Dil devrimi (ulusallaştırmanın önemli bir aşaması)
Atatürk bize Türk milliyetini ve vicdanını sahiplendirirken, aynı zamanda “Türk Milli Dili” üzerinde çalışıyor ve dil devrimini gerçekleştiriyordu. Osmanlı döneminde cahillerle ilim tahsil etti. Devlet adamı ve halk, birbirleriyle konuşma ve anlaşma fırsatını neredeyse kaçırdılar. Arapça ve Farsça deyimler arasında Türk dili yok olmak üzereydi. Bütün bu karmaşıklığa son veren Atatürk’tü.
Dil devrimi zaten bir şekilde ulusal devrimi tamamlamıştır. Yeni harflerin kabulünden sonraki ilk on yılda dilimizin “yoğunlaşması”, “arınması” ve “gelişmesi” hızlanmıştır. Çünkü yeni yazı bizi Arapça ve Farsça kelimelerden uzaklaştırarak Türkçe konuşmaya ve yazmaya zorladı.
Bilindiği gibi her milletin bir dili vardır ve bu dilin de bir fonemi yani gırtlaktan çıkan bir fonetik yapısı vardır. konuşulan dil; Eğer o dile uygun bir sesle yazılamıyorsa o dil artık bir dil değildir. Nitekim Türkçede gırtlaktan çıkan ünlüler ve ünsüzler telaffuz edilir. Eski yazı dediğimiz Arap alfabesi Türk insanının ses yapısına uymamaktadır.
Bu tefsirden de kolayca anlaşılacağı gibi, Arap alfabesinin harfleriyle Türkçe bir kelime yazmak dilbilimsel olarak mümkün değildir. Bu haliyle ne Türkçe ne de başka bir dil İngilizce, Fransızca ve Rusça harfleriyle yazılamaz.
Bu durumu herkesten önce gören Atatürk, Türk dilini yazmaya uygun ünlü ve ünsüzleri bilimsel yöntemle birleştirerek konuşma fonetiğimize uygun bir fonetik (alfabe) yazısını bizlere ulaştırmıştır. Böylece müstehcen dilimiz ulaşmış oldu. Arapça ve Farsça kelimelerin seçimi kendiliğinden başladı.
Dil devriminde sadece harf sorunu çözülmekle kalmamış, her medeniyet disiplinini ve medeniyetin belirli kısımlarını ifade etmede kullanılan, terim dediğimiz, insanlığın ortak özelliği olan kelime ve ifadelerde de devrim yapılmıştır.
örnek; Diplomatlar, doktorlar, teknisyenler, kimyagerler ve matematikçiler uzmanlık alanlarına göre farklı terimler kullanırlar. Türkçe karşılıkları bulunamayan bu tür terimler, uluslararası kullanım olarak kabul edilmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Arap kültürünün etkisiyle Arap dili ve gramerinden türemiş özel terimler (terminoloji) kullanırdık. Büyük Atatürk Batı’ya giderken, milletleşmeyi gözeterek Batı terminolojisini dilimize sokmuş, böylece milletimizin Batı bilimini yakalaması ve Batı medeniyetine ayak uydurması için büyük bir atılım yapmıştır.
Terminoloji devrimi, dil devrimimizin bir parçasıdır. Jargon adı verilen özel terimleri bilenler, yabancı bir dil konuşurken meslektaşları ile kolayca iletişim kurabilirler. Diğer dillerde yazılmış profesyonel çalışmaları kolaylıkla anlayabilirler. Uluslararası terimlerin kullanılması ulusal dilimize zarar vermez. Ancak bu konuda temkinli hareket etmek gerekiyor. Kendi dilimizde karşılığı olan ve kullanılan bir terim varken, uluslararası terimler olduğu için dilimize gereksiz yere yabancı kelimeler doldurmaktan da kaçınılmalıdır.
Bu arada Rusların, başta Türk vatandaşları olmak üzere tüm azınlıklara kendi “kril” alfabesini dayatarak tam bir asimilasyon politikası uyguladıklarını da belirtmeliyim. Rus harfleriyle Türkçe kelimesi tam bir lehçe ile yazılamaz veya telaffuz edilemez.Ruslar Orta Asya’daki Türk dillerini bu şekilde bozmuşlardır.Ayrıca Türk kelimesi Çin alfabesiyle yazılamaz.Türkçe ifade etmek imkansızdır. İngilizce veya Almanca harf ve alfabede de mümkün değil.
Dil devrimini harf devriminin yanında görmeli ve birinin diğerini tamamlayıcı olduğunu bilmeliyiz. Ulusal dil böyle yaratılır. Atatürk’ün bu devrimle neler yaptığını daha iyi anlayabiliriz.
Dil devriminin amacı
Öz: (onu giderek daha önemli hale getirir),
Geliştirme ve arıtma (Dilimize yeni girecek kelimelerin Türkçe eş anlamlılarını bulmak ve Türkçelerinde kullanılan yabancı kelimelerin yerine koymak).
