“Büyük” Şehrin “Küçük” Dünyası – 2

Sürekli çalışmakla geçen günler birbirini kovalarken genç karınca da düşünsel dünyasında birçok yeniliği keşfediyordu. Kentin yakın çevresinde yiyecek araştırmak ve bulduklarını depolara taşımaktan ibaret olan görevinden terfi etmişti. Artık kentin derinliklerinde bulunan mantar tarlalarının bakımından sorumlu ekibe katılmıştı. Dışarının tehlikeleriyle karşılaştırıldığında oldukça sakin ve güven dolu saatler geçiriyordu tarlalarda. Bu zamana kadar gördüğü ve öğrendiği kadarıyla doğadan toplamanın dışında, yetiştirerek, bakımını yaparak, hasat ederek yiyecek temin eden, yani tarım yapan tek topluluktu kendisininki. İşçilerin dışarıdan getirdiği yaprak parçalarını nemli ortamlarda çürümeye bırakıyorlar, uygun ısı ve nem miktarını ayarlıyorlar, çürümeye yüz tutan yapraklara diğer mantar kolonilerinden parçalar getirerek ekim yapıyorlardı. Yeterince gelişenleri de hasat ederek yiyecek depolarına götürüyorlardı. Biraz düşünüldüğünde muhteşem bir teknolojiydi bu. Kendi kentini diğer tüm canlılardan üstün kılan, doğaya bağımlılığı azaltan bir teknolojiye hayran olmamak elde değildi. Bu üretimin bir parçası olduğu için gurur duyuyor hatta biraz da kibirleniyordu. Bu kibrinden midir, yoksa fikirlerinden dolayı etrafında biraz çılgın olarak tanınmasının etkisinden midir bilinmez, son zamanlarda kendinde bir başkalık hissediyordu genç karınca. Üstünde fazla durmadı ama bir şeyler değişiyordu sanki hayatında. Beraber çalıştığı diğer karıncalar mesafeli davranıyor ama saygıda kusur etmiyorlardı. Bir süre sonra yeni bir emirle başka bir bölüme ataması yapıldı. Kendisini hayretten hayrete düşüren bu bölüme ilk defa geliyordu, hatta yolu bile yeni öğrenmişti. Daha önce böyle bir bölümden haberi bile yoktu. Geniş galerilerin birbirine tünellerle bağlandığı büyük bölümün girişinde durdu ve ihtişamlı manzaraya bakakaldı. Tarım yaptıklarını öğrenmişti ama bu bölüm bambaşkaydı, bir teknoloji sıçraması, bir devrimdi. Çok gizli olduğunu tahmin ettiği bu galerilerde sıra sıra yaprak bitleri dizilmişti. İşçiler karıncaların yiyemediği türden birçok bitki parçasını buraya taşıyor ve bu yaprak bitlerine yediriyorlardı. Bir gurup işçi de bunları sağıyor, şeker oranı çok yüksek olan koyu kıvamlı sarı renkli bu  sıvıyı topluyorlardı. Ait olmaktan onur duyduğu bu topluluğun tarım yapmasıyla da gurur duyuyordu ama bu bambaşkaydı. Hayvancılık gelecek için bir çığır açacaktı. Böyle gizli ve büyük bir projenin içinde bulunmaktan gurur duydu. Gurur sırtında acayip bir hisse sebep oluyordu, sanki kaşındırıyordu ama üstünde durmadı. Muhteşem manzarayı seyretti bir süre ve sonra, kendine verilen işin başına geçti.

