Minimalizm çoğunlukla ögelerin tenhalığı olarak algılanıyor ama bu ilkenin kastettiği azlığa övgüden, çok daha öte bir şey. Bir dönem özellikle sanatta aşırı biçimcilik, daha doğrusu insanları duygulandırmak için bol kepçe öğe kullanma merakı ayyuka çıkınca insanlar bir tepki olarak Minimalizm’e sarıldı. Bu akım adını en çok sanatta duyursa da Minimalizm’in anavatanı aslında insan beynidir. Beynin belki de en hayret verici özelliği olan Minimalizm olmaksızın, onun yapabildiği birçok şeyin izahı ancak “takdir-i ilahi” seviyesinde olabilirdi. Bunun en iyi örneklerinden biri de yine dildir kuşkusuz. İnsanın dil gibi gelmiş geçmiş en karmaşık kodlama sistemini daha üç yaşında, belki de en saf salak halinde öğrenebilmesini Minimalizm’e değinmeden açıklayabilmek neredeyse imkânsızdır.
İnsanın daha bebek sayılacak bu yaşta, çoğu karmaşık soyut kavramlardan oluşan binlerce kelimeyi sadece altı ay içinde öğrenebilmesinin yanı sıra, yüzlerce dilbilgisel simgeyi deşifre edebilmesi, yani insan aklının icat ettiği en karmaşık algoritmayı bu denli başarıyla kullanabilmesi, şaşılacak ölçüde basit bir ilke olan Minimalizm sayesinde açıklanabilir.
Aynı anda bir dolu fonetik, semantik, morfolojik ögenin işlenmesi gereken, üstelik bu ögelerin de bir yığın dış değişkene bağlı olduğu bu karmakarışık sistemin tüm çocuklar tarafından öğrenilebilmesini sağlayan bu ilke bize aşağı yukarı şunu söylüyor: Dil ne kadar karmaşık yapılarla dolu olursa olsun, özünde bilinmesi gereken bilgi sayısı son derecede azdır. Sanki dil kendini evrimleştirirken bir taraftan da inanılmaz bir basitlik yasası çalıştırmış ve anadil edinimini çocuklar için minimal bilgiyle mümkün kılmış. Gerçekten de dil edinim sürecinde bilgi sayısı o kadar azdır ki yakından bakıldığında, bu denli az bilgiyle gerçekleşen bu yoğunlukta bir öğrenme süreci insanı hayrete düşürüyor.
Dahası beynin bu Minimalist özelliği sadece dil ediniminde değil, insanın her türlü anlama çabasında da aynı şekilde işler. Konu ne olursa olsun insan için fazlasıyla karmaşık olan bir yığın yapının ardındaki bilgi adeti sanıldığından çok daha minimaldir. En azından beynin görevini yapabilmesi için ihtiyaç duyduğu bilgi adeti minimaldir. Asıl zorluk, o karmaşa içindeki doğru bilgileri seçmektir, o kadar. İzafiyet Teorisini anlamaya çalışırken ya da bir savaş uçağını kullanmayı öğrenirken yüzleştiğimiz zorluk bile çoğunlukla bu yapıların karmaşasından değil, bilgideki doğru seçkiyi doğru sıralamayla yapamamamızla ilgilidir aslında.
Birçok insanın matematik, fizik ya da felsefe gibi alanlarda kronikleşmiş anlama güçlüğü çekmelerinin nedeni de o tür içeriklerin zorluğu değil, sadece bilginin önemsendiği eğitim sistemlerinde üst üste sıralanmış yığınlar arasından nasıl bir seçki yapacaklarını bilememeleri. Mesela felsefenin ne olduğunu anlama teşebbüsünde bulunan biri, eğer doğru rehber kullanmıyorsa, bir anda kendisini öylesine geniş bir bilgi bombardımanı altında bulur ki değil konuyu anlamak, o süreçte kafasını kaldırıp nerede olduğuna bile doğru dürüst bakamaz. Sadece birkaç doğru bilgiyle kolayca oluşturabileceği felsefe bilincine, tüm isteğine rağmen ömrü boyunca ulaşamaz.
Başka alanlardan da örnek vermek mümkün. Birçok insanın kütleyle ağırlık arasındaki farkı içselleştirmekte çektiği zorluğun nedeni de bu konunun devasa yığınları arasında öncelikli bilgileri ayırt edememeleri. Madde bakımından kütlenin içsel, ağırlığınsa dışsal bir sonuç olduğu gibi basit ama işlevsel bir bilgi parçacığının, üst katmanlardaki havalı bir yığın bilgiden çok daha anlamlı olabileceğini; hatta sırf bu bilginin bile özü kavramalarına yeterli olabileceğini çoğu zaman görememeleri.
Bir müzik enstrümanı çalmak veya bisiklet kullanmak gibi becerileri edinirken insanların sergiledikleri basit düşünememe, konunun özünü kaçırma eğilimlerinin temelinde de bu ilke var. Büyük bir ihtimalle eğitim alışkanlıkları yüzünden, çoğu insanın minimal düşünme becerisi bir konuyu anlama aşamasında değil, çok daha sonra, o konuda ustalaşınca devreye girebiliyor.
Dolayısıyla, beynin doğasını iyi anlamak için zihin, öğrenme, bilme, anlama süreçlerine birçok açıdan bakmak gerekiyor.
***
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazı sizin için geliyor: Beyin Neden “Özel” Bir Organdır?