Çirkinin Suçu Ne?

Gökyüzüne baktığımızda hepimiz aynı şeyleri görürüz. Bulutlar, yıldızlar, Güneş, Ay gibi. Mesela Güneş’in kocaman ve yuvarlak bir şey olduğunu görebiliyoruz. Güneşin renginin sarı, gökyüzünün de mavi olduğuyla ilgili hepimiz aynı kanaatteyiz. Peki, güzellik veya çirkinlik konusunda ne kadar hemfikiriz?

Bu konuda hepimiz aynı düşüncelere sahip olmasak da güzelliğin bir tanımı var: Bir canlının somut bir nesnenin veya soyut bir kavramın algısal bir haz duyumsatan; hoşnutluk veren hususiyeti. Kimine göre de güzellik, iki göz arasındaki uzaklığın iki kulak arasındaki mesafenin yarısı kadar olması. Diğer bir ölçüt ise üst dudak ile gözler arasındaki mesafenin, saçların çıkış noktası ile çene arasındaki uzaklığın üçte biri kadar olması. Bilim insanları buna “altın oran” diyor. Güzellik ve çirkinlik hakkında herkesin farklı ölçütleri var. Bize güzel gelen başkasına çirkin gelebiliyor. Biraz klasik ama her ne kadar önemli olan iç güzelliktir desek de hepimiz dış görünüşe çok önem veriyoruz.

Şuraya Kötü Kalpli Ama Güzel Bir Cadı Bırakalım

Güzel bulduğumuz birinin yanında partneri olarak çirkin bulduğumuz birini görünce büyük ihtimalle “Bu kadının bu adamla/kadınla ne işi var!” diye düşünürüz. Çünkü bize çirkin gelen bir insanın yanında yine bize güzel gelen bir insan görünce garipseriz. Nasıl olur diye düşünürüz. Çünkü güzele iyi şeyler yakıştırırız çirkine ise kötü şeyler…

Brigitte Labbe, “Güzellik ve Çirkinlik” adlı eserinde diyor ki; “ Masallardaki kötü kalpli cadılar asla güzel değildir. Ve ne zaman kötü birini çizmek istesek çirkin birini çizeriz. Oysa güzelliğin iyilikle, çirkinliğin de kötülükle hiçbir ilişkisi olmadığını biliriz. Peki, neden biri nazik bir şey yaptığında onun güzel bir hareket yaptığını söyleriz de biri kötü bir şey yaptığında çirkin bir hareket yaptığını, hatta o kişinin çirkin olduğunu söyleriz.”

Düşününce gerçekten hangi masalı dinlesek veya okusak genelde hep korkunç cadıların çirkin olduğuna şahit olmadık mı? Çevremizi gözlemlediğimizde gerçekten de Labbe’ye hak verebilmek mümkün.

Gerçekten Güzelden Anlar Mıyız?

2020 yapımı olan “One Hundred Humans” adlı belgeselde işte tam olarak güzellik ve çirkinlik algısının hayata ve kararlarımıza etkisinin ne kadar büyük olduğunu görebiliyoruz.

Belgeselde hayatın farklı alanlarından bir araya getirilmiş 100 insan var. Bu yüzden belgeselin adı “One Hundred Humans”. Bu insanlar rastgele 50’şer kişilik A ve B grubu olarak ikiye ayrılıyor. İki gruba da aynı sabıkaları olan farklı suçlular gösteriliyor. Suçluların tek farkı ise çekici veya az çekici olmaları. Belgeselde çekicilik konusu üzerinde durulmuş ama biz bu farklılığa güzellik veya çirkinlik, bakımlı veya bakımsız olma da diyebiliriz aslında.  Bu gruplardaki insanlardan bir süreliğine hâkim olmaları ve suç için verilecek hapis süresini belirlemeleri isteniyor.

A grubuna gösterilen suçlular daha az çekici, güzel sayılmayan sıradan insanlardan seçilmiş. B grubuna gösterilen suçlular ise gayet çekici, güzel, bakımlı insanlardan seçilmiş. İki gruba da ilgili fotoğraflar gösteriliyor. Suçlar: Evinde silah bulundurmak, uyuşturucu satmak, soygun yapmak ve son olarak ise ihmali yüzünden çocuğunun ölümüne sebep olan bir anne olmak. İki gruba da aynı suçlar anlatılıyor fakat gruplar farklı fotoğraflar görüyor.

A grubundaki insanlar az çekici olan insanın uyuşturucu ve silah bulundurma suçuna yatkın olduğunu düşünüyor. Bu yüzden ortalama 13 yıl veriyorlar. B grubundaki insanlar ise aynı suçu işleyen çekici insanın yaptığının tehlikeli bir iş olduğunu, silahı da kendisini korumak için bulundurduğunu öne sürüyorlar. Ve ortalama 8 yıl veriyorlar.

Çekici gelen soyguncuya iyi niyetli yaklaşılıyor ve ortalama 3 yıl veriliyor, az çekiciye ise ortalama 6 yıl.

Ne yazık ki insanlar ihmal yüzünden ölen çocuğun yeteri kadar çekici gözükmeyen annesine de acımasız davranıyorlar. Ortalama 33 yıl hapis cezası veriyorlar. Çekici buldukları anneye ise ortalama 17 yıl veriyorlar. Ve ayrıca bu annenin zaten hayat boyu pişmanlık duyacağına inanıyorlar.

İyi, Kötü, Çirkin!

Aslında gruplar, çekici insanların suçları bilinçli yaptıklarına pek inanmıyorlar. Az çekici insanların ise aynı suçları işleme potansiyelini oldukça yüksek görüyorlar. Tam da Brigitte Labbe’nin de dediği gibi biz insanlar güzelliğin iyilikle çirkinliğin ise kötülükle hiçbir ilgisi olmadığını unutuyoruz aslında.

Ve çekici olarak tabir ettiğimiz insanların çirkin şeyler yapamayacağına çekici gelmeyen insanların ise çirkin şeyler yapacağına inanıyoruz. Buna Halo etkisi de deniyor. Halo etkisi, insanların dış görünüşlerinden etkilenip onlara gerçekte var olmayan olumlu özellikler yükleme durumuna deniyor. Belgeselde de aynı durum yaşanmıyor mu? Buna önyargı da desek yanlış bir tabir olmaz.

Bu bir belgesel ama o kadar hayatın içinden ki. Adına önyargı da desek halo etkisi de desek bu yanlış düşünce ahlak anlayışımıza, yaşam şartlarımıza, dünyaya bakış açımıza ne kadar çok etki ediyor. Çoğu zaman insanları çevresi, ahlak anlayışı, dış görünüşü hatta abartmıyorum mahallesi veya memleketi ile değerlendirip yargılayabiliyoruz. Belgeseldeki insanlar başkası değil aslında biziz. İnsanları değerlendirmek için doğru bir yöntem olmasa da maalesef bu duruma hem maruz kalıyoruz hem maruz bırakıyoruz. Böylece çoğu zaman da hata yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.

Çünkü Albert Einstein’ın da dediği gibi; “İnsanların önyargılarını parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur”.

Sence?

Eğer bu yazı hoşunuza gittiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Bildiğimiz Sakız