Atatürk’ten Bugüne Din ve İnanç Sistemi

Yaşadığımız çağda dinin lüzumlu olup olmadığını tartışanlar var. Hatta bu tartışma neticesinde, bu zamanda dinin gereksiz olduğu kanaatine varanlar da az değil. Bu yersiz ve manasız tartışmaya mantık penceresinden baktığımızda abesle iştigalden başka bir şey olmadığını görürüz. Bu durum, yaşadığımız modern çağda yemeğin gerekli olup olmadığını tartışmaktan farksızdır. Bunu doğru buluyorsanız öbürünü de sineye çekersiniz. Bilinmelidir ki insanın maddî yönünün yanında, manevî ciheti de ihmale gelmez, gelmemelidir.

Hangi çağda ve nerede yaşarsanız yaşayın insanın manevî tarafını yok sayamazsınız. Şayet iç dünyamızı yok farz ederseniz muhtemel bunalımlara da hazırlıklı olmalısınız. Din iç dengemizi sağlayan manevî değerler manzumesidir. Onlardan güç alarak ayakta durabiliriz. Ateistlerin içinde bulunduğu durumun onlara hiç de huzur sağlamadığı meydandadır. Bunların çoğu, bunalım içerisinde yaşayıp zamansız olarak boşluğa sürüklenmektedirler. Dinsizlik kimseye huzur ve saadet getirmez; aksine bizi dönüşü olmayan çıkmazlara sürükler.

Dinin önemini kavramak için âlim olmaya gerek yok; bunun için sade bir insan olmak yeterlidir. Hayatımızdaki pek çok sarsıntıyı manevî değerlere sarılarak atlatıyoruz. Bir kısım haksızlıklara ve töhmetlere maruz kaldığımızda hesap gününün varlığına sığınıp biriken nefretimizi ve şiddetimizi erteliyoruz. Kısacası din iç dengemizi sağlıyor.

Cumhuriyetimizin mimarı olan Atatürk büyük ve eşsiz bir liderdi. Bu, bütün dünyanın kabul ettiği bir hakikattir.  Her büyük sima gibi onunla ilgili olarak da çok şey söylendi ve yazıldı. Bazıları onu hesapsız bir şekilde yüceltti, insanüstü bir varlık olarak göstermeye çalıştı, bazıları da mevcut değerini anlayamayarak haksız yere yerdi. Bu konuda denge üzere hareket etmeyi beceremedik. Bazıları en çok da Atatürk’ün din karşısındaki tutumunu anlamakta zorlandı. Bu hususta ifrat ve tefrit uçlarında takılıp kaldılar.

Oysa Atatürk de bizim gibi bir insandı ve dinî değerlere büyük saygısı vardı. Fakat ipin ucunu kaçırmayı meziyet telâkki edenler, onun din karşısındaki tavrına onlarca kulp taktılar. Oysa Atatürk’ün din karşısındaki tavrı açık ve netti. O bu hususta bütün insanlığa şunu haykırıyordu: “Din vardır ve lâzımdır, dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur”

Atatürk din ve inanç hususunda daha da ileri giderek milletine şu tavsiyede bulunuyordu: “Türk Ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum…”

Atatürk’ün dinî duygularını ve yargılarını sorgulayanlar, başını kuma sokup hakikatleri görmezden geliyorlar. Oysa o, milletinin gözünde ve gönlünde gerçek yerini ve kıymetini bulmuş bir şahsiyettir. Bazı kesimlerin kişisel hezeyanları onun kıymetine halel getirmez. Kaldı ki onu sorgulama ve yargılama hakları da yoktur. Eğer kişisel ibadetlerden bahsediyorsanız bu uluorta konuşulacak mevzu değildir. Çünkü ibadet Allah’la kul arasında gerçekleyen manevî bir rabıtadır. Atatürk’ün şu ifadeleri onun inancının derecesini ve samimiyetinin ölçüsünü göstermektedir. Başka söze de hacet yoktur:

“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”

Atatürk gerçek din âlimlerine büyük saygı ve hürmet gösterirdi. Onların şahsî manevisine itibar ederdi. Bununla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk’ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:

“Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman ‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.’ buyururlardı. Atatürk, şahsî çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” (Atatürk ve Din Eğitimi – Ahmet Gürtaş – DİB Yayınları s.12)

Şahsî kanaatimce Atatürk iyi bir dindar olmasaydı bu kadar üstün başarılar elde edemezdi. Çünkü o, cephede hep askerinin maneviyatını yüksek tutmuş, şehitlik ve gazililik payelerinin ruhu yücelten direncinden yararlanmıştır. Zor zamanlarda Allah’a sığınmış, sabrederek müstakbel zaferlere zemin hazırlamıştır. Onun şahsî yaşantısını kurcalayarak yanlış tevillere varılması kimseye bir şey kazandırmaz.