Beyza Yanık – GÜNAYDIN GÜLÜMSEMESİ

Yaşlandığımızda bir baston mudur bize özgürlüğümüzü kaybettiren, alışmışlıklarımızın vurduğu zincirler mi yoksa suç işleme dürtülerimiz mi?

Ne zaman bir şeye ‘bağlı’, ne zaman ‘bağımlı’ hissederiz?

Bağımsızlığımızın ilanını önemli yapan nedir o zaman?

Kelimeler kalbimden tek tek dökülür bazen. O zamanlar bağımlılıktan kurtulurum, rahatlarım. Aklımın süzgecinden geçtikten sonra tamamlanmalarını umduğum yarım yamalak cümlelere hala bağlıyımdır ama. Kağıda dökülmeleriyle mi özgürlüğümü ilan ederim? Bilinmez.

Kadının derinliğine ulaşmak kolay değildir. Çoğu zaman ortaya çıkan kelimeler su yüzüne yakın yüzen küçük balık lardan ibarettir. Yazarları anlamam bu yüzden.

Sorumlu olunan tüzellere karşı, karşılıklı yapılan bir bedel alışverişiyle insan derinine nasıl iner?

İçinin kuyusunu mu kazar bunu yapmak için? Ben henüz o kadar ağdalı laflar bilmem.

Sanat yapmak zordur. Delişmen kelimelere vurulurum yalnız ben, kalpten birden fırlayan; ukala, umarsız ve destursuz. Sakin bir denizde dalga dalga büyüyen çocuksu, küçük zerreler yorar çoğunlukla.

İnsan aklına ne geliyorsa o an yaşamalı. O an yapmalı. Bu da bizi değişmeye sürükler. Hep değişmek, yenilenmek isterken ben, aynı zamanda değişmekten de korkarım. Bu korkularım arasında yaşamanın tadına varmaya çalışan yollar tıpkı çizgi filmlerdeki gibi, zihnimde; ufukta birleşen bir girdaba dönüşür. Sonra değişmeyi çok isterken, neden değişmek istemediğimizi düşünürüm. Daha doğrusu bunun için neden uğraşmadığımızı. Anne-babamızın bize öğrettiğinden farklı bir insan olmak kolay değildir, bence bunu göze alamayız. Ne o ufuktan daha ötesini algı alanımıza sokarız, ne de o taraklarda bezimiz olur. Tembelliktendir belki de. Yine de yeni hikayeler yaratmak zordur. İşte bundandır ki ben yine yazarları anlamam.

Düşünsenize, bir hayat yaşıyorsunuz, daha kendi hikayenizi tamamlamamışken başka hikayelere sonlar buluyorsunuz. Bu bence kalpten fırlayan sözcüklerin intihara koşması gibi .

Bu rüyadan da şöyle uyanırım: Günaydın Gülümsemesi . Bazen telefonuma gelen güzel bir mesaj, bazen gamzeli bir gülüş. Babamın sarılması gibi. Hirschi 1969 ‘da suçluların neden suç işlediğini araştırırken kurduğu Sosyal Bağ Teorisi ‘nde demiş ki, bir kişinin toplumla olan bağı zayıfladığında veya bu bağ koptuğunda suç işleme motivasyonu oluşur.

Bu teorinin temelini oluşturan ‘bağ’ fikrinin 4 temel unsurundan ‘adanmışlık’ da şunu der: Bir kimsenin sahip olduklarıyla suç işleme kapasitesi ters orantılır, yani kaybedecek ne kadar çok şeyi varsa o kadar az suç işler; çünkü suç işleyip elindekileri kaybetmeyi göze alamaz. Sevdiklerimizi kaybetme korkusu mudur tüm duygu çırpınışlarımızı diri tutan, yoksa onları kazanmaya başladığımızı anladığımız yani sevgilerine garanti gözüyle baktığımız zaman tatmin olmuş egomuzun verdiği rahatlıkla onlara hayatımızdan yol verişlerimiz mi?

Özgürlüğümüzü burada tekrar sorgulamaya başlıyorum ben işte. Hissettiklerimizi kağıda dökmeye zorlanırken mi mahkum gibi hissederiz kendimizi, yoksa kaybetmekten korktuğumuz “başarılarımız, ünümüz, paramız, sevdiklerimiz” artmaya başladıkça mı?

Bu güzelliklerin artması zenginlik değil midir?

Peki ya insanoğlu zenginliklerini artırırken içinde boğulduğu doyumsuzlukta kaybediyorsa bağımsızlığını?

Bu tıpkı ‘kıskanmak’ ve ‘imrenmek’ arasında var olan çizginin tarafımızca ince olduğu algısıyla, aslında ‘sevdiğimiz’ insanlara ‘imrendiğimiz’ ve ‘sevmediklerimizi’ ‘kıskandığımız’ bilgisindeki ‘sevgi’nin bir ölçüt olmasının ona atfettiğimiz değerin ‘küçüklüğünden’ mi yoksa ‘büyüklüğünden’ mi kaynaklanıyor oluşunun tartışması gibi kalın bir çizgi.

Sevdiğinizden bir günaydın gülümsemesi aldığınızdaki mutluluğun hayatınıza kattığı sadece o anki sevinçken; almadığınızda hayatınızdan götürdüğü daha fazla olabiliyor. Bu bence ‘buğulu’ sözcüğünün ‘uçuşmak’ sözcüğünü andırması gibi biraz. Belki de kıyaslamak yanlıştır, hayatımızın mutluluk tablosundaki gelir ve gider dengesini. Peki ya, nedir bu duyguları harekete geçiren? Kalbi titreten, aklımıza ‘buğulu’ gibi, ‘uçuşmak’ gibi yumuşak sözcükleri sokan? Bazen bir film. O filmde bir role sahip olmak istersiniz, o kahramanla kendinizi özdeşleştirirsiniz gerçek hayatta yapamadıklarınızı yapabilmek için. Bazen bir şiir. Çoğu zaman -şiir yazmayı deneyen herkeste olduğu gibi- yarım kalmış, tamamlanması umuduyla bitti dedikçe altına zorla eklenen birkaç satırdan biri olmamak için uğraşırsınız.

Peki ya Hirschi ‘ye göre suç işlememe nedenimiz buysa kaybedecek bir şeyi olmayan masum insanları nasıl açıklayacağız? Bu ‘ iyi insan ‘ olmakla alakalı biraz. İşin içine ‘ahlak’, ‘erdem’, ‘kendine saygı’ gibi kavramlar giriyor.

Bunlarsa apayrı meselelerin konusu. Bazen özgürlüğümüzün ruhumuza sığmaması, bazen koskoca kalbimizin bir odasında tıkılı kalması. Günümüzde de öyle değil mi?

Çoğu güzelliği çabucak harcayıp kalplerimizi yoruyoruz, dayanma kotamızı aşmaya gelince mevzu; ‘utanmak duygusu’nu bile tüketip adına bir ‘sendrom’ koyuyoruz, oluyor bitiyor. Bazen özgür bazen kelepçeli hissetmemizin nedenleri bütün bu sorgulamalarımdan mıdır, yoksa hala kendimizle uğraştığımız sığ fikirlerimiz mi? Bilemiyorum Altan bilemiyorum.

Sevgilerimle

Beyza Yanık / www.heykadin.com

Hukukçu