Genel olarak çocuklar toplumun büyük çoğunluğu tarafından çok sevilir. İnsan yavrusu erken doğduğundan diğer hayvanlara göre daha uzun süre bakıma ihtiyaç duyar. Neslin devamlılığı için çocuk bakımı çok önemlidir ve insan toplumları bu sebeple çocuklara iyi bakılması gerektiğinin farkındadır. Bunu yaparken de pek zorlanmayız, çünkü çoğumuz -tam da türümüzün devamlılığı için- içimizde çocuklara karşı doğal bir şefkat ve sevgi barındırırız.
Çocukları sevmemizin tek nedeni türün devamlılığı değildir. Onların yanında güvende olduğumuzu, onlardan herhangi bir zarar görmeyeceğimizi bilmek de çocukları sevmemizi sağlar. Biliriz ki aslında çocuklar korunmasızdır, çünkü saf ve maskesizdirler. Henüz hayatta kalmak için gerekli kurnazlığı geliştirmedikleri için biz yetişkinler onları çok daha sevimli buluruz.
Çocukları sevmemize neden olan özellikleri, onların bizlere muhtaç olmalarının da nedenidir. Çocuklar kendi hayatlarını idame ettiremezler, hayatı ve insanları tanımadıkları için isabetli kararlar alamazlar, yalnızken kötülüklere son derece açık, savunmasız olurlar. Bu nedenle vahşi insan habitatında sağ kalabilmeleri için büyüyene kadar bir yetişkinin gözetimi altında yaşamaları gerekir. Yetişkin olduklarında ise artık yeterince kazık yemiş, insan canlısının vahşi tabiatından haberdar olmuş ve sosyal hayatta sorunsuzca yaşayabilecek kadar sahtekarlık deneyimi edinmiş olurlar. Artık saf, maskesiz ve dolayısıyla savunmasız değildirler, yetişkindirler.
Saflığı, masumiyeti, içtenliği seviyorsak neden bu özelliklerimizi muhafaza etmiyoruz? Cevabı çok basit; büyüdükçe anlıyoruz ki saf olsak bile saf görünmemeli, içten olsak bile içten davranmamalıyız, sosyal ilişkilerimizde hep bir maske takmalı ve kesinlikle dürüst olmamalıyız. Aksi halde birer yetişkin olarak hayata tutunamayız, insan toplulukları tarafından kınanır ve dışlanırız. Sosyal hayvanlar olduğumuz için topluma uyum sağlarız, zaman içinde gerçek duygu, düşünce ve benliğimizi gizleyecek maskeler ediniriz, yalan söylemeyi, insanları manipüle etmeyi ve böylece işleri istediğimiz gibi yürütmeyi öğreniriz. Sonuç itibariyle “yetişkin” olarak daha rahat yaşamanın yollarını öğreniriz ve daha konforlu hayatlarımız olur. Söz konusu konfora bedel olarak da dürüstlüğümüzü, özgünlüğümüzü ve özgürlüğümüzü veririz. Ne zararlı bir alışveriş…
Yetişkin olmak demek en temelde “hayatın acı gerçeklerinin” farkına vararak bu gerçeklere uygun davranmak demektir. Yetişkinler çocuklar gibi hayal kurmazlar, zaten büyümek hayallerin gerçeklerle kısıtlanması demektir. İnsan yetiştikçe daha sabit, muhafazakar, sıkıcı, dar kafalı ve karamsar olur. Çocukların hayallerine gülen yetişkinler, onları hayatın gerçeklerinin farkında olmadıkları için küçük görür. Yetişkin insan toplumsallık hapishanesine ve diğer sıkıcı yetişkinlerin dünyayı algılama biçimine yetişmiş(?) ve insan olmanın bunaltıcı kalıplarına hapsolmuştur. Yetişkinler büyük ölçüde mutsuzdur, sebebi de mahpusluktur. Özgür olmayan insan nasıl mutlu olabilir ki?
