Örgütlü suçlarda, uyuşturucu davalarında genel olarak CMK 100/3-a belirtilmiş katalog suçlara ilişkin uygulanan tutuklama tedbirinin yanlış yorumlanmasına değineceğiz. Tutuklama tedbirinin doğru uygulanmaması sebebiyle binlerce haksız yere tutuklu kişilerin cezaevlerini doldurduğunu ve cezaevinde bulunan kişilerle birlikte sivil ölümlerin ve adalete güvenin ve itibarın zedelendiğini söyleyebiliriz. Dünyada hukuk fakültelerinin hepsinde öncelikle öğrencilere sığ düşünülmemesi ve adalet felsefesini öğretirler. Adalet felsefesinin temel amacı teorik ve pratik tüm uygulamaları bir vatandaş gözüyle değil bir hukukcu olarak yorumlamak ve en geniş biçimde hak ve adaletin temeline ulaşmak olmuştur. Hak ve adalet arayışı şeriat kanunları uygulayan ülkelerde bile uygulanmaya çalışırken tarafı bulunduğumuz evrensel hukuk ilkelerinde de ele alınmıştır. Ama ne yazık ki tutuklama tedbirinin uygulanması ülkemizde tahammül şeklinde devam etmekte ve ezber bozan nadir hakimler olsa da genel anlamıyla tutukluluk tedbirinin yerine adli kontrol uygulanmasına başvurulmamaktadır. Tutukluluk hallerinde kişilerin temel ve hak ve hürriyetlerine kısıtlama getirilmesinin kişiler açısından sivil ölümle ile birlikte savunma makamında avukatların da anlayamadığı ve anlamakta zorluk çektiği hususlardır. Hukukcu ceza yargılamasındaki kanunları özellikle hürriyeti bağlayıcı tedbirleri sığ yorumlayamaz, yorumlamamalıdır..
CMK m.100/3’e göre, Kanunda yazılı bazı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeni varsayılabilir. Şüphelinin CMK m.100/3’de yazılı suçlardan herhangi birisini işlediğine dair kuvvetli şüphe olsa bile, hükümde yazılı olan “varsayılabilir” ibaresinden hareketle tutuklama kararı veya tutuklu luğun devamına karar vermek hukuka aykırıdır. Sadece şüphe tutuklu luk için yeterli görülemez. Tutuklama tedbirinin temelinde “şüphe” zaten olmak zorundadır. Tutuklama tedbirine başvurulmasında, şüpheli ve sanığın somut olarak adaletten kaçma veya delilleri karartma ihtimalinin ciddi biçimde bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
Hakimler, “kuvvetli şüphe” ölçütünün değerlendirilip, tutuklama talebinin kabul veya reddi kararına bu ölçütle ilgili gerekçe yazılması halinde işin esasına girileceği ve tarafsızlıklarını kaybedeceklerini düşünmekte ve kararlarına, CMK m.100’de belirtilen soyut tutuklama gerekçelerini yazmakla yetinmektedirler. Bu tür kararlar, net bir şekilde CMK m.100/2’ye, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/1-c’ye ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin müstekar içtihatlarına aykırıdır.
Hukuki içtihatların insan hakları temelinde hedef alınan kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmalıdır. Bu kararları takip etmeyen kendini güncellemeyen hukukcuların bedelini maalesef insanlarımız ve hukuki itibar kaybı ve adalete güven problemleriyle milletimiz ödemektedir. Bunun için hakimler ve ceza avukatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve içtihatlarını takip etmek ve bilmek zorundadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında CMK 100/3 ve 100/4 değerlendirmemiz gerekmektedir. CMK m.100/3’de gösterilen katalogda yer alan suçlar dahil olmak üzere, ceza türü ve miktarı bakımından CMK m.100/4’e göre tutuklama tedbiri uygulanma yasağı bulunan tüm suçlarla ilgili sadece kuvvetli suç şüphesi varlığından bahisle tutuklama kararı verilemez. Suçun işlendiğine dair şüphenin yanında mutlaka şüpheli ve sanığın adaletten kaçacağına veya delilleri karartacağına dair şüpheyi destekleyen somut olguların varlığı durumunda tutuklama tedbirine başvurulabilmelidir. Ancak tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde bile , CMK m.109 ve 110’da düzenlenen adli kontrol tedbirinin tutuklama tedbiri yerine uygulanması öncelikle gözetilmelidir. Çünkü CMK m.101/1’e göre, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağına dair somut hukuki ve fiili nedenler gösterilmedikçe tutuklama tedbirine başvurulamaz. Tutuklama tedbirinin kötüye kullanılması Avrupa Sözleşmesi m.5 ve 6’da düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği ile dürüst yargılanma haklarını ihlal edici niteliğindedir. Eğer ki bir uyuşturucu davası veya örgütlü bir suç söz konusu ise ve delillerin karartılması ihtimali söz konusu ise yeni elektronik kelepçe ile ve evde gözetim altına alma türünde yeni tedbirlerin CMK m.109’a eklenmesi suretiyle delil karartmanın önüne geçilmesi sağlanabilir.
