Mantar çiftliklerinin yapımı hızla devam ederken rutin kontrolleri yapmak için havalandırma kanallarını dolaşan genç karıncanın yanına yaklaşan bir işçi karınca oldukça aç görünüyordu. Çalışmaktan bitap düşen işçi, genç karıncanın yüzüne nazikçe dokundu. Genç karınca tıka basa dolu olan kursağından çıkardığı bol miktarda yiyeceği bitkin haldeki işçiye doğru uzattı. İşçi karınca kendisine verilen yiyeceğin bir bölümünü iştahla yerken bir kısmını da kursağına depoladı. Karınca toplumunun bir SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) kuralı olan bu beslenme davranışı oldukça etkili bir hayatta kalma yeteneğiydi. Karıncalarda sindirim sisteminin ön tarafında bulunan ve hiçbir sindirim enzimi içermeyen SBK (Sosyal Beslenme Kursağı) toplumun ortak birikimlerinden oluşurdu. Herhangi bir sebepten ötürü aç kalan ya da beslenme imkânı bulamayan karıncalar başka bir karıncanın SBK’sında bulunan yiyeceklerden talep eder ve talebi derhal karşılık görürdü. Aldığı yiyeceğin bir kısmını sindirim enzimlerinin bulunduğu midesine gönderen karınca bir kısmını da yine SBK’sında depolar ve ihtiyacı olan başka bir karınca için taşırdı. Karıncanın kendi kursağında bulunan yiyecek onun açlıktan ölmesini engelleyemez, bu yiyeceği kendisi için kullanamazdı. SGK’nın temeli olan Sosyal Beslenme Kursağı sadece ve sadece ihtiyacı olan başka bir karınca tarafından kullanılabilirdi. SBK’sından yiyecek veren herhangi bir karınca neşelenir, hareketleri hızlanır ve daha motive bir şekilde işinin başına dönerdi.
Günler birbirini kovalarken kolonide yeni odalar açılıyor, çiftlikler çoğalıyor, hükümdarlık alanında dolaşan keşif kollarının bulduğu yiyecek kaynakları hakkında bilgiler derleniyor, güvenlik önlemleri artırılıyordu. Kraliçe için ayrılan bölümler de bir düzene girmiş, Kraliçe günlük işleri yardımcılarına bırakmış ve yeni yumurtalar üretmeye başlamıştı. Dışarıdan gelen bilgilere göre Kraliçe, yumurta sayılarını ve ihtiyaç duyulan işçi gruplarını belirliyor; yumurtaları, larvaları ve pupaları bu ihtiyaçlara göre tasnif ettirip bakımlarını yaptırıyordu. Keşif kollarının bulduğu ve koloniye yerini haber verdiği yaprak biti yumurtaları da kente taşınmaya başlamıştı. Mantar çiftliklerinin kurulum aşamaları bitip gerekli ekipler eğitildikten sonra besi çiftliğinde görevlendirilen genç karınca, işçilerin getirdiği yaprak biti yumurtalarının bakıma alındığı bölümlerin kurulmasına refakat etti. Günler hızla akıp giderken koloninin nüfusu da hızla artıyor, kent kışa hazır hale gelmeye başlıyordu.
Kraliçeden gelen yeni bir talimatla kentin ana girişinin hemen yanında bir grup toplanmaya başlamıştı. Gittikçe kalabalıklaşan grup, asker karıncalar arasından seçilmiş olan özel eğitimli avcılardan oluşuyordu. Avcı müfrezesi sefere çıkmak için hazırlık yapıyordu ama ne gidecekleri yönü tespit etmek için uğraşıyor ne de diğer toplayıcı karıncaların bıraktığı feromon izleriyle ilgileniyordu. Güneşten gelen polarize ışığı filtre eden onlarca göz merceğine sahip olan karıncalar yön bulma, mesafe tayini gibi konularda tam bir uzman olmalarına rağmen, avcı müfrezesi sadece zırhlarını temizlemek ve silahlarını kontrol etmek gibi rutin işlerle uğraşıyordu.
Kente girişler sıkı bir şekilde kontrol altında tutuluyordu, koloniye ait olmayanlar, işgalci ya da parazit türler kesinlikle içeri alınmıyor şiddetle uzaklaştırılıyordu. Kentin, depoların ve çiftliklerin güvenliği buna bağlıydı. Ancak bu tedbirler toplumun misafirperver olmadığı manasına da gelmemeliydi. Kolonide oldukça gelişmiş bir iletişim sistemi olan karmaşık ortak bir dil kullanılmaktaydı. Koku, görme, ses, titreşim ve tat kullanılarak sağlanan iletişim dili koloniden koloniye değişmekle beraber yakın akraba kolonilerde oldukça benzer yapıdaydı. Dil, yakın akraba olan kolonilerde “lehçe” farklılıkları düzeyindeyken akrabalık derecesi uzaklaştıkça farklı “lisanlara” doğru değişmekteydi. Genel olarak koloniyle aynı dili kullanan tüm yabancılar gerçek bir misafirperverlikle ağırlanırdı ve hoşgörü sınırı oldukça yüksekti. Misafirler başka kolonilerin karıncaları olabileceği gibi bambaşka türlerden de olabilirdi. Koloniyle aynı dili konuşabilen bu tür misafirler her yere girip çıkabilir, besinlerden ve hatta SBK’dan bile yararlanabilirlerdi. Çoğu zaman misafir türlerin yavruları, koloninin kendi yavrularıyla beraber bakılabilirdi. Koloninin ortak çıkarlarına zarar vermediği sürece misafirperverlik sosyal bir kural halini almıştı. Zaman zaman koloninin dilini kullanarak kenti işgal eden yabancı türlerin bir kenti yağmalayıp tüm bireyleri ortadan kaldırdığı istilalar da olmuştu. Hatta bazı köleci kolonilerin işgaliyle tüm koloni bireylerinin öldürüldüğü, yumurta ve larvaların kaçırılıp köle olarak kullanıldığı bilinmekteydi.
Köle olarak çalıştırılma ve köle avcılığı birçok karınca türünde gözlemlenen bir şeydi. Eski kolonideki bilgelerin anlattığı kadarıyla kuzey enlemlere ve soğuk iklimlere gidildikçe köleci koloni türlerinin sayısı artardı. Köleci karınca türleri genellikle köleci olmayan, özgür kolonileri ve türleri tercih ederlerdi.
Köleci türlerin işgalinden kurtulmayı başaran özgür koloniler ise saldırıya uğrayan kentlerine bir daha asla dönmemiş, kendilerine yeni kentler kurmak üzere uzaklara göç etmişlerdi. Eski kentlerinde yaşarken genç karıncanın vardiyasında bulunan oldukça yaşlı bir karınca: köleci karıncaların işgal ettiği kolonisinden kaçmayı başaran yakın kuzenlerinden birisiydi. Lehçe farkından dolayı önce tedirginlikle karşılanan ihtiyar daha sonraları toplumun bir üyesi olmayı başarmıştı. Gençlere anlattıkları ise tüyler ürperticiydi.
To be continue: “İşgal Günleri”
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: “Büyük” Şehrin “Küçük” Dünyası – 3