Yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. ABDiçin hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak
yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. Oysa, ulus-devlet yapılanmasıiçinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır,
dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. ABD’nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesindeyer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. Bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman ABD’ne (CIA) muhataptır. Dolayısıyla istihbari gizlilik sadece bu üst kesim için sözko-nusudur. Daha altta yer alan bölge imamları, il-esnaf-semt-ev imamları, ortaokul-lise ağabeyleri, serrehberler ve şakirtler, cemaatin özgün gizlilik kuralları çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Örneğin, ışıkevlerinin gizliliği, en az emniyetteki kadroların gizliliği kadar önem taşımaktadır. Yurtdışı faaliyet göstermeye tamyetkili muhatapların mutlaka kod adları (alias) bulunmaktadır. Örneğin, hocaefendilerinden birinin Türkçe kod adlan arasında ‘Abdülfettah Şahin’, ‘***’ (üç yıldız), ‘M olla’, *Dahhak’ (arapça gülen anlamında) bulunmaktadır (CIA nezdinde geçerli İngilizce kod adları henüz deşifre olmamıştır.) (1)
Fettullah Gülen’in gerek yazdıklarından ve gerekse görüntülü konuşmalarından, müritlerine “Adliye” de kadrolaşmayı hedef gösterdiği bilinmektedir. Fettullahçıların “Adliye” ye ilk sızma girişimleri CHP – MSP koalisyonu dönemine kadar gitmektedir. 12 Eylül sonrasında “Adliye”deki kadrolaşma çabaları sonucunda yargı mensupları arasında” gümüş yüzüklü” olarak adlandırılan bir grubun giderek güç kazandığı kaydedilmektedir. Örneğin istihbarat birimlerinice hazırlanan ve basına da yansıyan raporda”Adalet Bakanlığı’nda 250 kadar irticacı ve bölücü personel bulunduğu” örneklendirilerek belirtilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ise Fettullah Gülen cemaatinin devletin bütün kurumlarına olduğu gibi yargıya da sızdığını vurgularken TSK’nın geçen Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) 11 fettullahçıyı ordudan attığına dikkat çekmiştir. Kıvrıkoğlu’nın ardından dönemin Danıştay Başkanı Erol Çırakman’ın aynı konudaki açıklamaları, kamuoyunda şok etkisi yaratmıştır:
“Yargının içinde Fettullahçılar var. Bu konuda duyumlar var. Bir dönem hakim ve savcı alımında tarikatların etkili olduğu söyleniyor. İdari yargıda da Fettullahçıların olduğu yönünde duyumlar var. Yine bir dönem hakimlik ve savcılık mesleği istihdam alanı olarak kullanıldı. Söylediğim gibi 100 hakim alınacak dendi sonradan bu sayı 350’ye çıkarıldı. Bir dönem mülkiye ve hukuk mezunu imam hatip lisesi kökenlier, kaymakam ve hakim oldu. Bunlardan hâlâ görevde olanlar var. Hakim ve savcı alımında çok titiz davranmak gerekir. Yargıya kaliteli, bilgili ve yetişmiş kişilerin alınması gerekir. Marjinal yapıda kişiler alınamaz. İdeal tipte verilen bilgiler, İslam dinine ilişkindir. Din dogmalara dayanır. Oysa yargı dogmalara değil normlara dayanır. Hakim ve savcı olmak için demokratik ve açık fikirli olmak gerekir. Aksine kişiler yargıyı zayıflatır.
Bu gruplar planlı ve programlı hareket ettiler. En parlak seçkin ve çalışkan öğrencileri mülkiyeye, hukuka gönderdiler. Bunlar hakim, savcı, kaymakam oldular. Polis oldular hatta en dirençli yer olan askerlerin arasına bile sızdılar. Nasıl RP’li birinin Adalet Bakanı olduğu yere sızması lar. En güç temizlenecek yargıdır. (2)15 Temmuz 2016 tarihinde bir toplantıya katılmak amacı ile Ankara’da bulunuyordum. Bir hafta kadar önce Cumhuriyet Savcılığı İzmir’de görevli bazı askeri personel için FETÖ’cü olmaları gerekçesi ile gözaltı kararı çıkartmış, soruşturma başlatmıştı. Bazılarının yakalandığını, bir kısmının ise adreslerinde bulunmadığını basından öğrenmiştin. ABD yani NATO destekli FETÖ’nün paniklediği çok açıktı. Bu durumdan kurtulmak için ağababalarının mutlaka bir planları vardı. Yani Ankara kıpır kıpırdı. Temmuzun o bunaltıcı sıcağında ortam birçok şeye gebe idi.
Bu arada Yeni Şafak gazetesinden beni arayarak röportaj yapmak istediklerini söylediler. Açıkçası önce onlara röportaj vermek istemiyordum çünkü Ergenekon kumpası sürecinde FETÖ’nün vatanseverler hakkındaki palavralarına fazlası ile itibar etmişlerdi hatta şahsım hakkında epey de yayın yapmışlardı. Ama konu FETÖ olunca her kesimden vatandaşa sesimizi duyurabilmek amacı ile kabul ettim.
