Rahmi Mert Özcan ‘Bir Dünya Müzik’ dergisindeki Mart ayı yazısında The Rolling Stones’u anlattı. Sevilen grup İngiliz müziğine yeni bir ruh ve yeni bir bakış açısı kazandırarak, Rock, Blues, Country hatta Reggae gibi tarzların köprülerinden bir Rock & Roll yaratmayı başardı!
İngiliz müziğine yeni bir ruh ve yeni bir bakış açısı kazandırmış, Rock, Blues, Country hatta Reggae gibi tarzların köprülerinden bir Rock & Roll yaratmayı başarmış, bugün hala dünyanın en iyi gruplarından biri olmaya devam eden The Rolling Stones’dan bahsediyorum. Geçen 54 senede süre gelen bir sürü tarz karmaşası, gelişen teknoloji, yenilenen akım ve müzik kültürlerinin dejenere olması, The Rolling Stones efsanesini hiç etkilemediği gibi onlara duyulan saygıyı daha da arttırmıştır. Sahip çıktıkları kendi tarzlarını 70’li yaşlarında bile böylesine içten ve böylesine Rock dolu icra eden günümüzde kaç grup, kaç müzisyen kaldı ki?
The Rolling Stones efsanesinin başarı öyküsü “Paint it Black” şarkısının dizelerindeki gibi çok fazla siyahtan geçiyor. 1960’ların hemen başında müzik piyasasında tutunamayan, ekonomik sıkıntılar yaşayan, her geçen gün kendilerini daha da aynı yerde gören ve yavaş yavaş var olamama korkusunu en derinden hisseden kurucu iki müzisyen Mick Jagger ve Keith Richards’ın The Rolling Stones’u yaratma mücadelesi oldukça zahmetli ve bir o kadar da romantik.
The Rolling Stones felsefesi diye bir şey varsa bu kesinlikle zahmet ve romantizmin içinden geçmeli. Hemen hemen her şarkısında hissetmeye alışık olduğumuz doğallık duygusundan ayrılmayan, hayalperest gözükse de bence fazlasıyla gerçekçi, hatalarını seven, kendileriyle yüzleşen, The Beatles’ın sempatik imajının aksine daha çirkin ve asık suratlı bir ifadeyle herkesi içine çekmeyi başaran 1962 yılında iyi ki doğmuş dediğimiz bir gruptur The Rolling Stones. Ruhlarında müziği aşkça hisseden, imkansızlıklarla olgunluğu kavurmuş, asla denemekten vazgeçmeyen ve hala bizi selamlayan bir efsane. The Rolling Stones demişken Mick Jagger ve Keith Richards’dan bahsetmezsek olmaz tabi ki. Bu grubu kurdukları ilk günden bugüne hiç ayrılmayan ve 72. yaşlarını devirmiş iki önemli müzisyen. Jagger iyi bir vokal olmasının dışında iyi bir piyanisttir ve bir o kadar da güzel bateri çalar. Yapımcı ve aktör kimliğini de söylemeyi unutmayalım. Richards da oldukça donanımlı bir müzisyendir. Ailesinde caz müzisyenlerinin olması onun doğumundan bu yana müziğin içinde daha da çok kalmasını sağlamıştır. Bu sayede küçük yaşlarda Billie Holiday, Louis Armstrong ve Duke Ellington gibi efsanevi caz müzisyenleriyle tanışmış hatta onları tanıma şansını da yakalamıştır. Kendisi iyi bir gitarist olmasının yanında iyi de bir vokaldir. Bu iki efsane egolarını bir kenara bırakmış farklı tecrübe ve yetilerini The Rolling Stones etrafında toplamayı, efsane olmayı başarmışlardır.
İngiltere ve ABD’nin özellikle Blues, Jazz, Pop ve Rock alanlarında Dünya üzerinde payı çok ama çok büyük. O kadar iyi müzisyenler yarattılar ki özellikle 80’lere kadar olan süreçte piyasada kim albüm çıkartsa hep büyük beklentilerle izlendi. Bir çoğu iyilerin yanında eksildi, kimisi ise zirvede daha müziğine doyamamışken bu dünyaya hoşça kal dedi. Şanslıysak eğer The Rolling Stones gibi yaşayan efsaneler sayesinde yitirdiklerimizin ruhunu, o dönemin ruhunu bugün hala yaşıyoruz ve daha da saygı duyuyoruz. Sanırım en çok da özlüyoruz onları. John Lennon, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Kurt Cobain, Freddie Mercury gibi müziğin temel taşı olmuş bu kocaman müzisyenleri çok ama çok özlüyoruz. Bu yüzden hala 70’li yaşlarında müzik yapan The Rolling Stones ve onun gibi sayısı az diğer efsane müzisyenler veya grupları izleyebilmek bizim için hem büyük keyif hem de bir o kadar lüks.
2012’de 50.yılını kutlayan, zamana meydan okuyup 2013’de dünya turnesi gerçekleştiren, müzikteki Chuck Berry ve Muddy Waters ruhunu kendileriyle karıştırıp bize bambaşka lezzetler sunan The Rolling Stones’u ne kadar anlatsak bir o kadar eksik kalır. Yine de o eksikliği tamamlamak için 50.yılın anısına yayınlanmış “50” adlı kitabı ve müzikteki 50 yıllarını anlatan “Crossfire Hurricane” belgeselini izlemek onları daha iyi anlamak ve hissetmek adına güzel bir tavsiye olacaktır. Dahası içinse bugüne kadar yayınlamış oldukları birbirinden güzel ve eşsiz 22 albümü tek tek incelemek ve her notayı derinlemesine hissetmek kafidir. Hepimiz merak ediyoruz bu efsane bize daha neler yaşatacak, bu dünyaya daha neler sığdıracak. Kendilerinin “Miss You” parçasında da dedikleri gibi bekleyip göreceğiz. Ama ne görürsek görelim hepsi bizim lehimize.
Evet öyle…
Rahmi Mert Özcan – Bir Dünya Müzik 2016 Mart Sayısı Yazısı