Sevgili Evgin için Barbaros Şansal şunları söylüyor :
”Gencecik bir yazar; ‘Friedreich ataksisi’ hastası. Artık ellerini, ayaklarını, hatta sesini istediği gibi kullanamasa da; aklı, zekâyı ve erdemi tam hükmüyle kullanıyor… ‘Hayat Yeşil Umut Mavi’ kitabıyla sesini duyurmaya çalışan Evgin Atalay ile konuşan Barbaros Şansal’ın çağrısı, bu yazıyı okuyan herkese… O bir su kızı ve Venedik’i görmek istiyor.”
Barbaros Şansal’ın Evgin Atalay ile yapmış olduğu röportajı sizlerle paylaşıyoruz:
Ey imkânı bol okuyucu! Evgin’i Venedik’e götürsene
Bu hafta antsal dönüşümü henüz kentsel dönüşümüne karıştıramamış Ümraniye bölgesine doğru yol alıyoruz. Genç yazar Evgin Atalay’ın yaşadığı binaya, lüks rezidansların kenti Ataşehir’in arka sokaklarından geçerek zar zor ulaşıyoruz. İlk dikkatimizi çeken üç katlı binaya tekerlekli sandalye için asansör yapılmış olması… Üstelik bunu bir gazetede Evgin’in röportajını okuyan hayırsever bir işadamı yaptırmış. Üst kata varıp ayakkabılarımızı çıkardığımızda mütevazı ama bir o kadar da tertemiz bir aile evine ulaşıyoruz: Evgin, salonun tam ortasında muhteşem gülüşüyle bizleri beklemekte…
İTÜ Konservatuarı’nda Türk halk müziği eğitimi alan, bir yandan da Açık Öğretim’de işletme okuyan erkek kardeşi ve annesi bizi kapıda karşılıyor. Çaylar ve kurabiyeler de servis edilince üç kardeşin ortancası olan Evgin ile hemen sohbete başlıyoruz.
1982’de Erzincan kökenli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. O bir ‘Friedreich ataksisi’ hastası. Yani çok tehlikeli bir kas hastalığı. Ve çaresi henüz bulunmamış; farmakogenomik ve farmagenetik gelişmeler hâlâ umut kaynağı. Artık ellerini, ayaklarını, hatta sesini istediği gibi kullanamasa da; aklı, zekâyı ve erdemi tam hükmüyle kullanıyor… 8 yıl kadar önce tanısı konulmuş rahatsızlığına rağmen, bize vereceği dersleri çok önemsiyorum. Çünkü o hayatın kendiyle dalga geçmesine izin vermeden hâlâ hayatla dalga geçebiliyor… İşte bu yüzden onun asansörünü yaptıran vatandaşa teşekkür mektubuyla başlıyoruz:
Yaşasın! Lunapark, hızlı tren bu, gözlerimi kapayınca uçuyorum…
Hep lunaparka gittiğimizde o büyük oyuncaklarla oynayamıyorum diye üzülürdüm, artık ben de bineceğim, üstelik benim lunaparkım daha güzel…
Hızlanabilir tren, bindiğimde önce harekete geçince bir boşluğa düştüm sanki. Demek ki boşluk için ayakta olmak gerekmezmiş, korktum. Yandaki kenarları nasıl sıkıyorum, hızlı trendeyim ya! Sonra bir kez daha binmek istedim; ha bire, son kez, son kez…
Güneşle, buluşturması acayip, ağzım açık gülerken bir kapıdan geçiyorsun ve bütün güneş olduğu gibi ağzımın içinde.
Nasıl sevinçliyim, nasıl mutluyum, bu asansör bir nevi özgürlüğüm demek. Asansörümle, olumsuz bazı duygularımdan kurtulacağım, istediğimde kapıya çıkacağım, alt kata inmek sorun… Yaptıran kişiyi tanımıyorum, işte yine insan güzelliği, çok teşekkür ediyorum, hafifledim sayesinde.
