Başım Gözüm Üstüne!

İki mektup…
İlki Mardin’in bir köyündeki Esra öğretmenden Koray Kocabaş’a.
İkincisi ise Koray’dan bana.

——-

Merhaba Koray,

Bundan yaklaşık 3 ay önce Mardin’in Savur ilçesine 186 mevcutlu Evren İlköğretim Okulu’na Rehber Öğretmen olarak atandım.

Burayı biraz anlatırsam; Mardin?in Savur ilçesi merkeze 47 km uzaklıkta, yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığı, bir dağın eteklerine yayılmş küçük bir ilçe, bence ortalama İstanbul’un 25-30 yıl gerisinde. “Geleceğe Dönüş” filminin gerçek olduğunu hissedebilirsiniz burada.

Savur pek Türkiye gibi değil. Her ailenin çok fazla çocuğu var. Burada sokaklarda eşekler inekler katırlar geziyor fakat hayvanlar yemeksizlikten çok cılız kalmışlar, büyüyememişler. Çocuklar da öyle, bir çoğu küçük kalmış büyüyememiş, fiziksel gelişimleri yaşıtlarının gerisinde.

Mesela burada evlerin çatısı yok, kışın çok soğuk oluyor, yazın da çok sıcak oluyormuş, kışları her aile bir soba yakıp aynı odada uyuyorlar %98 civarı böyle.

Burada çocuklar ‘okul dışında ne yapıyorsun?’ sorusuna “aileme yardım ediyorum, manavda çalışıyorum, ahırı temizliyorum, babamla bahçeye gidiyorum…” cevaplarını veriyorlar.

Bunların yanında öğrenciler inanılmaz saygılılar, sen bir şey isteyeceksin diye gözünün içine bakıyorlar. İnanır mısın bazen beni eve kadar bırakıyorlar, “bir isteğiniz var mı hocam” diye sürekli soruyorlar. Bir şey isteyecek olsan hepsi koşturuyor. Senin elinde ağır bir şey görseler hemen yardım ediyorlar, halk dışarıdan gelen insanlara çok yardımcı.

Savur’un ünlü iki sözü var;
– “başım gözüm üstüne” / bir şey istediğinde diyorlar.
– “bi şey olmaz” / her zaman bunu söylüyorlar, bu şekilde birbirlerini rahatlatıyorlar. Mesela birinin tabağını kırdın – bir şeyi yanlış yaptın –  otobüsü 10 dakika beklettin :) bi şey olmaaaz :)

Bu burada bana sabrı öğretti, saygıyı öğretti, her zaman 1. öncelikli olmadığımı öğretti, isteyerek birilerini bekleyebilmeyi öğretti.

Öğrenciler çok gururlu, sen onlara bir şey ikram etsen asla almıyorlar “yok hocam ben yemem” diyorlar, ama kendilerinin ellerinde bir şey olsun asla sana vermeden peşini bırakmıyorlar. Bizim çocuklar gibi hemen her şeyi sorun yapmıyorlar, “bi şey olmaz” hocam diyorlar.

Sevgiye çok açlar, saçlarını seveyim diye yanıma yaklaşıyorlar, birine sarılınca hepsi gelip sarılıyor :)

Aslında hepimiz gibi onlar da birilerinin onların varlığına sevgi ve saygı göstermesini istiyorlar, fakat onlarınki susamışlık gibi bir şey, çok çocuklu ailenin içinde sıfır sosyal hayatla var olduklarını pek hissedemiyorlar.

[Esra hoca mektubunun bu kısmında çikolata, defter, hikaye kitabı gibi bazı ihtiyaçları yazmış.]

Buraya yapılabilecek en büyük yardımlardan birisi esasında onlara mektup yazmak, buraya gelip onlarla konuşamasan bile onlara bir mesaj vermen – ufuklarını açıcı bir cümle söylemen çok değerli. Bütün arkadaşlarımdan bunu istiyorum, sadece benim aklım yetmez, düşünsene çocuklar toplam 20 kişinin mektuplarını – bakış açılarını okuyorlar onlarla konuşmuş gibi oluyorlar. Hem siz hiç görmediğiniz çocuklara bu güne kadar öğrendiklerinizle ışık tutabilirsiniz, onların fiziksel olarak size (medeniyete)  ulaşmaları ne kadar zorsa bir mail’in buraya ulaşması kadar da kolay :)

Dediğim gibi bir şey göndermesen de en önemli ihtiyaçları sevgi ve ilgi, bir selam, mektup, fotoğraf ve özgeçmiş bile inan onları çok mutlu eder.

Fotoğrafını gönderirsen onlara senin selamını iletirim :)  Misjournal e biraz baktım, “bakın bu siteyi yapan abiniz size selam söylüyor!” buna bayılırlar :)  hatta bak bence bu iyi fikir, senin fotoğrafını çıkartırım, arada senin selamını söylerim “derslerine çalışıyorlar mı diye merak ettiğini” söylerim, nasıl olur? (lütfen evet de :)

Görüşmek üzere :)
Esra.

