BARIŞ VE KARDEŞLİK KÖPRÜSÜ

Mevlana, “barışı savaştan ayırt et; çünkü savaş iyi değildir.” diyerek insanları savaştan sakındırır, barışa çağırır. O misyonunu şöyle anlatır: “Bu dünyaya, ayırmaya, bölmeye, parçalamaya gelmedik biz. Biz, kırıkları onarmaya, ayrılanları birleştirmeye, hâsılı insanlar arasında köprü olmaya geldik.” O herkesi barış için elinden geleni yapmaya şöyle çağırır: “Herkes savaşmada, benim barışımdan ne çıkacak deme, bir değilsin, binsin sen…. Mum gibi kendi kendine yan-yakıl, ışıt her yanı. Çünkü aydın bir mum, bin tane ölüden daha iyidir.” O, aşağıdaki sözleriyle bir bakıma kolay ve ilkel olan kin ve intikama değil, zor ve erdemli olan barış ve kardeşliğe teşvik eder: “Kin ve nefret duyguları kalpleri karartır. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar; savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder.” O sevgi duygusunun en yoğun ve güçlü şekli olan aşka dayanan gelişimi savunur. İnsanlığın terör ve şiddet gibi yakıcı sorunlarını çözmede bilgiden kaynaklanan sevginin dönüştürücü gücünden yararlanmaya çağırır. Çoklukta Birlik Anlayışı O birçok şiirinde çokluğun, farklılıkların güzelliğini dillendirir. Tekleştirmeye uğraşmak yerine, çokluğun yansıdığı tekliği fark etmeye çağırır. O çoklukta birliğin (kesrette vahdetin) en tanınmış temsilcisi olmuştur. Şöyle der: “İnananlar çok, ama inançları birdir. Işık gökteki güneşin aydınlattığı binaların avlularına göre yüzlercedir. Fakat duvarları aradan kaldırırsanız, bu parça parça ışıkların hepsinin bir ışık olduğunu görürsünüz.” Bu ifadeler, bireylerin özgürlük ve özgünlüklerini kaybetmeden uyum içinde bir birlik oluşturabileceklerini göstermektedir. Ayrıca, onun dinî ve kültürel çoğulculuğu karşılıklı tükenmez bir zenginleşme kaynağı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. O bu düşüncesini, inancını sağlığında uygulama ve davranışlarıyla da göstermiştir. Bu yüzdendir ki tabutunun arkasından yalnız Müslümanlar değil, o sırada Konya’da yaşayan Hıristiyanlar, Museviler de gözyaşı dökmüşlerdir. Ayrımcılığa ve Ötekileştirmeye Karşı Çıkış Mevlânâ hangi dinden, ırktan, renkten olursa olsun, kadın-erkek, zengin-fakir ayrımı yapmadan insana değer vermiş, ona daima saygı duymuştur. O, inancından aldığı ilhamla, herkese ve her varlığa karşı derin bir anlayış, saygı ve müsamaha ile doluydu. O insanı bütün eserlerinde doğuştan belli haklara sahip olmanın ötesinde yüce bir varlık olarak görür. Ona, görünüş, ırk, uyrukluk, statü, cinsiyet, din, kanaat vs. hiç bir ayrım yapmaksızın yaklaşır. Kişilere, düşünceleri, statüleri sebebiyle farklı muamele edilmesini, ayrımcılık yapılmasını onaylamaz. Mesajı herkesi kucaklar. Bir rubaisinde, “Üstünlük iddia etmek, kendini beğenip, başkalarını hor görmek ne anlamsız, ne boş şeydir.” der. Dil Farklılıklarına Bakışı O, insanlar arasında dil farklılıklarını da bir engel ve ayrışma nedeni olarak görmez. Her vesile ile insanlar arasında ayrılıkların hep görünüşte olduğunu, esas olanın insan onuru olduğunu vurgular. Gönül ve duygu birliğini dil birliğinin üzerinde tutar. Şöyle seslenir; “Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta, özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama dillerimiz ayrı.” “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.” Mevlânâ, aşağıdaki dizelerle dil örneğinden hareketle farklılıkları değil farklılıkların arkasındaki birliği insan gerçeğini görmeye dolayısıyla, herkesi barışa ve birliğe çağırır: “Dünyada nice diller var, nice diller, Ama hepsinde de anlam bir, Sen kapları, testileri hele bir kır, Sular