Yiyecek depoları neredeyse dolu olmasına rağmen günlük istihkaklarında hissedilir bir azalma olmuştu. Biraz etrafına alıcı gözlerle baktığında daha iyi fark etti, etraf çok kalabalıktı. Kuraklıktan dolayı yiyecek sıkıntısı baş göstermek üzereydi. Normal şartlar altında hüküm sürdükleri alan tüm kenti doyurabilecek kadar büyüktü. Ancak bahar yağmurlarının henüz başlamaması kuraklık korkusunu tetiklemiş ve bütün kentte tasarruf tedbirleri alınmıştı. Gereksiz hiçbir tüketim yapılmıyordu. Kuraklık tehlikesi sınır komşusu olan diğer kentleri de olumsuz etkilemiş olmalıydı. Dış bölgelerden gelen haberler de pek iç açıcı değildi doğrusu. Bölgedeki yiyecek yetersizliği nedeniyle sınırın çok ötelerine gitmek zorunda kalan birlikler sık sık diğer kentlerin öncüleriyle karşılaşıyordu. Büyük bir çatışma yaşanmasa da karşılıklı tacizler ve küçük sınır ihlalleri sürekli yaşanır olmuştu. Kent tarihine bakılırsa çevreyi saran diğer kentlerin birçoğu kendilerinden ayrılan ve göç edip yeni kentler kuran kardeşlerinin, akrabalarının kentleriydi. Çatışmaların şimdilik büyümeden örtbas edilmesinin bir sebebi de bu olabilirdi belki de. Ne de olsa bir ortak geçmiş vardı, savaşmak o kadar da kolay olmasa gerekti.


Dış görevdeyken tanıdığı bazı güvenlik görevlileri ile karşılaştıkça bir takım bilgiler alabiliyordu ama bu da biraz garipti. Çok sıkı güvenlik ve görev bölümü kurallarının geçerli olduğu kentte genç ve tecrübesiz birini bir kenara bırakın hiç kimseye görevinin dışında bilgi verilmezdi. Sırtında kaşınmalara sebep olan gururu ve az da olsa kibirli duruşu mu sebep oluyordu acaba bu bilgi akışına? Merak etmemek elde değildi. Her ne kadar büyük bir çatışmadan sonuna kadar kaçınılsa da yine de bazı tedbirler alınmıştı. Dış bölgelerdeki öncü sayıları birkaç katına çıkarılmış, güvenlik tedbirleri arttırılmış, yiyecek taşıyan konvoyların miktarı ve hızı görülmemiş seviyelere çıkarılmıştı. Bahar yağmurlarının daha da gecikmesi riskine karşılık alınan bu tedbirler sayesinde, komşu kentlerden daha fazla yiyecek toplayabilmek planlanıyor olmalıydı . Daha yaşlıca olanlardan öğrendiğine göre bugüne kadar hiç böyle bir rekabetle karşılaşılmamıştı . Kuraklık uzadıkça işçilerin gittiği bölgeler daha uzak ve daha tehlikeli oluyordu. Gidip de dönemeyenlerin sayısında da bir artış yaşanmaktaydı. Daha vahim haberler gelmeye başladıkça endişe de artıyordu, kendi akrabalarıyla yiyecek yarışına girmek yetmezmiş gibi, bambaşka kentlerin askerleri ve hiç tanımadıkları birçok yaratığın tehditlerinin de arttığı haberleri gelmeye başlamıştı. Aynı habitatı paylaştıkları diğer canlılar da katılmıştı bu çılgın yarışa, onlar da kendi yaşam alanlarını genişletmeye başlamış ve sınırlarına kadar gelmişlerdi. Rekabetin acımasız olduğu günler yaşıyorlardı anlaşılan, üstüne üstlük sırtındaki kaşıntı dayanılmaz bir hale gelmiş, yer yer derisinde çatlamalar ve dökülmeler başlamıştı. Başkasında olsa çoktan sürgün edilmesine neden olabilecek bu hastalığı neden göz ardı ediyorlardı acaba? Yaşadıkları bu olağanüstü günlerde gözden kaçmış olabilir miydi? Üstlerine kendisini ihbar etse fena olmayacağını düşünmeye başladığı bir anda, müthiş bir şey oldu: Dış görevdeki tüm bireyler kente akın etmeye başladı, dışarıda kimse kalmadı, kent bir anda ana baba gününe döndü. Haber hemen  yayıldı, beklenen bahar yağmurları gelmişti, kuraklığın, kıtlığın, açlığın, savaşların ve yok olma tehlikesinin ilacı olan yağmurlar başlamıştı. Bu mutlu habere rağmen genç karıncanın sırtındaki kaşıntı artmaya devam etti.