—–

Tunç abim selam,

Yıllar önce Lance Armstrong’un kitabını okuduğumda bir cümle beni çok etkilemişti. “Kanser olmak başıma gelen en iyi şeydi.” Cümle etkilemesine etkilemişti ama sadece bu kadar. Manasını idrak edememiştim sanırım. Sonrasında en yakınım annem de benzer bir cümle söylemişti hastalıktan sonra. Yine etkilenmiş ama yine düşüncelerimi bakış açımı değiştirmemişti. Değiştirir gibi oluyor fakat zamanla unutuluyordu.

Bu yaşam tarzı, insanların üzerinde her daim yer alan baskı, İstanbul kimi zaman herkesi olduğu gibi beni de bunaltır. Hiçbir şey yapmak istemez boş boş durursunuz. Yaşadığınızın bile farkına varmazsınız o anlarda. Soluduğunuz havanın ne büyük bir nimet olduğunu. Başkalarını düşünmeden kıyaslamadan sürekli çok küçük şeylere canınızı sıkıp durursunuz. O sıralar size büyük gelir ama bunun sebebi büyük sorunlarla karşılaşmamış olmanızdır.

İşte böyle bir anda ülkemizin önde gelen hastanelerinden birinde rutin olarak yaptırdığım kan tahlilinin sonucu mail ile gönderildi. Maili açtığım anı hatırlıyorum. Ammannn laf olsun diye gittim turp gibiyim işte derken test kağıdının üzerinde bir pozitif ibaresi gözüme ilişti. Daha dikkatli baktım evet pozitif yazıyordu. Pozitif yazan durum ise çaresi henüz bulunamamış öyle ya da böyle ölümcül bir hastalığa dairdi.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Tekrar doktora gittim 14 gün sonra doğrulama testi yapılacağını söyledi. 14 gün nasıl beklenir!!! Başka bir doktora gittim ve en kısa süre içerisinde yeni testlere gireceğimi söyledi ama bu 4 gün sonra olmuştu. O 4 gün hayatımda yaşadığı en stresli günlerdi sanırım. Sabah akşam o hastalığa dair bilgileri araştırıyordum. Hastaların düşünceleri vs…

İşte o dört gün boyunca şunu farkettim. Ne boş şeylere can sıkıyoruz, ne kadar depresif bir toplum olmuşuz. Bu laylaylom yaşayalım manasında değil ama soluduğumuz havanın güzelliğinin bile farkında değiliz. Ayaklarımızın? Kaç kişi bizim gibi istediği anda yürümek için her şeyini verir farkında değiliz. Kaç kişi kitap okumak ister bizim gibi farkında değiliz.

O dört gün sonunda tahlillerimin yanlış yapıldığı sonucu ortaya çıktı. Ama ben o dört gün sayesinde dünyanın en şanslı adamlarından birisi oldum. O süreç boyunca Twitter üzerinden iki tweet göndermiştim. İlki “bugün hayatımın en önemli günü”. Hangi firma ile görüşüyorsun şeklinde kaç mail ve sms aldığımı sayamadım bile. İkincisi ise “bugün hayatımın en mutlu günü” ona ise genellikle cevaplar aşık mı oldun şeklinde olmuştu.

Artık bazı şeylerin farkına normalden daha çok varmaya başlamıştım. Lance Armstrong’un sözünün manasını, hangi duygularla söylediğini net olarak anlamıştım. O sıralarda TRT Belgesel kanalında ‘Zorunlu Hayatlar’ adında bir belgesele denk geldim. Güneydoğu’dan göçe zorlanan hayatları anlatıyordu. Inanılmaz etkiledi. Reklam arasında güneydoğuda öğretmen tanıdığı var mı diye mail atmaya başladım çevremdekilere. Annem yaptığımdan habersiz oğlum “yardımda bulunsak mı” diyordu.

Direk yardım yapmayı çok sevmiyorum. Daha doğrusu o kişileri tespit etmek çok önemli. Rencide olma olasılıkları yüksek oluyor. O sırada senin başlatmış olduğun oyun aklıma geldi. Faili Meçhul Kıyak!

Evet evet küçük küçük kardeşlere hediyeler gönderecektik ve onları bu oyuna dahil edecektik. Oyunu çok seviyorum ama daha faydalı olmasını istiyordum. İki kişi oyuna başladık. Aslında ne yalan söyleyeyim katılımcının olacağını sanmıyordum. Blogumuzda yazımızı yazdık ve cebimizdeki paralarla ilk paketlerimizi göndermeye karar verdik.

İlk paketlerin çikolata vb. anlık mutluluk sağlayacak ürünler olmasını kararlaştırdık. Neden mi? Esra (sonrasında Nazlı) öğretmenin söylediklerine bakarsak oradaki çocuklar çocukluklarını unutalı yıllar olmuş. En son ne zaman güzel bir çikolata yediler özgürce kim bilir?

