Hepimizin hayatında hayretler içerisinde kaldığı, adeta konuşma yeteneğini kaybettiği anlar vardır mutlaka. Buna şok geçirme anları da diyebiliriz.
O gün çalışmış olduğum iş yerinden Çamlıca’daki evime gelmiş, biraz dinlenme ihtiyacı hissetmiş ve bir kaç saatliğine kanepeye uzanmıştım. Saat 22 civarı telefonumun çalması ile uyandım. Hemen hemen hergün görüştüğüm yakın bir radyocu arkadaşım arıyordu. Uykunun vermiş olduğu mahmurlukla ilk aramasına cevap vermedim. Hemen ardından yine aradı. Açtığımda telefonu işte yukarda bahsettiğim şok durumunu yaşadım. “Abi darbe olmuş” dedi. O kısa süren telefon konuşmamızdaki tek hatırladığım cümlede buydu zaten. Şaka yapıyor herhalde diye düşündüm. Yinede istemsizce hemen televizyonu açtım. Kısa bir süre sonra devlet televizyonumuzdaki o bildiri okunmaya başladı. Şaka değildi. Bir dakika bile durmadım. Hemen yine radyocu arkadaşımı aradım, haydi Kısıklı’ya gidelim dedim. Evimizle Kısıklı arası 10 dakika yürüme mesafesinde olduğu için aklıma ilk bu gelmişti.
Aklımda tek bir isim ve tek bir soru vardı, cumhurbaşkanımız Erdoğan neredeydi? Acaba Kısıklı’daki evinde miydi. Başka yerdeyse ne durumdaydı. Bilinçsizce ve kafamızdaki onlarca soruyla boğuşarak Kısıklı’ya doğru yürüdük. Oraya vardığımızda insanlar tek tük toplanmaya başlamıştı. Konutun önündeki güvenliğe bakılırsa, cumhurbaşkanı burada değildi. Köprüyü tanklarla kapatmışlar denildiğinde hiç durmadım ve hemen köprüye yürüdüm bir grupla.
15 Temmuz bitiyor ve bir sonraki gün başlıyordu. Karanlıktı yollar. Etrafta hiç polis görünmüyordu. Durum ciddiydi. Yarım saatlik yürüyüşten sonra köprüdeydik. Orada toplanmış olan kalabalığın içine karıştık. Herkes bir şeyler söylüyordu. Bir ara 2. Köprü kurtarılmış diye bir söylenti yayılınca, bizde burayı açarız diye ilerledik. Sonuçta Türk askerinin tanklarıydı köprüyü kapatanlar. Bir kargaşa olursa en fazla dibçikle falan vururlardı bize.
Ama hayır öyle olmadı. Biz ilerledikçe silahlar ateş aldı. Önce havaya ateş ediyorlardı. Biz daha da yaklaşınca direk kalabalığa hedef gözetmeksizin ateş ediyorlardı. Ülkemiz Suriye, Rusya kriziyle boğuşuyordu. Acaba bir işgalmiydi bu, kimin askeriydi bunlar? Acaba bir terör saldırısı olabilir miydi? Aklımıza bin tane soru geliyordu tabi. Ama hayır, yakınındaydık köprünün, bildiğimiz tanktı bunlar, bizim tanklarımız.