Yağmurların gelmesiyle doğa canlanmış, her yer yeşilin binlerce tonuna bürünmüştü. Huzurlu çalışma günlerine dönmüşlerdi. Ancak genç karıncadaki garip hastalık gün geçtikçe ilerlemesine rağmen acil bir önlem alınmamış, sadece kendisi gibi rahatsızlanan diğer genç arkadaşlarıyla beraber bir koğuşa alınmışlardı. Hayal meyal hatırladığı tek şey, çoğunlukla garip bir uyku hali gibi olan durgunluktan sonra yavaşça kendine geldiğiydi. Artık daha iyi görebiliyordu etrafını ama daha fazla incelemeye fırsat kalmadan ivedi bir emir geldi: Koğuştaki herkesi dış alana çağırıyorlardı. Büyük bir düzen ve sessizlik içinde belirtilen noktada toplanmak üzere harekete geçtiler. Fısıltı gazetesi harekete geçmişti. Kendisi ve birkaç bin genç arkadaşı “Özel Görev Birliği”ne seçilmişlerdi. Kendisini ve arkadaşlarını daha dikkatli incelediğinde fark etmişti. Bildiği, ama daha önce görmediği bir değişiklik vardı. Tüm özel görev birliğinin kanatları vardı. Kentin Hava Kuvvetlerine seçilmişti. Bu ne büyük bir onurdu. Şimdi anlıyordu diğerlerinin kendisine karşı olan davranış değişikliğini ve saygılarını. O bir kanatlı karıncaydı artık.

Kendisi ve diğerleri için çok yeni olan bu değişime adapte olmaları gerekiyordu. Dış alandaki belirtilen yerde toplanan hava kuvvetleri mensupları, verilen direktifler doğrultusunda muhteşem kanatlarını kullanmayı, uçmayı, tekrar güvenli şekilde konmayı öğreniyorlardı. İlk başlarda yaşanan küçük kazaları ve karışıklıkları çabuk atlatan birlik, kısa sürede profesyonel uçucular olmuşlardı. Genç karınca, uçarak, yaşadığı topluma nasıl bir fayda sağlayacağını henüz anlayamamış olsa da müthiş bir gelişmeydi bu yaşadıkları. Büyük saygı görüyorlardı ama kendilerine dişe dokunur hiçbir görev verilmemişti henüz. Hava Kuvvetlerinin kendilerine ayrılan bölümünde dinlendikleri bir anda, hiç beklemedikleri müthiş bir gelişme daha oldu. Kraliçe, bu seçkin birliği denetlemeye gelecekti. Birlik içinde büyük bir hareketlenme başladı, heyecan sarmıştı herkesi. Kraliçelerini her biri tanıyordu ama özel görevliler dışında hiç kimse göremezdi Kraliçelerini.

Zamanı geldiğinde bütün asaletiyle Kraliçe ve yaverleri kapıda göründü, bir anda tüm birlik hareketsizleşti ve saygıyla beklediler. Ancak bir terslik vardı, bu gelen Ana Kraliçe değildi. Gelen çok genç olan Yeni Kraliçeydi. İlk şaşkınlıklarını üzerlerinden atan özel kuvvet mensupları Yeni Kraliçeye bağlılıklarını bildirdikten sonra o müthiş an gelmişti. Görevleri açıklanmıştı kendilerine. Yeni Kraliçe ile beraber kentten ayrılacak ve yeni bir kent kuracaklardı! Yeni kurulacak kentin öncüleri olacaklardı. Ne muhteşem bir gündü bugün! Yeni Kraliçenin özel birliği hep beraber kanat çırptılar, dikleştiler, gururla doldular. Hep beraber Genç Kraliçenin kalkış emrini vermesini beklediler. Yeni Dünyanın Cesur Öncüleri yola çıkmaya hazırdı.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: “Büyük” Şehrin “Küçük” Dünyası