“Bir martıyım ben hissediyorum.” Kanatlarım uzun, tüylerim bembeyaz hissediyorum, gökyüzüyle beraberken parlıyorlar…
BİZİM KIZ BOYUT DEĞİŞTİRDİ
– ‘Hayat Yeşil Umut Mavi’ adlı kitabın nasıl oluştu? Neden karar verdin yazmaya? Nerelerde, neler yazıyorsun anlatsana bize…
Konuşurken anlaşılmam çok sorun oluşturduğundan, tek silahım bilgisayarım. Yakında göz klavyesi kullanmak zorunda kalabilirim. Tek çıkışım yazmak. Yazmazsam nefes alamıyorum. Erkek kardeşim Emrah’la aynı odada kaldığımızdan yazdıklarımı okurken ağladığımda “Bizim kız boyut değiştirdi” diyor hemen. Zaten rüyalarımda hep yüzüyorum. Yazarken de önüme çocukların rahatça şeker yiyebildiği bir dünya açılıyor. Mavi Gökyüzü ile Nazım Hikmet çok etkilemişti beni. Ardından Ahmet Arif, Cemal Süreya, Edip Cansever, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat’lar beslemişti zaten. ‘Edebiyat Defteri’ adlı bir site var, yazdıklarımı yayınlayan. İkinci kitabım şiir üzerine olacak. Yazar Tarık Solmuş’un ‘Kadın Gözüyle Aşk Öyküleri’ adıyla çıkacak kitabında da bir öyküm olacak. Bu bile yetiyor heyecanlanmaya…
– Yazar Mario Levi gibi birçok önemli isim var hayatında, onları önemsiyorsun… Kimler, neler yaptı senin için?
Tabii ki nasıl önemsemem! Şair Sennur Sezer, aydınlık insan o. Şiirlerimi okuyup nasıl yapsam daha iyi olur, konusunda benden desteğini hiç esirgemiyor. Mario Levi, beni hiç tanımadan kitabıma önsöz yazdı. Ebru Güzel sayesinde tanıştık, hocasıymış. Beni de okul sezonu boyunca derslerine kabul etti. Onun öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum. Ebru Güzel… Gerçekten farklı bir içtenlik o. Bozkurt Güvenç, Ebru’ya demiş ki “Önemli olan bir insan için dünya olabilmek.” O başarıyor, benim için bir dünya… Üstelik o da bir martı. Canım arkadaşım. Onunla arkadaşlığım bir röportajla başladı. E-postalarla, mektup arkadaşlığı şeklinde derinleşti. Ebru Güzel, iyi bir yazar, Cumhuriyet’in Pazar ilavesinde yazıyor; beni yazdığı gazeteye götürdü. Hikmet Çetinkaya, Ataol Behramoğlu… Oradaki diğer yazarlarla tanışıp kitabımı tanıtmama destek oldu.
Ve Hikmet Çetinkaya da dağıtımdaki yetersizlikten dolayı ikinci kez yeni bir yayıneviyle, önsüzünü ekleyerek yayınlanmasına destek oldu.
Sanatçılar Özgür Akdemir, Emrah Atalay’ın ve Adem Sevinç’in (halk müziği hocası) müzisyen öğrencileri destek gecesi düzenledi. Kendi çabaları, kısıtlı imkânlarıyla…
GÜLMEK BANA YAKIŞIYOR MU?
Çekim için ışığı ayarlayarak duvardaki aile bireylerinin fotoğraflarının yerlerini değiştiriyoruz. Çaylar tazelenirken, ben leziz tatlı ve tuzlulara dalmaya devam ediyorum… Halanın utangaç yeğeni de meclise katılıyor. Hepimizde bir başka sevgi seli Evgin’in anlaşılası kolay olmayan fonetiğinden söylediklerini dinliyoruz. Onların önünde sormak zor olsa da lafa devam ediyorum.
– Peki ya ailen? Nasıldır aile yaşantınız?
Bugün yaşıyorsam, yazıyorsam, annem babam sayesinde. Ailem elim oluyor, ayağım oluyor. Yeri geliyor, dilim bile olabiliyorlar. Yaşatıyorlar kendi yaşamlarına mâl ola ola. Bundan dolayı rahat olduğumu söyleyemem, vicdan azabı çekiyorum ister istemez.
