Selvi Boylum Al Yazmalım filminin en çarpıcı repliğini çoğunuz hatırlarsınız:
“Sevgi neydi?”
Bilmeyenler için açıklayayım; âşık olduğu kocası (Kadir İnanır) tarafından terk edilen bir kadın (Türkan Şoray), oğluna babalık eden son derece güzel ahlaklı bir başka adamla gerçek sevgiyi bulmuşken esas oğlan çıkagelir ve esas kızın sevgiyi sorgulamasına neden olur: “Sevgi neydi?” Kısa ama duygusal olarak zorlayıcı bir akıl yürütmeden sonra esas kız cevabı bulur: “Sevgi emekti…”
Bu sorunun cevabı maalesef filmde yok. Bildiklerini bilmediğini zorlayıcı ama uzun akıl yürütmeler sonucu anlamış biri olarak ben cevap vermeyi deneyeyim: “Bilgi emek değildi, malumat hiç değildi!”
Dilimizde bilgi ile malumat kelimeleri birbirinden farklı anlamdalar, tıpkı İngilizcedeki knowledge ve information gibi. Bu ayrım son derece önemli çünkü farkındalığımızın kalitesine işaret ediyor. Binlerce kitap okuyabilirsiniz, bir sürü ünlü ismi tanıyabilirsiniz, dünyada olup bitenlerle ilgili bir dolu haber alabilirsiniz ama bunlar size bilgi vermez.
Bilgi, edindiğimiz malumatı sindirerek bünyemize katmakla gerçekleşir.
Tonlarca meyvenin genetik özelliklerini, ana vatanlarını, besin değerlerini bilebilirsiniz ama bu enformasyon size ihtiyacınız olan vitaminleri vermez. Adını, kökenini, kalorisini hatta içindeki tane sayısını bildiğiniz nardan hayır görmeniz için onu yemeniz ve sağlıklı bir sistem içinde sindirmeniz gerekir. İşte bilgi de böyledir. Milyonlarca malumat alırız ama bunları zihin süzgecimizden geçirerek anlamlı bir bütünün parçası haline getirmediğimiz sürece bilgi edinmiş olmayız.
Kimi insanlar bir konudan söz ederken onlarca alıntı yaparlar, falanca kitaptan filanca filmden örnekler vererek ne kadar çok bildiklerini (!) gösterirler. Sonuç olarak ortaya karışık bir çorba çıkar. Bu tip insanlar entelektüel ya da aydın değildir, enformasyon saçıcı yani malumatfuruştur. Bilginin ne olduğunu bilmeyenler, bu insanlara gıpta ederler, oysa en çok malumata Google efendi hazretleri sahiptir. Ne var ki Google anlam üretmiyor, en azından şimdilik.
Rivayet olunur ki bir gün öğrencileriyle ders yapan Celaleddîn Rûmî’nin yanına Tebrizli Şems girer ve falan âlim bunu dedi, filan kitap şunu yazdı diye konuştuğunu işitince Rûmî’ye şöyle seslenir: “Bırak artık dedikoduyu, o onu dedi bu bunu dedi demeyi! Sen ne diyorsun, sen? Asıl onu söyle!” Bu hitap ile Şems aslında ilim tahsil etmekteki amacın malumat biriktirmek değil, bilgi edinmek olduğunu belirtir.
Bilmek malumat kaydı tutmak değil, muhtelif malumat arasındaki bağlantıyı anlamaktır.
Akıl kelimesi Arapçada bağlamak anlamında bir fiilden türemiştir; dolayısıyla esas itibariyle akletmek, malumatı birbirine bağlamak ya da aralarındaki bağı fark etmek demek. Sebep sonuç dizgesi insan zihninin anlaması için son derece önemli. Şeyler arasındaki bağlantıyı çözmek, aradaki ilişkiselliği kavramak demek. Evren bir nedensellik ile çalışıyor (ya da zihinlerimiz öyle algılıyor), belli sebeplerin belli sonuçları doğurması ve bizlerin bu bağlantıyı anlamamız zihinlerimizi rahatlatıyor, bizde bir huzur ve sükûn duygusu yaratıyor.
Başka bir ifadeyle şeyler arasında bağ kurarak tatmin oluyoruz. Aslına bakarsanız bilgi denen şey, beyin hücrelerimizin bağlantılarından ibaret. Müthiş bir ağ var ve nöronlar arasındaki bağlantı sayısı ne kadar fazlaysa beyin ve dolayısıyla algılama kapasiteleri de o kadar fazla oluyor. Yani idrakimiz kurduğumuz bağ kadar, ne kadar bağlarsak o kadar anlıyoruz.
Anlamak fiilinin köken analizini yaptığımızda “an” ile bağlantısını yakalarız. Birkaç örnek üzerinden gidelim; izlemek: iz+le(ile)+mek, kollamak: kol+la(ile)+mak, bağlamak: bağ+la(ile)+mak gibi kelimeler bir isme gelen ile (beraberlik) ve mek/mak (mastar) ekleriyle fiil olurlar. Bu şekilde türetilen kelimelerin ilk isimle irtibatları vardır. Benzer şekilde anlamak kelimesi de “an” ile bağlantılıdır.
“Anı yakalamak” ve “anda kalmak” tabirleri meditasyon ve farkındalık çalışmalarının yaygınlaşmasıyla popüler hale geldi. Burada size anlamak fiilinin Arapça, İngilizce ve Almanca dillerindeki karşılıkları üzerinden farklı bir bakış açısından söz edeceğim. Dilimizde “vâkıf olmak” ifadesini kullanırız, bir şeyi derinlemesine anlamak demektir; durmak anlamındaki Arapça vakafe fiilinden türemiştir (vakıf kelimesi de bu kökten gelir). İngilizce ve Almancada da anlamak fiilleri (sırasıyla understand ve verstehen ) durmak ile bağlantılıdır. Bu etimolojik ilişki bize ne anlatıyor?
Aslında hayatın tamamı anlardan ibarettir ve anın farkında olarak yaşayanlar aslında epey uzun ömürler sürerler.
“Durup düşünmek” ifadesi bir şeyi anlamanın yolunun durmak olduğuna işaret ediyor. Hızla yol alırken yoğun bir uyaran bombardımanına tutuluruz, bir yerden hızla geçtiğimizde orada gördüklerimizi pek de idrak edemeyiz. Gerçekten görmek, duymak ve idrak etmek için çoklu uyaranlardan kurtulmaya ve dikkatimizi bir noktaya toplamaya ihtiyacımız vardır. Durup düşündüğümüz anda ne olup bittiğinin farkına varırız. Bu yüzden tam da yaşadığımız ana, o en küçük zaman dilimine odaklanmak bize anlam verir. Aslında hayatın tamamı anlardan ibarettir ve anın farkında olarak yaşayanlar aslında epey uzun ömürler sürerler.
Bir an için de olsa duralım ve hayat tarzlarımızın bize boca ettiği enformasyondan uzaklaşalım. Durup düşünelim: Ben ne yapıyorum? Tam şu anda ne yaşıyorum, ne hissediyorum, ne biliyorum? İşte felekten bir an çaldık bile!
Hepimizden bir tane var, yaşadığımız anların da her biri biricik. Zamanın akmasıyla sürekli elimizden kayıp giden anlardan birazını dahi yakalasak belki içlerinde kendimizi bulabiliriz, ne dersiniz?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: İnsan Kime Denir?