Yaşı büyüdüğü halde ruhu yaşlanmamış yetişkinler tanımışsınızdır. Onların hep erişecek hayalleri ve yapacak işleri vardır. Hayatı pek ciddiye almazlar ve her fırsatta oyun oynarlar. Sıkıcı yetişkinler onları gerçekçi olmamakla suçlarken onlar keyiflerine bakarlar. Yetişkin olup da sıkılmayan ve sıkmayan, hayatından yakınmayan ve etrafına olumlu enerji saçan insanlardır bunlar. (Geçen haftaki yazımda bu tür insanlara örnek vermiştim.) Kişi hayata dair beklentilerini, umutlarını, hayallerini yitirdiği zaman yaşlanır. İçindeki çocuğu yaşatmayı başaranlar ise toplumsallık denen zindanın dışında kalabilirler ve ruhları tutsaklıkla çürümeden, hep genç ve dinç olabilirler. Gençlik en temelde yaşam enerjisiyle ilgili bir olgudur. Erkenden hapse tıkılmış bir ruh, beden yaşı 15 de olsa yaşlıdır.
Tüm toplumsal kalıp ve kuralların altında kalıp sinmiş, saklanmış da olsa hepimizin içinde bir yerlerde umut edebilen bir çocuk saklı olabilir. Peki o çocuk nasıl ortaya çıkacak? Oyun oynayarak! En çok da çocuklarla oyun oynarken çıkar ortaya içimizdeki çocuk. O nedenle eğer mutsuzsak, umutsuzsak, çocuklarla oyun oynamak bizlere sahip olduğumuz içsel çocuğa dokunma imkânı verebilir. Tabii bunun olabilmesi için yetişkinler dünyasındaki gibi “oyunu yönetmeyi” bırakıp kendimizi birlikte oynadığımız çocuğun çocuk dünyasına bırakmamız gerek. “Yalancıktan” oynadığımız çocuk oyunları, yetişkinlerin yalanlarla dolu dünyasından sıyrılarak çocukların gerçek, samimi, hesapsız dünyasında özlediğimiz insanlığımıza bir süreliğine de olsa yaklaşmamızı sağlayabilir.
Yetişkinler olarak hayatı çocuklardan çok daha iyi bildiğimizi düşünüyoruz, oysa “bildiklerimiz” aslında içinde kendimizi rahat hissettiğimiz düşünce kalıplarından ibaret. Bir yetişkinin tüm hayatını adadığı bir fikir, küçücük bir çocuğun basit bir sorusuyla tarumar olabiliyorsa, yıkılmaz kaleler inşa ettiğimizi zannederken aslında kumda oynuyor olabiliriz.
Çocuklar cahilliklerinin farkındadırlar ve öğrenmek için sorular sorarlar. Bu sorular öyle değerlidir ki herhangi bir yetişkin zeki bir çocuğun sorduğu sorularla, ya da ona sorduğu sorulara verdiği yanıtlarla hayatını yeniden şekillendirebilir. Çocuklar henüz kirlenmedikleri için zihinleri çok daha berrak çalışır, henüz sahtekarlığı öğrenmedikleri için de size hoşunuza gidecek şeyleri değil, doğru bildiklerini söylerler. Bir şeyi gerçekten öğrenmek istiyorsanız -özellikle nasıl biri olduğunuza dair samimi bir fikir edinmek istiyorsanız- bir çocuktan yardım almak bir yetişkine sormaktan çok daha iyi bir fikirdir. Çünkü çocukların hesapları yoktur, size ne görüyorlarsa onu söylerler.
Yerinizde olsam bana şu soruyu sorardım: Çocukların masumiyetini, samimiyetini övdün ama onlar gibi toplumsal normları hesaba katmadan, kar-zarar hesapları yapmadan, tamamen dürüst ve bilgisizliğimizin farkında olarak yaşarsak bize deli demezler mi? Derler efendim, kesinlikle derler. Hatta adınız çıkar, iş bulamazsınız, eş bulamazsınız, sosyal ilişkilerinizde iflah olmazsınız. Sonuç itibariyle çok zor bir hayatınız olur.
Esas olan sağkalım olduğu için hiçbir yetişkine tastamam çocuk gibi yaşamasını öneremem.
Ama madem yetişkin olduk ve kendimizi gizlemeyi öğrendik, neden çocukluğumuzu içten içe yaşamayalım? Bunun kulağa çelişik geldiğini biliyorum ama tamamen “yetişkin” olmaktansa, yetişkin görünümlü çocuk olmak hem daha özgün hem daha özgür hem de daha doyumlu yetişkinler olmamızı sağlayacaktır.
Şimdi çocukça bir dürüstlükle kendimize şu soruyu soralım: Kim olduğumuzu öğrenmeye ve kendimize sahip çıkmaya cesaretimiz var mı?
Çocukların ve özgür yetişkinlerin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun!
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Süper Yaşlılar!