BOŞANMA SÜRECİ İÇERİSİNDE ELDE EDİLEN HUKUKA AYKIRI DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Boşanma davası, eşlerin evlilik birliklerini sonlandırmak istemelerine dair bireyin tek veya bireylerin anlaşmalı olarak almış oldukları kararlar neticesinde Türk adalet sistemine başvurmaları ve bu sürecin Türk Hukuku tarafından görevlendirilen aile mahkemelerince sonuçlandırılmasına denir. Boşanmaya dair ilgili mevzuat düzenlemesi Türk Medeni Kanunu’nun ikinci bölümünde ’Boşanma’’ başlığı altında toplanmıştır .

Yukarıda da tanımı yapılmış olan süreç içerisinde kimi hallerde eşler birbirlerinin özel hayatlarına dair bilgilerini dava sürecini lehlerine döndürmek adına işleme, kayda geçirme çabasında bulunmaktadırlar. Bu bakımdan boşanma sürecini daha sonra detaylandırılacak bir nitelik olarak ele aldığımızda önceliğin kişisel veri hususuna verilmesinde yarar vardır.

Kişisel veri olarak nitelendirilebilecek ve her bireye has, kanunumuzca da onaylanmış olan bazı değerler bulunmaktadır. Bu değerler kapsamında yeni olarak hitap edebileceğimiz 2016 tarihli Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na göz atmak doğru bir yaklaşım olacaktır. 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nca kişisel veri, (3.madde /d) kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade eder. Bu bilgiler kişiye has ve kişinin rızası alınmadığı müddetçe işlenemeyen, sınıflandırılamayan veya profillendirilmesi yasaklanmış olan verilerdir. Tanım doğrultusunda verilere karşı yapılacak olan her türlü işlem işleme faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Kişinin verilerinin işlenmesi bu ölçütte belirli sınırlandırmalara tabii tutulmaktadır. Bu şartlar arasında kişinin aydınlatılmış olması, KVK tarafından belirtilmiş olan genel ilkelere uyması ve veri işleme şartlarından birini bünyesinde barındırması gerekmektedir.

Nitekim konumuzu oluşturan boşanma davaları hakkında değerlendirme yapacak olur isek eşlerin birbirlerini kayıt altına almaları sırasında kimsenin birbirine aydınlatma yapmadığı veyahut genel ilkelere uyup eşlerinin rızasını almadıkları aşikardır. Bu hususlar çerçevesinde değerlendirildiğinde bireyin giz alanı içerisinde bulunan her türlü kayıt işleminin hukuka aykırı olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kapsamında (38.madde/6) kanuna aykırı olarak belirtilmiş, elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilmeyeceği esası açıkça düzenlenmiştir.

Nitekim Yargıtay gelişen toplum ve hukuk düzeni esası açısından tarihsel olarak farklı kararları bünyesinde barındırmaktadır. Bu durumun önemli sebeplerinden biri de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilk defa 12.01.2011 de düzenleme bulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. 6100 sayılı HMK öncesinde somut olayın özelliği de dikkate alınarak davaya ilişkin kararlar kimi zaman hukuka aykırı olarak değerlendirilmeye alınmış kimi zaman ise hukuka aykırı delil yaratma olarak kesin bir hükümle yargılamada bu gibi delillerin olamayacağı ile ilgili sonuçlandırmalar yapılmıştır.

Örneğin; Yargıtay Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarihli ve E.2002/2-617 K.2002/648 sayılı kararında eşlerden birinin tuttuğu günlük defterinin diğer eş tarafından delil olarak kullanılması hali hukuka uygun olarak görülmüştür. Alınan karar bakımından değerlendirme yapılacak olduğunda aile evi içerisinde geçen her alanın eşlerin ortak alanı olduğu düşüncesi genel kanıyı oluşturmaktadır. Bunun haricinde eşlerin kendi giz alanlarının varlığı henüz daha söz konusu edilememektedir.

Daha sonraki yıllarda verilen kararlarda da aynı esasa ilişkin sonuçlar görülmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 20.10.2008 tarihli kararında bunun örnekleri ortaya çıkmaktadır. Kararda eşinin sadakatinden kuşkulanan davalının, eşlerin birlikte hayatlarını idame ettirdiği konutlarında, eşin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirilerek konuşmaları eşi bilgilendirmeksizin kayıt etme işlemini hukuka uygun ve özel hayatın gizliliğine zıt düşmeyen bir yapı olarak sonuçlandırmıştır.

Verilen örneklerde de görüldüğü üzere hukuka aykırı delil edimi niteliğinin sınırları oldukça geniş bırakılmış olsa da söz konusu genişlik hukuka aykırı delil yaratma hususunda aynı ölçütte bulunmamaktadır. Nitekim HMK madde 189/2 dikkate alındığında görülmektedir ki hukuka aykırı olarak yaratılmış her türlü delil mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz, ifadesi bu konuda açıklık getirmiştir. Keza aynı bağlantıyı daha önce de değinilmiş olan T.C. Anayasası’nın 38.maddesi ile bağdaştırmak da mümkündür.