Evimizde, ailemizde sevgi ve hoşgörü Hacı Bektaş Veli felsefesi hâkimdir. Babamda sevgi bedavadır. Onu esirgememeyi öğretti bize. Eğitime, bilime çok değer verip inanan insanlarız. Annem-babam okuyamamış; imkânsızlık…
Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdim. Kardeşim Emrah, iki üniversite okuyor. Ağabeyim lise mezunu. Biz çekirdek aile gibi duruyoruz ama kocaman bir aileyiz. Amcam, yengem, babaannem, çocukları (üç kız); aile apartmanı. TOKİ’ye daha yakalanmadık yani, tam curcuna… Her zaman değil tabii, bazen sessizlik çöküyor apartmana üzülüyorum o zaman. Ben susabilirim ama onlar susmamalı. Evdeki herkesi ayak sesinden tanıyorum. Hangisi annem, hangisi yengem…
Kuzenim Ezgi, dış ticaret 2. sınıf öğrencisi. Elvan lise son… Ezel en küçüğümüz, bu sene yeni başlayacak. Kitap çıktığında bana dedi ki “Abla sen beni yazdın, ben de büyüyünce seni yazacağım.” O an öyle kaldım, duygusallaştım…
Bu aralar küçük halam burada. Yurtdışından geldi kızı Cansu ile. Geçen ay da teyzem buradaydı. O da yurtdışından kızı Berivan’la geldi. Doğum günüm için gelmiş, benim dilediğimi yapmaya… Melek resmen.
– Oldukça ince bir espri anlayışın var? İnsanı üzmeden, düşündürüp güldüren yanın çok etkileyici. Doğuştan mı bu yetenek?
Bilmem ki. Özellikle yaptığım bir şey yok. Hayat zaten trajikomik. Söylemek istiyorum, söylüyorum. Bazen de söylemem gerekiyor, söylüyorum. Söyleyeyim boş ver, sustukça sıra bana gelecek. Bir de ben inceliklerin, güzelliklerin, mutluluğun hayatımızda bize imkânsız gibi gelen her şeyin ayrıntılarda gizli olduğuna inanırım. Belki de ondan…
Çok gülerim katıla katıla, ayıla bayıla… Bir arkadaşım gülmek sana yakışıyor demişti. Hoşuma gitti ama fotoğraflarıma bakıyorum, hiç beğenmiyorum. Zaten kendimi beğenmem, bana iltifat edenlerin de gerçekleri söylediklerini düşünmüyorum.
– Neydi kitabın yayınlanırken yaşadığın sorunlar?
İlk yayınevimle problemim yok. Oranın kendi içinde sorunları varmış. Kitaba bandrol verilmesine de destek oldular. Sağ olsunlar, Telos Yayınevi’ne minnettarım bu anlamda. Sonra da irtibatımız olmadı.
Asıl sorunu ikinci yayınevimle yaşadım. Ayrıldım oradan. Zaten sözleşmem de yoktu. Kolaylıkla ayrıldık… Sinirlenen ve üzülen ben oldum. Konuşmaya bile değmez.
SİNEMAYI SEVİYORUM
– Kitabında İbrahim Tatlıses ve Perihan Savaş’ın oynadığı ‘Fadile’ filmine ait bir sahneden alıntı yapmışsın… Çok mu etkilendin bu filmden?
Adam kalkıyor, düşmanıyla can ciğer kuzu sarması oluyor. İnsan hiç düşünmez mi? Bunun altında bir bit yeniği vardır. İnandı, “Yapma” diye bağırdık ama duymadı sanırım. Bu film güvensizlik anlatımı. Kanayan her çiçek, yüzüne gülene kanma diyor. Yoksa sonun kötü olur. Sinemayı seviyorum. Bana dünyayı gösterdiği için, yanlı bile olsa. Ama ancak evde izleyebiliyorum artık…
– Artık dışarıya pek ilgi duymuyorsun. Ünlü yıldız Rita Hayworth da bir Alzheimer hastası idi ama Ağa Han’dan olan kızı Prenses Semiramis, onun adına ve anısına vakıf aracılığıyla tüm dünyaya bilgi ve yardım sunmak için çaba sarf ediyor. İnsanların seni eski halinle bildiklerini, bu günkü durumun nedeniyle onlara açıklama yapmaktan bıktığını söylüyorsun. En azından birilerini bilgilendirmek adına bunu neden kendine bir misyon yapmıyorsun?