nasıl bir yol tutar gider, Hele birliğe ulaş, kavgayı, hır-gürü bırak, Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.” Aşırılık ve Şiddetin Panzehri “Bir şeye sımsıkı sarılmak, bir şeyde taassup göstermek hamlıktır.” diyen Mevlânâ, Mesnevî’de sık sık ham insanlardan şikâyet eder; “Bu sözlerin izahı, yorum yapmayı gerektiriyor; fakat eski düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum. Zayıf akıllı ve dar görüşlüler, düşüncelerine yüz türlü kötü hayal getirirler.” O bir şeyi, bir fikri körü körüne izlemenin kişiyi yanlışa sevk edeceğini belirtir: “Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.” Mevlânâ her türlü fanatizmi en şiddetli şekilde eleştirmektedir. Mesnevî’deki hikâyelerden birinde, haklı olmayan bir dava için hayatını verebilecek kadar fanatik olunabileceğini açıklamakta ve şöyle demektedir: “İnsan bazen öyle bir psikolojik hale gelir ki, bakar, fakat görmez; dinler, fakat işitmez.” Diğer yandan, o tek bir görüşe, bakış açısına takılı kalan kişiye her şeyin çirkin geleceğini söyleyerek, insanı şiddete ve suça götüren psikolojik süreci çok güzel ortaya koyar: Bakış tek bir yöne sabitlenmişse, her şey, hatta cennet ve Adn nehirleri bile çirkin hale gelir. Yine bir rubaisinde şiddetin temel kaynaklarından olan “açgözlülük, kıskançlık ve kini gönülden kovmaya” davet eder. O insanların birbirini hoş görmesini, kavgasız ve güzellik içinde yaşamalarını isterdi. Bir gün kavga eden iki kişiden biri öbürüne diyor ki: bir söyle, bir işit! Bunu duyan Mevlânâ araya girerek şunları söyler: “Sen ne söyleyeceksen bana söyle. Benimle didiş. Sen bin söyle, benden bir bile duymayacaksın.” Bu sözler üzerine kavga edenler utanıp barışır. Görüldüğü üzere Mevlânâ ayrışanları, ayrılıkları, aykırılıkları birleştirebilecek çok güçlü bir söyleme sahiptir. Özellikle, şiddet, çatışma, terör ve savaşın yoğun bir şekilde yaşandığı zamanımızda Mevlânâ düşüncesi ve retoriği önemini daha çok ve güçlü şekilde hissettirmektedir. Şiddetin dışlanması ve bireylerin ve toplumun vicdanında mahkûm edilmesi için Mevlânâ’nın söylemi çok etkileyici ve ikna edicidir. Her türlü bağnazlığın, fanatizmin kolayca filizlenebildiği, en büyük insan hakkı ihlali olan şiddet ve terör eylemlerine dönüşebildiği ve terörün küresel bir tehdit halini aldığı günümüzde, Mevlânâ’nın kendisiyle ve çevresiyle barışık, olgun insan tipine ne kadar çok ihtiyaç vardır. İçinden geçtiğimiz süreç Mevlana’nın yol göstericiliğine ülkemizin ve insanlığın her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Çözüm, barış ve kardeşlik her görüşten ve kökenden insanımızın güçlü şekilde sahiplendiği kavramlar olurdu. Zira Mevlânâ’nın düşüncesi fanatiklik, ideolojik körlük, tarafgirlik hastalıklarına karşı toplumsal bağışıklığı güçlendirici, bunların semptomlarını ise tedavi edici özellik taşımaktadır. Akıldan çıkarmayalım ki, hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Geminin herhangi bir bölümü zarar gördüğünde bunun sonucu hepimizi etkileyecektir. Dolayısıyla, hem içinden çıktığımız topluma, hem de insanlığa, gerçek manada hizmetin yolu, adeta farklılıklar arasında birliğin çimentosunu oluşturacak Mevlânâ bilgeliğinin içselleştirilmesi ve izlenmesinden geçmektedir. Sonuç olarak ülkemizde Mevlânâ ve Mesnevi’nin yeniden keşfi, kitapçı raflarından ve televizyon ekranlarından gönüllere indiği takdirde, ülkemiz son üç asırda kaybettiği dinamik evrensel ruhu yeniden kazanacaktır. Böylece, Anadolu insanı ülkesinde oluşturacağı barış, adalet ve refah iklimini dünyanın geri kalanına ve insanlığın tümüne taşıyabilecektir.