Belirtilen tarihlerin aksine günümüz tarihine daha yakın olarak nitelendirilebilecek tarihlerde verilen kararlarında ise Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, E. 2016/14742, K. 2017/2577, T. 7.3.2017, ‘(…)Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMUK’unun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı ( yaratılmış veya elde edilmiş ) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.(…)’‘ hükmünü getirmiştir. Bu karar ile kişinin sosyal medya hesaplarındaki bilgilerin kişinin rızası olmaksızın aktarımı yapılması veyahut izni olmaksızın bu paylaşımların mahkemeye delil olarak sunulması HMK m.189/2 hükmü göz önüne alınarak hukuka aykırı tutulmuştur.

Aynı şekilde 12.Ceza Dairesi’nin 2019/4369 E. , 2019/8633 K. kararı doğrultusunda da benzer tipte sonuçlar görülmektedir. Evin içerisindeki görüntülerin veya seslerin kayıt edilerek mahkemeye sunulması hali zincirleme şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal etmesi sureti ile şahsın suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.

‘’ (…) Özel hayat; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez.(…) Kişiye bağlı ve onun kişisel gelişimiyle ilgili olan özel hayatın gizliliği hakkı, evlilikle tamamen ortadan kalkmaz. Tarafların evli olmaları ve aynı konutu paylaşmalarından dolayı birbirlerinin kişisel eşyalarına ve özel yaşam alanına giren hususlara kolayca ulaşabilme imkanına sahip bulunmaları, eşlerin hiçbir sınır olmaksızın birbirlerini sürekli gözetleyebileceği ve denetleyebileceği şeklinde yorumlanamaz. Ancak, kişinin, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda, örneğin; kendisine karşı işlenmekte olan (cinsel saldırı,hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın bilgisi ve rızası dışında, özel hayata ait bilgileri okuma, konuşma ve haberleşme içeriklerini veya özel hayata ilişkin ses ve görüntüleri dinleme, izleme ya da kaydetme, kişisel verileri kaydetme, ele geçirme ve yayma eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi, esasen bu hallerde, kişinin hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davrandığından da söz edilemez.(…) ‘’

Açıklamalarını içerisinde barındıran bu dava gibi verilebilecek onlarca örnek bulunmaktadır. Tüm bu kararların ana temelinde yatan esas ise HMK m.189/2 , TCA m.38 , TCK ’nun ilgili hükümleri ve KVK kapsamında belirtilen kişisel veri tanımına bağlı olarak kişiye bağlı tasarrufta kalan özgürlüklerin fayda amacıyla işlemeye çalışanlardan korumaktır.

Önemle belirtilmelidir ki, bahse konu edilen kayıt alma durumlarına bağlı suçların Türk Ceza Kanunumuzca da ilgili yerlerde bahsi geçmektedir. Konuyla ilgili olarak İçtihat Metni niteliği taşımakta olan 12.Ceza Dairesi’nin 2013/11860 E. , 2014/2963 K. sayılı kararı konunun daha net bir şekilde anlaşılmasında etkili rol oynayacaktır. Verilen karar doğrultusunda ilgilinin rızası olmaksızın alınan kayıt işlemlerinin TCK m.133/2 kapsamında suç olarak tanımlandığını, kaydedilen bu bilgilerin paylaşılması durumunda ayrıca TCK m.133/3 bakımından hüküm bulacağını ve bunun bir suçu oluşturduğu açıklanmaktadır.

Sonuç olarak belirtilmelidir ki, boşanma sürecindeki eşlerin fayda etmek amacı olsun veya olmasın diğer eşin görüntülerini veya sesini izinsiz ve uygunsuz bir yöntem ile kayıt altına alması hukuk sistemimizce hukuka aykırı olarak değerlendirilmekte ve yükümlendirilmektedir. Kişi bir evlilik hayatı içerisinde yer alıyor olsa da birey olarak giz alanı yalnız ona özel ve biricik nitelik taşımaktadır. Bu giz alanına yönelik yapılacak olan ilgili suçlamalar gerek Türk Ceza Kanunu gerek Kişisel Verilerin Korunması Kanunu gerekse de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilgili hükümlerince belirtilmiştir.

Kaynakça:

. Yargıtay CGK, 25.09.2002, E.2002/ 2-617, K. 2002/648

. Yargıtay 2.HD, 20.10.2008

. Yargıtay 3.HD, 07.03.2017, E.2016/ 14742, K.2017/ 2577

. Yargıtay 12.CD, E.2019/ 4369, K.2019/ 8633

. Yargıtay 12.CD, E.2013/ 11860, K. 2014/ 2963

. https://jurix.com.tr/article/3899 / Mustafa ATEŞ

. https://jurix.com.tr/article/11057 / Güçlü AKYÜREK

. https://jurix.com.tr/article/25237 / Dr. Fatih ÖZKUL

. https://www.hukukihaber.net/hukuka-aykiri-yontemlerle-elde-edilen-kisisel-veri-niteligindeki-iletisim-bilgilerinin-hukuka-aykiriligi-makale,5991.html / Doç. Dr. Murat Volkan DÜLGER

Şimal HASTÜRKOĞLU

YAROL HUKUK & ARABULUCULUK BÜROSU