Sadeleştirme gibi genel amaçları vardır.
Atatürk’ün dil devriminin sonunda hepimiz birbirimizle rahatça konuşabilir ve anlaşabiliriz. Köylü başbakanın konuşmasını anlayabilir, oğlan da profesörün konuşmasını anlayabilir. Böylece Atatürk’ten sonra Türk milleti birbiriyle konuşabilir ve anlaşabilir hale geldi.
Bu durumda tarihimize, dilimize ve milliyetimize sahip çıkmak ve sahip çıkmalarını sağlamak, onları geliştirmek için çalışmak, Atatürk ilkelerine sahip olmaktır.
Bu konuda belirtilmesi gereken nokta; Amacımız siyasi sınırlarımız dışında kalan geniş Türk kitleleri ile kültürel bağlarımızı sürdürmemiz gereken ve anlayabileceğimiz bir dil yapısına ulaşmaktır. Yoksa Türkiye’nin Sesi’nden dünyaya Türkçe konuşan TRT spikerini kim anlayacak? Anlaşılır bir dil kullanılmadığı sürece bu kültürel bağ nasıl korunacak? Bence bu konuya dikkat etmekte fayda var ve gerekli.
Dil devrimi, ulusal bir kültürü geliştirmek için ulusal bir dili canlandırma ilkesine dayanmaktadır. Atatürk, Türk milletine milliyetçilik ve milli şuur kazandırırken, milliyetçiliğin ve millet olmanın en önemli unsuru olan “milli Türk dili” üzerinde çalışmaya başlamıştır.
Osmanlı döneminde ve hatta İslam sonrası Türk dünyasında Türk dili büyük bir alt üst oluşa uğramıştır. Ancak Türk milleti dünyada yaşadığı için Orhun yazıtlarından öğrendiğimiz kadarıyla 5-5. yüzyıllardan itibaren bağımsız bir sözlü edebiyata, dile ve yazılı edebiyata sahip olmuştur. Buna rağmen Atatürk’ün dil devrimi yaptığı yıllarda bile Türk milleti bir bütün olarak birbiriyle konuşma ve anlaşma imkânını kaybetmiştir.
Dil devrimi aslında milliyetçilik ilkesinin bir tamamlayıcısı oldu ve insanların konuştuğu dili temel aldığı için halkçılık ilkesine hizmet etti. Atatürk diyor ki:
“Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin vatansever ve zengin olması vatan duygularının gelişmesinde ana etkendir. Vatanına ve istiklaline sahip çıkmasını bilen bir Türk milleti dilini ve yabancı boyunduruğunu korumalıdır.” .
“Dil milliyetçiliğin belirleyici özelliklerinden biridir. Türk milletindenim diyenin önce Türkçe konuşması gerekir. Türkçe bilmeyen biri Türk kültürüne ve toplumuna bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” BT…”
“Türk milletinin millî dili ve millî kimliği, ömürleri boyunca hâkim ve esaslı kalacaktır…”
Dil devrimini gerçekleştirmek
Dil devrimini Atatürk’ün bakış açısından konumlandırmak için onun bu konudaki düşüncelerini ele alacağız. o diyor:
“…bir ulus, dil, kültür ve vatanla birbirine bağlı bir yurttaşlar topluluğudur.”
Atatürk, dil bağını millet olmanın ilk şartlarından biri olarak görmüştür. Nitekim bu devrim, milli bir kültür yaratmak için milli bir dili canlandırmayı amaçlamaktadır.
Çünkü millî birliğin birinci unsuru kültürel birliktir. İnsanları ve aydınları yakınlaştırmanın en etkili aracı kuşkusuz her iki kesimin de kolaylıkla anlayabileceği açık ve net bir dildir. 1932’de Atatürk:
“Türk dilinin kimliğine, özgün güzelliğine ve zenginliğine kavuşması için tüm devlet kurumlarımızın duyarlı ve ilgili olmasını istiyoruz.”
Bu amaçla 1932 yılında “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”ni kurmuştur. Aynı yıl bu dernek Atatürk’ün yakın gözetiminde “Türk Dil Kurumu” adı altında faaliyetlerine devam etmiştir.
Dil Kurumu 1937 yılına kadar çok verimli çalışmalar göstermiş ve bilimsel terimlerin büyük bir kısmı, yapılan açıklama ve tasfiyeler sonucunda saf Türkçe’ye çevrilmiştir. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Dil Kurumu’nun da aynı doğrultuda çalıştığını ispat edecek kulp eksikliği olduğunu söylemek haksızlık olmayacaktır.