Bunun yanında, CMK m.100/3’te gösterilen suçlardan birisinin işlendiğine dair kuvvetli şüphenin varlığı yönündeki değerlendirme çoğu zaman hatalı olabilmektedir. Tutuklama kararı sadece kuvvetli suç şüphesine dayandırılmakta, adaletten kaçma ve delil karartma ihtimali soyut olarak varsayılmaktadır. Tarafı olduğumuz veya şahit olduğumuz bazı ağır ceza davalarında örneğin uyuşturucu davasında işlenen suça hiçbir iştirak olmaksızın sadece aracın şoförü olarak belirli bir ücret karşılığında uyuşturucu ticareti suçunu işleyen kişinin bir yerden bir yere taşıması görevini yapan kişi mahkemenin hiçbir delil elde etmeden suçu işleyen kişinin yanında bulunması sebebiyle tutuklama tedbiri bulunması hukuka aykırıdır. Kişinin masumiyet ilkesi ve cezanın şahsiliği ilkelerinin bir kenara bırakılıp şoför hakkında “hiçbir şey yapmadıysa bir şey yapmıştır” mantığı ile hareket etmesi bir hukukcu yorumu olmamalıdır. Telefon tape kayıtları olsa dahi bunun yanında başkaca deliller olması halinde tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi gerekirken hiçbir delil olmadan kişilerin özgürlüğünü kısıtlamak ne kadar doğru bir karar olabilir. Kasten öldürme, neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama suçlarında genellikle kesin deliller ve beyan delillerinde suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphenin ulaşmanın yanı sıra başkaca deliller edildiği için ve artık bu kişinin delilleri karartma durumu olabileceği hususu gözetildiğinde ancak kişiler tutuklanabilmelidir. Cinsel saldırı suçunda tutuklama tedbiri uygulanabilme durumu çok azdır. Eğer kişi hakkında cinsel saldırı yani tecavüz davasıyla ilgili suçlama söz konusuysa çoğu hakim risk almak istemez ve direk tutuklama tedbirine başvurur. Mağdurun çelişkili ifadeleri ve tutarsız ifadelerine hiç bakılmaz bile. Elbette adalet ve kamu düzeni adına gerçeğin ortaya çıkarılması ana hedeftir. Ancak bu ana hedefe ulaşmaya çalışırken, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında soruşturulan ve kovuşturulan şüpheli ve sanığın hak ve hürriyetlerinin de korunması gerekir.Suç örgütü kapsamında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda, suç ve cezaların şahsiliği ile savunma hakkının ihlal edildiği tartışmasızdır.
Şüpheli ve sanık sayısının çok olduğu soruşturma ve kovuşturmalarda verilen tutuklama kararları ile tutukluluğun devamına dair kararlarda, tüm şüpheli ve sanıkların isimlerinin birlikte yazıldığı, basmakalıp sözlere dayalı ortak gerekçeye yer verildiği görülmektedir. Bu usul yanlış olup, hem “suç ve cezanın şahsiliği” ilkesine ve hem de “bireyselleştirme” esasına aykırıdır. Tutuklama ve tutukluluğun devamına dair karar ve gerekçenin her bir şüpheli ve sanık bakımından ayrı, somut ve dayanaklı şekilde oluşturulması bir zorunluluktur.