Yaşım genç olmasına rağmen geçmişimde özlediğim çok şey biriktirmişim. Aslında bu biriktirmelerim gün be gün devam ediyor. Yaşıyoruz. Yaşadıkça birşeyleri geride bırakıp, defterimizin ‘anı’ kısmına atıveriyoruz. Geçmişimize dair bir çok şeyi hatırlıyoruz ama bizim için özel olanlarını daha çok anımsıyoruz. Heleki özel günler…
Bayramlarda böyle özel günlerden. Yaşım ilerledikçe bayrama dair çok bir hatıramın olmadığını görüyorum. Ama çocukluğuma indiğimde hep güzelliklerle, hep iyi hatırlıyorum bayramları. Bazen gözyaşıyla andığımda olmuyor değil.
Ufakken, babam yaşıyorken, dedem ninem yaşıyorken daha bir başka geçerdi bayramlar. Dedemler ailenin en büyüğü olarak ilk ziyaret edilen oluyordu doğal olarak. Aynı şehirde yaşamadığımız için ailecek, genellikle bayramın ikinci günleri dedemlerin yaşadığı yere akın ederdik. Sadece biz değil tabi. Babam ve tüm kardeşleri, amcamlar, halamlar ve diğer aişe bireyleri…
İlk olarak bu büyüklerimizin elini öperdik. Zaten onların evi saydığım tüm akrabaların buluşm a yeriydi. Eğer bayram kurban bayramıysa genellikle ikinci ya da üçüncü günleri toplanırdık. Çünkü herkes sonuçta kurban ibadetini yapar, sonra ziyaretlere başlardı.
Dedemlerin evinin önünde bir bahçeleri vardı. Çok severdim orayı. Domatesler, biberler, patlıcanlar, salatalık ve kabaklar… Yerlere dikilmiş ağaç çubukların üzerinlerine tırmanıp sarılmış fasulyeler… Bir adam boyu mısırlar… O dönemler çok sulak bir köydü dedemlerin köyü. Hatta evlerin altından sular çıkardı. Yol kenarlarından sularıp çıktığını, akıp gittiğini hatırlarım. Evin hemen arkasında hep korkuyla hatırladığım bir kuyu vardı. Ağzına kadar su dolu olurdu. Biraz ürperirdim o kuyudan sebebsizce… Babam anlatmıştı, buraya yerleştiğimizde kendi ellerimizle kazdık o kuyuyu demişti. En son üç ay önce gördüm bu evi. Evin bahçesinde bir dut ağacı vardı. Hâla duruyor. Dut ağacının hemen arkasında bir çeşme vardı. Son gittiğimde dikkatimi çekmedi, sanıyorum artık yok o çeşme. Avluyu çevreleyen bir metre boylarında var yok duvar vardı. Zannediyorum onunda yerinde yeller esiyor. Yukardan, merdivenlerden baktığımda dedemin abdest almaya gidişini hayal etmiştim ama yoktu artık ne çeşme, ne duvar, ne dedem…
Küçüklüğüme dair dedeme dair çok şey var hatıralarımda. İlkokul birinci sınıfı burada, onların yanında okumuştum. Sabah dedemin uyandırmasıyla uyanırdım. Kış mevsimi. Oda da ufacık bir soba. İnce belli saç sobalardan. Öyle ısıtırdı ki odayı… Dedem herkes uyurken uyanmış, ibadetlerini yapmış ve ben okula gideceğim diye sobayı yakmış olurdu. Üzerine koyduğu çayın kokusunu hâla hissedebiliyorum. Kahvaltıda ekmeği sobada ısıtır ve üstüne yağ sürerdi. Halis ev yapımı tereyağı. Üşenmeden, bıkmadan bunu her gün yapardı rahmetli.
Sonra büyüdük. Dedem gitti bu diyarlardan. Öldüğünde orada yoktum. Avludaki çeşmeden abdest almış, bir kaç metrelik mesafedeki eve doğru yürüken düşmüş ve oracıkta vefat etmiş.
Sonra biz babamın evine gider olduk bayramlarda. O vardı bir yerlerde ve bayram geldiğinde illaki ziyaret edilmesi gereken ilk kişiydi. Bir gün Çamlıca’da çalıştığım radyodayım. Orada öğrendim ilk babamın hastaneye kaldırıldığını… Hemen uçak biletimi alıp akşamında İzmir’e uçtum. Evet hastanedeydi. Ne yapabilirdim ki çaresizce kapı önlerinde beklemekten başka… Benim geldiğimi duyunca nasıl geldiğimi sordu. Uçakla deyince, iyi iyi otobüs yorardı dedi. Üç gün mü, dört gün mü? Çok sevdiği kız kardeşi başucunda kuran okuyor. Bizim kız derdi halama. Bizim kız şu sayfayı okusana demiş. Sayfa bitmeden vefat etmiş. Annemin ağlayarak odadan çıkmasıyla haberimiz oluyordu bir çınarın devrilip gittiğinden. Odanın dışındaydım, zaten ne yapabilirdim ki…
Onların gitmesiyle o özlemle andığım bayramlarda yok olup gitti benim için. Yine gidiyorum bayramlarda ziyaretlere. Ama çocukluğumda ellerini öptüğüm bir çok kimsenin artık kabrine gidiyorum.
Ne o dut ağacı, ne şırıl şırıl akan sular, ne o yemyeşil bahçeler, ne o saç soba, ne sabah kahvaltıda yediğim kızarmış ekmek… Hiç biri yok artık. O bayramlarda yok olup gitti gidenlerle birlikte.