini, ahlak kurallarını benimsemeyen çocuklarına son derece acımasız davranan, hatta onları evlatlıktan reddeden ebeveynlere rastlamış olabilirsiniz. Bu durum sandığımızdan çok daha sık yaşanıyor ve koşulsuz sevgi mitini yerle bir ediyor.
Aslında koşulsuz sevgi var, ama anne babadan çocuğa değil bu katışıksız sevgi. Tam tersi, çocuktan anne babaya! Sanılanın aksine ancak çocuklar anne babalarını onlar her ne yaparlarsa yapsınlar sevmeye devam eder, çünkü başka seçenekleri yoktur. Ne var ki çocuklar da büyüdükçe başka alternatifleri olduğunu görüp anne babalarını reddedebilir ancak çocuğun ebeveyne duyduğu sevgi ve bağlılık, ebeveynin çocuğa duyduğundan çok daha fazladır.
Anneliğin kutsal olduğuna inanmamızın nedeni, annelik yükünü hafifletmek için manevi desteklere ihtiyaç duymamız. Bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmek o kadar büyük bir yük ki, bu yükün altında ezilmemek için motive olmaya ihtiyacımız var. İnsan kültürü de bu motivasyonu sağlamak için anneliğe kutsiyet atfetme yoluna gidiyor. Doğurganlık hiç şüphesiz insan türünün devamı için son derece önemli, bu nedenle pek çok kültürde kutsanıyor. Bu durum hem annelerin içini ferahlatıyor hem de yükün büyük kısmını annelere yüklediği için babaları rahatlatıyor. Ama sanırım hiçbir anne babalığın da kutsal kabul edilmesine ve böylece erkeklerin çocuk bakımında daha fazla sorumluluk yüklenmesine itiraz etmeyecektir. Ne dersiniz, babalık da kutsal olsun mu?
Neyi kutsal kabul edeceğinizi elbette en iyi siz bilirsiniz ama bana öyle geliyor ki annelik, babalık ve çocukluk üçlüsünden biri kutsal kabul edilecekse o “çocukluk” olmalı. Çünkü çocuklar hepimizden daha saf, masum ve sevgi dolular. Büyüdükçe kirleniyoruz çünkü kirlenerek büyüyoruz. Büyümeyenlere lafım yok, zaten çocukluğun da anneliğin de babalığın da en güzelini onlar yaşıyor. Çocuk olmanın kıymetini bildikçe insanlığımız kutlu oluyor ve bizler mutlu oluyoruz.
Anneler gününüz kutlu olur mu bilmiyorum ama, eğer varsa çocukluğunuz kutlu olsun.
Sıradaki yazımız sizin için geliyor: İşçisin Sen İşçi Kal!