Atatürk, dil ve tarih kurumlarının bundan sonraki çalışma dönemlerine şu tarihi yönü vermiş ve işi bu iki kurumun inisiyatifine bırakmıştır:
Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarına sonuna kadar katılmayacağım. Tarih Kurumu’nu kurduktan sonraki yıllarda, arkadaşlarımı tarihe teşvik etmek için birlikte çalıştım. Sonuç olarak bu kurumu organize edip çalışmalarına hız verdikten sonra Tarih Kurumu’nun çalışmalarına karışmıyorum. Vakıf üyeleri akademik çalışmalarını en iyi bildikleri şekilde sürdürürler.
Dil enstitüsü çalışmalarına bu şekilde ilgi duyardım. Dilbilimcilerin ve uzmanların akademik çalışmalarına karışmayacağım. Toplantıdaki Dil Kurumu Merkez Konseyi üyeleri için de çalışmalarınızı en son bilimsel verilere uyarlamanız gerekir.” (1937)
Atatürk’ün gösterdiği yönde başlattığı dilbilim çalışmalarının gelişmesiyle şüphesiz amacına ulaşacaklardır, aksi takdirde yazı dili ile konuşma dili, halk dili ile düşünür arasında bir ayrışma olacaktır. Bu sorunu çözmenin en doğru yolu tarihten ders almaktır.
Batı’da ilk kez anadilin orijinal kaynaklarına dönüşün gerekliliğini ortaya koyan Romalı filozof Cicero’dur. Doğu’da dil ve kültür emperyalizmine ilk karşı çıkanlar, Türk dilini taş anıtlar üzerinde koruyup ölümsüz kılanlar, düşman Göktürk Hanlığı’na karşı; Cole Teigen, Bilge Kağan ve Tonyocuk. Anadolu’da Fars diline karşı Türkçeyi savunan ve koruyan Karamanoğlu Mehmed Bey (1277), Selçuklu Türklerinin ilk ihtilal dilidir. Atatürk’ün istediği gibi.
Türk dili devriminin Atatürk’ün amacına daha etkin bir şekilde ulaşabilmesi için ve ondan önce Atatürk’ün kurduğu ve Türk Kültürü, Dili ve Tarihi Yüksek Enstitüsü ile aynı sorumluluğu taşıyan Dil ve Tarihi Coğrafya Fakültesi, amaç ve dilbilim çalışması, yakın işbirliği içinde olmalı, çalışma zorunludur. Bugün, bu tür bir işbirliğinin etkin bir şekilde sürdürülmesine ilişkin tatmin edici ve yeterli belgelere sahip değiliz.
Türk dilini istenilen gaye doğrultusunda geliştirmek, hüviyetini oluşturup bulmak ve zenginleşmek için; Dil sorunumuzu, Kemalist düşünce çerçevesinde, tarihsel bilince dayalı, yaşayan Türk dili ve lehçelerine saygılı kelimeler üretmek için birlikte başarılı bir şekilde çalışarak kısa sürede çözmeyi umuyoruz.
Bugün dünyada farklı Türk lehçelerini konuşan 200 milyon Türk var. Bunların yaklaşık 70 milyonu memleketlerinde yaşıyor. Dilbilim ile uğraşan kurum ve kuruluşların üzerinde durmakta yarar gördükleri çok önemli bir sorun olan Türkçenin arındırılması, geliştirilmesi ve ıslahı konusunda çalışmalarını sürdürürken, dünya Türkçesinin lingua franca’ya yakınlaşmasını da göz önünde bulundurmalarında yarar vardır. astar. Türk radyosunun elektromanyetik dalgalarının yayıldığı coğrafyada yaşayan milyonlarca Türk ancak Anadolu Türkçesi ile kültürel birlikteliğini devam ettirebilir ve yabancı Türkler ancak bu şekilde anavatanlarının Türk fikrinde yaşayabilirler.
Atatürk dil inkılâbını yaparken, Türk tarihi inkılâbı diyebileceğimiz ve birbirinden ayrılamayan bir diğer önemli konu ile bu çalışmaları yürütmüştür. Ayrıca Türk dilini yabancı boyunduruğundan kurtarmak için “Resala Devrimi”ni dil devriminin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür. Bu durumda Türk milletinin benliğine ve milli şuuruna ulaşma aracı olarak dil, tarih ve zanaat inkılâpları, kültür hayatımızda; Bu konudaki çalışmalarımızın ve bu konuda edindiğimiz değerlerin her geçen gün daha etkin bir şekilde sürdürülmesi Atatürk düşüncesinin savunulması olacaktır.
Eski yazıya özlem duyan, dil çalışmalarını kasten baltalayan bir kişi aynı zamanda milliyetçi olamaz.
Kaynak: E. Tümgeneral Olcaytu, Turhan; Dinimiz neyi emrediyor, Atatürk ne yaptı? “Devrimimiz İlkelerimiz”, Sayfa: 114-115, Sekizinci Baskı, Agnes Türk, Ankara, 1998.
«Türkçe derslerinin tavanı iş başında»
[wpcin-random-posts]