‘Hayat Yeşil Umut Mavi’nin amacı biraz da buydu. Başka dillere çevrilse insanlara bu duygularımı aktarsa diye düşledim. Benim prensesten neyim eksik? Ama fırsat işte. Bakıyorum televizyonlara ne beni taşıyacak program var ne de kabul edecek sunucu. Bir de güvenmiyorum onlara, herkesi kullanıyorlar ya canlı yayında, ya benim bu durumu kullanırlarsa? Profesör Coşkun Özdemir’in kurduğu kas hastalıklarıyla ilgili bir derneğimiz de var Yeşilköy’de. Ufacık bir bina. Herkesi hayata dahil etmek için projeler geliştirilecek. Çok heyecanlıyız ama orayı bile almak istiyorlar elimizden. Belki de market zinciri yapmak için…
EGOİZM DE BİR TÜR FAŞİZM
– Şimdi sadece engellilere değil, normallere bile yaşam hakkı verilmiyor. Mimari, tam bir karmaşa. Nelerin olmasını isterdin?
Toplum bilincinin sağlıklı düşünmesi aslında önce kendimizi yetiştirmede saklı. Yalnızca bir yerden bir yere gitmek değil ulaşım. İnsanlar çok egoistleşti. Hep bana hep bana. Bu da bir faşizm; tek renk, tek ırk. Engelliler için tuvalet, rampa, asansör vesaire olmayınca ne oluyor biliyor musunuz? Mecburen eve kapanıyoruz. 13 milyon engelli kaderine terk edilip hızla ölüme itiliyor moralsizlik ve hareketsizlikten. Restorana gittiğimizde bir masa yanına yerleştirilmek zorunda kalıyorum; annem yediriyor yemeğimi. Ağabeyimin düğünü için elbise almaya gittik. Vitrinde beğendim ama dükkânın kapısı dardı, giremedim. Sokakta mı deneyeceğim yardımla? Ufak şeyler gibi gözükse de bunlar çok aşağılayıcı haller alıyor yaşamda.
– Hayallerinde su şehri Venedik var. Neden Venedik? Eğer bir gün imkân bulursan yanında neleri ve kimleri götürmek isterdin?
Su şehirlerini seviyorum. Etkiliyor beni. Doğası, martılar, yol göstericiler, adresler. Fantastik bir dünya. Ben de fantastiğim zaten. Gizemli hikâyesi var. Kız kulesi gibi, Adalar gibi… Sanırım ada kızıyım ben. Keşke oralarda yaşasam: Diş fırçam, macunum, klavyem bir de sevdiklerim. Ama Venedik süslüyor hayallerimi. Çok merak ediyorum kanalları, maskeli baloları. “Ben de takardım bir maske” diyorum orada. Otomobil yok, köprüler eğimli, yaşlıya, gebeye, bebeye, engelliye, dedeye saygılı. Belki bir rüya yaşardım ben de su şehri Venedik’te…
Başımız önümüzde ama ona hiçbir şey belli etmiyoruz, o odadaki herkes varını yoğunu koymuş Atalay için ortaya. Keşke cebimiz de o anda, o imkânda olsa da alsak götürsek Evgin’i el ele Venedik’te bir rüyaya… Salondan ayrılırken sıcacık bir vedalaşma var hepimizin arasında. Anne koridora geldiğinde gözler yaşlı ama hepimizden saklı… Hey, imkânı bol olan okuyucu, belki aklında Evgin Atalay’ın bu hayalini gerçekleştirmek mi vardı?
Barbaros Şansal
Kaynak:
Akşam Gazetesi