Tüm paralarımızla çikolata gibi ürünler gönderdik. Sonrasında bir sabah uyandığımda birkaç mail gördüm. Oyunu oynamak isteyenler vardı. Herkes kendince bir şeyler göndermek istiyordu. Amaçta bu zaten. Kimseden şunu alacağız bunu yapacağız gibi bir derdimiz yok. Oyunun konsepti belli. Bir kıyak yapacaksın senin yaptığın bilinmeyecek, karşı taraf rencide olmayacak en önemlisi küçücük bir gülümsemeye sebep olacaksın.

Belli bir noktadan sonra eve kitaplar, kalemler, defterler, oyuncaklar gelmeye başladı. Sonrasında animasyon DVD’leri gönderdik. Öyle ya kim sevmez Nemo’yu, Shrek’i izlemeyi? Yavaş yavaş firmalar devreye girdi ki bu konuda bazı arkadaşlarımızın inanılmaz çabaları oldu. Eski şirketim Fujitsu Siemens (şimdilerde Fujitsu Technology) belirli bir bütçe gönderdi. O bütçeyi kargolarda kullanıyoruz. Jelibon gönderdiler çocuklara. Biliyor musunuz hala boş paketi saklayanlar varmış… Hayatında ilk defa yemiş nasıl saklamasın… Pritt firması kırtasiye ürünleri gönderdi. O kadar çok göndermişler ki bizim okulumuz dışında birçok okul faydalanmış. Garanti Factoring’te çalışan arkadaşlar diş fırçası, diş macunu gönderdiler. Bireysel gönderimler aldı başını gidiyor. Bugünlerde firmalardan direk mail alıyoruz okulların nelere ihtiyacı var şeklinde.

Olayın bu hale gelmesi ise beni inanılmaz mutlu ediyor. Bu gönderimler sırasında FMK kartları gönderdik. Onlara bu oyunu anlatan bir mektup yazdık. Ve oyun oynanmaya başlandı. İlk önce 8. sınıflar oynamaya başladı. “Seni Seviyorum Anneciğim”, “Babacığım seni çok seviyorum” şeklinde ebeveynlerine verdiler gizlice. Bir gül ile öğretmenlerinin kapılarına bıraktılar. Bu hafta ise Karşılıksız Yardım konusu olarak derste anlatılacak. İlkokul 1’ler oyuna dahil oldu. Karşı tarafı gülümsetmek inanın tüm yorgunluğunuzu bir anda silip atabiliyor.

Olay baktık tahminimizden çok hızlı büyüyor. Neden başka okullara yayılmayalım diye düşündük. Öyle ya “tablet” bilgisayarla eğitime kadar daha çok yol almamız gerekiyor. O kadar çok çocukluğunu yaşamamış küçük kardeşimiz var ki… Kimisi ahırdan, kimisi işten okula geliyor (veya hiç gelemiyor) kimisi ise sadece güzel olduğu için gönderilmiyor okula… 4 Mevsim 4 Okul olarak ilerleyelim dedik.

Oyun oynamak isteyenleri bekleriz. Çünkü hakikaten çok eğlenceli çok zevkli bir oyun. Şu anda Mardin’de ilçe ve köylerinde FMK oynanıyor.

“Bu oyuna katılmak isteyen insanlar ne yapmalı, nereye başvurmalı?” diye Koray’a sorunca şöyle yazdı:

Bizimle iletişime geçebilirler. En basitinden benim mailimi paylaşabilirsin: [email protected]

Burada iki farklı yol izliyoruz. Birincisi, bireysel katılımcılar gönderimlerini genelde bana yapıyorlar. Bunu bilerek istiyoruz. Sebebi ise toplu gönderim olması ve en önemlisi kargo inanılmaz maaliyet oluyor. Kargo masraflarını bizim üstlenmemizdi. Kimi arkadaşlarım para toplayıp gönderdiler. O gönderilen miktarlar kargo masrafı olarak kullanıldı.

İkincisi yok ben size göndermem diyenler olursa, yine benimle iletişime geçiyorlar ve ihtiyaç listesi doğrultusunda öğretmenlerin adresini veriyorum.

Sevgiler,
Koray Kocabaş.

Faili Meçhul Kıyak! için başlarda “tek bir kişinin bile yüzünü gülümsetebilirsek ne mutlu” dediğimizi hatırlıyorum. Bırakın mutlu olmayı, nefesim kesiliyor böyle gelişmeleri duydukça.

İyi ki varsın Koray. İyi ki varsın Esra Hocam. Sizin gibilerden daha çok lazım bu dünyaya.

Koray’ın e-mail adresi: [email protected]
Blogundaki ilgili yazılar: misjournal.com
Facebook sayfası: ‘ Hadi Bir Oyun Oynayalım