Saat 15.00 sıralarında gazeteye gittim. Yukarıda belirttiğim isteksizliğimi de kendilerine açık bir şekilde anlattım. “Komutanım biz de yanılmuşız.” anlamında bir şey söylediler ve sohbete başladık. Onlara FETÖ tehlikesinin boyutlarının ne kadar büyük olduğunu örnekler vererek anlattım. Hafife alınmaması gerektiğini, bunların aslında dinle, imanla, hayır hesanatla ilgileri olmayan bir terör oluşumu olduğunun altını çizdim. “Bunlar patronları ABD’nin emri ile her an bir darbe ile işgal girişiminde bulunabilirler.” diye de edkledim.“Devletin ve milletin bu büyük tehlikeye karşı her an hazırlıklı olması gereklidir.” dedim. Söylediklerime biraz şaşırdılar ama çok ciddiye aldılar. “Bu röportaj en kısa sürede yayımlanacak.” dediler ve oradan ayrıldım.
Akşam çok yakın bir devre arkadaşımla birlikte konakladığım tesiste yemek yedik. Sonra bir hafta önce ameliyat olmuş bir tanıdığımıza geçmiş olsun ziyareti yapmak için saat 21.30 sıralarında tesisten ayrıldık. Çankaya istikametinde ilerledik. Bir akaryakıt istasyonunda soluklanmak için mola verdiğimizde çok alçaktan uçan bir F-16’nın sesi ile irkildik. Arkadaşıma “İşte korktuğumuz oluyor sanırım.” dedim. Ankara’da şehrin göbeğinde savaş uçaklarımızın bu şekilde uçması kesinlikle normal değildi. Millet şaşkındı. Saat 22.00 sıralarında telefonlar hiç susmamacasına çalışmaya başladı. Ulaşabildiğim herkese bunun Amerikan güdümlü bir FETÖ kalkışması olduğunu ısrarla belirttim. Sonrasında bomba ve silah sesleri arasında günahsız birçok insanın katledildiği, özel harekatçı kahraman polislerimizin alçakça şehit edildiği bir gece yaşadık. Yollar kesildiği için kaldığım tesise gidemedim o gece ve ertesi gün. İşin şekli artık açığa çıkmıştı ve alçaklar başaramamışlardı. Bunları alnı secde eden, hayır hesanat sahibi, hizmet erbabı bir cemaat olarak gören ve kabul edenler müthiş yanılmışlardı ama olan Türkiye’ye olmuştu. Bu rezil olaydan bir gün sonra kaldığım tesise eşyalarımı almak için gittiğimde aynı gece silahlı birilerinin oraya gelip beni aradıklarını hatta kaldığım odaya gelip yangın tüpü ile kapıyı kırdıklarını öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Ömrüm boyunca devlet ve millet düşmanı PKK ve FETÖ başta olmak üzere cümle hainlerle mücadele eden bir Türk subayı olarak elbette hedeftim, bunda şaşılacak bir şey yoktu. (3)
Kaynak: Necip Hablemitoğlu, Köstebek, Etki Ajanları – Nüfus Casuslar ve Fettullahçılık Raporu, Sayfa 112 – 113, Şubat 2003
Köstebek, Necip Hablemitoğlu, Adliye”de Yürütülen Operasyonlar, Sayfa 183 – 184.
Dün Bugün Yarın, Hasan Atilla Uğur, 15 Temmuz 2016, Sayfa 83 -84 – 85.
Kısacası 27 Mayıs doğru anlaşılsa idi 12 Eylül; 28 Şubat kararları uygulansa idi ve doğru anlaşılsa idi ve Ergenekon, Balyoz, ÇYDD, OdaTV, Hakkari/Şemdinli, 28 Şubat, Askeri Casusluk, Poyrazköy, Kozmik Oda Soruşturması vs. kumpas davaları ile bine yakın şanlı Türk subayı teröristler ile bir tutuldu. Kumpaslar olduğu zaman Adalet Bakanı Sadullah Ergin, kumpas davasının başsavcısı Zekeriya Öz, başbakan ise RECEP TAYYİP ERDOĞAN idi.Kısacası halkın yararına olan kişiler suikast ile ortadan kaldırılmasaydı örneğin Bahriye Üçok, sırf Kur’an-ı Kerim’de yazanlar müslüman olmaya yeterdir dedi diye evine gelen kargonun içinden çıkan kitaptan bomba çıktı ve patlaması sonucu öldü. Örneğin Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu bunlar Fettulahçı yapılanmayı önceden görüp bizi uyardı. Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da arabasının altına konan bomba sonucu kolunu kaybetti fakat gittiği hastanede can verdi. Necip Hablemitoğlu, Fettulahçı yapılanmayı anlatan Köstebek adlı kitabı yazıyordu. O kitabı yazarken ve 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerden 1.5 ay geçtikten sonra evinin önünde kurşunlandı. Böyle çok örnek veririm size ama giden gitmiş, kalan kalmıştı. Olan yine Türk milletine olmuştu.