Saat ilerledikçe kalabalık artmıştı. Ama korkunç şeyler yaşıyorduk o anlarda. Kısa aralıklarla ateş ediyorlardı ve bu ateş sonucu birileri yaralanıyordu hemen önümüzde. Kimisini kaldırıp araçlara attık, kimisini motorsikletli arkadaşların arkasına yerleştirip o alandan kaçırmalarını sağladık.Sadece yaralanmalar olsa keşke, insanlar gözümüzün önünde katlediliyordu. Şaka değildi, yerlerde yatan insanlar görüyorduk. Ayağa kalkanın vurulduğu anlara şahitlik ediyorduk. Korkunçtu. Hayatımızda savaş görmemiş, çatışma yaşamamış bizler için kabus gibi anlardı. Yoğun ateş altında olduğumuz anlarda, kafamın 1 metre kadar üstünden izli mermilerin vızzz şeklinde sesler çıkararak geçtiğini görüyordum. Saat 24’den saat 5’e kadar bu böyle sürdü. Araçların arkasında yatıyorduk adeta. Sırtımızı dayadığımız minibüsün camına isabet eden kurşun beni bir hayli etkilemişti. Oysa biz o kurşun gelmeden 1 dakika önce ayakta ve o kurşun gelen yere sırtımızı dayıyorduk. Ama şu var, o anlarda hiç birimizin aklına ölüm gelmiyordu. Saat 3’den sonra özel harekatçı 4 tane polisi yine sivil polisler motorsikletle getirip hemen yanımda indirmişti. Daha sonra 2 tane daha geldiğini gördüm. Onlarda ağaçlıklı alana doğru hızla ilerlemişlerdi. Sonrasında zaten köprüdekilerle bunların epey çatıştığını gördük.
En korkunç an. En ön tarafımızda bir kaç tane toma vardı. Hiç tahmin etmediğimiz şey oldu, tankın birinden o tomaya doğru top atışı yapıldı. Çok yakınımızdaydı patlama. Bir süre kulaklarım duymadı hiç. Tomanın parçalanması sorun değilde, onun arkasında pusuya yatmış insanlar vardı. Onların parçalandıklarını görmek kadar kötü bir şeye daha şahit olmadı gözlerim. Gövdesi kopmuş, kafası akmış cesetlerle kaplandı bir anda oralar.
O top atışından sonra biz biraz geri çekildik. Daha sonrasında gelen özel harekatçılar o teröristleri teslim aldı zaten.
Yazıya dökmek kolay değil o geceyi. Kafamda bin tane soru var. 5-6 Saat boyunca devletin orada olmadığına şahit olmak beni acayip tedirgin etti. En ufak olay olsa, olay yerine onlarca polis gelirken, böyle büyük bir vahşet hepimize yaşatılırken bir tane polis yoktu ortalıkta! Aracıyla araya sıkışıp kalmış, bizimle birlikte yere yatıp kalkan bir kaç trafik polisi hariç kimsecikler yoktu. Bu sorunun cevabını bulabilmiş değilim hala. Özel harekat polisleri neredeydi onca saat, niçin herhangi bir müdahale olmadı saatlerce? Çengelköy’de katliam yapan Kuleli Askeri Lisesi’ndeki erlerin anlattığına göre, okuldan Çengelköy’e kadar onları çevik kuvvet araçları götürmüş. Zaten polisi görünce biz “tamam bu bir tatbikat” dedik, komutanların bu söylemlerine inandık diyorlar ifadelerinde!
15 Temmuz’da milletçe travma yaşadık hepimiz. Olmaz bir daha denilen şey oldu. Hemde tarihimizdeki en şiddetlisi, en kanlısı. Anlatılacak, yazılacak elbette çok şey var! Fakat beni tüm bu olaylar içinde en çok etkileyen olay ile bu yazımı sonlandırayım…
O gün bu millet için kimsenin yapmayacağı fedakarlığı yaptı cumhurbaşkanı Erdoğan. Cuntacı teröristlerin helikopterleri, savaş uçakları havadayken o büyük cesareti gösterip, uçağına binip İstanbul’a geldi. Eğer bunu yapmayıp saklanma yada kaçma yolunu seçseydi, bugün Türkiye işgal edilmişti. Başka hiç bir alternatif seçenek düşünemiyorum. Kesinlikle bugün bu katiller tarafından ele geçirilmiş bir ülkeydi Türkiye! İstanbul’daki havalimanına indiğinde, onu orada yaralanmış bir gencin yanına götürmüşler. O yaralı gencin alnından öperken, kulağına şunu fısıldamış:
“Ayağa kalk, bize eğilmek yakışmaz”
Bu cümleyi belki bir kişinin kulağına fısıldamıştı cumhurbaşkanımız ama bu vatanı seven insanlar olarak her birimiz, bu emri iliklerimize kadar hissettik ve gereğini yaptık. Bundan sonrada yapmaya devam edeceğiz.
Yenigün Gazetesi / 01 Ağustos 2016