Ophthalmology Life 37. Sayı
BİR YANDA SALGIN HASTALIĞA KARŞI KAMU SAĞLIĞININ KORUNMASI, DİĞER YANDA ANAYASA VE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERLE GÜVENCE ALTINA ALINMIŞ BİREYSEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN KORUNMASI… PEKİ, AŞI ZORUNLULUĞU HUKUKA UYGUN MU YOKSA ANAYASA İHLALİ Mİ?
Covid-19, 2019 yılının sonunda (31 Aralık 2019) Çin’in Wuhan kentinde görülen ve nedeni bilinmeyen pnömoni olarak Çin’in Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ofisine bildirildi. On bir Şubat 2020’de DSÖ bu yeni koronavirüs hastalığını Covid-19 olarak isimlendirdiğini açıkladı. Bütün dünyaya hızla yayıldı ve DSÖ tarafından 11 Mart 2020’de pandemi olarak ilan edildi. Bütün dünya biraz şaşkınlık, biraz da merakla olup biteni izlerken ulusal hükümetler dünyanın her yerinde kendince önlemler alarak pandemiden en az şekilde etkilenmenin yollarını aradılar. Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki salgınlardan korunmanın en etkin yolu toplumsal bağışıklığın kazanılmasıdır.
Bunun için bilim insanları yoğun bir şekilde aşı geliştirme çalışmalarına başladı. Sıkı çalışmalar sonunda farklı ülkelerden farklı aşılar geliştirildiğinin haberlerini alarak sevindik. Aşıların geliştirilmesi tahmin edilen sürenin çok öncesinde gerçekleşti. Salgının yayılmasını engellemek için yapılan kısıtlamalar insanların hayatlarını çok derinden etkilemişti. İnsanlar ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak bunalmışlardı. Aşıların beklenenden önce geliştirilmesi ve art arda acil kullanım izinlerinin alınması ile umutlarımız da arttı. Ülkeler hızla yurttaşlarını aşılamaya başladılar. Bütün varlıkların paylaşımı gibi aşıların paylaşımı da ne yazık ki adil değildi. Varlıklı ülkeler nüfusunun çok daha fazlasında aşı siparişi ve teminine imkân bulurken yoksul ülkeler ne yazık ki çok az bir oranda aşı temin edebildi ve halen temin etmekte zorlanıyorlar. Öte yandan aşı temininde zorlanmayan ülkeler de maalesef aşı karşıtlığı ya da bazı organizasyon eksikleri nedeni ile ülke nüfuslarını toplum bağışıklığını sağlayacak ölçüde aşılamayı gerçekleştiremediler. Salgının önlenmesinde sürenin uzaması varyantların gelişmesine neden oldu ve olmaya devam ediyor. Tam da bu noktada “Acaba ülkeler kamu gücü kullanarak vatandaşlarını aşı olmaya zorlayabilirler mi, ya da zorlamalılar mı?” soruları akla geliyor.
Bir yanda salgın hastalığa karşı kamu sağlığının korunması, diğer yanda anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış bireysel hak ve özgürlüklerin korunması. Hiç kuşkusuz sınırlı sayıdaki özel durumlarda kamu yararına bazı bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlanması mümkündür.
Nitekim TC. Anayasası 13. Maddesi; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.’’ demektedir.
Öte yandan gene anayasamızın 17. Maddesi “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz…’’ demektedir. Ayrıca anayasa 15. Maddesi; “Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.’’ demektedir. Kişilerin vücut bütünlüklerinin korunması hiç şüphe yok ki temel haklardandır. Yasa metninde açıkça dile getirildiği gibi vücut bütününe müdahale için tek başına tıbbi zorunluluk yeterli değildir. Aynı zamanda tıbbi müdahaleye dayanak oluşturan bir yasal düzenlemenin varlığı ya da savaş, seferberlik, olağan üstü hal durumu gerekmektedir.
AŞILARA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEME
Yurdumuzda aşılara ilişkin yasal düzenleme 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (UHSK) ile yapılmıştır. Adı geçen kanunun 57. maddesi döneminin salgın hastalıklarını tek tek saymıştır. Ayrıca UHSK 72. Maddesi’nde aşı konusu düzenlenmiş olup, sadece 57. Madde’de sayılan hastalıklara ilişkin aşı, serum gibi tedbirler dile getirilmiştir. Doğal olarak bunların arasında Covid 19 yoktur. Nitekim Anayasa Mahkemesi (AYM) de önüne gelen bir bireysel başvuruda, belirtilen kanunda anılan hastalıklardan birine girmedikçe zorunlu aşının anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir.
Daha sonra verdiği benzer bir kararla durumu teyit etmiştir. Yani zorunlu aşı uygulamasını yalnız kanunda sayılı durumlar için hukuka uygun bulmuş, dışında kalanlar için anayasanın ihlali olarak değerlendirmiştir.
Görüldüğü üzere mevcut yasal düzenlemelerle günümüzdeki bu gibi sorunlara hukuki yanıt aramak sonuçsuz kalmaktadır.
Peki, zorunlu aşı uygulamasına ilişkin bir yasal düzenleme yapılabilir mi, bunun hukuki bir dayanağı var mıdır?
Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) zorunlu aşının kişinin vücut bütünlüğüne karşı bir müdahale olduğunu ve bu tür müdahalelerin kanunla düzenlenmesi gerektiğini belirtmektedir. AİHM, demokratik bir toplumda sağlığın korunması amacıyla zorunlu aşıyı kanuni düzenlemenin olması şartına bağlamaktadır. İçtihadında salgın bir hastalıkla mücadelede zorunlu aşı, kamu sağlığının korunmasının meşru amacı olarak değerlendirilmiştir.
Sonuçta hem uluslararası hukuk hem de ulusal hukukumuz açısından zorunlu aşı uygulamasının toplum sağlığının korunması bakımından yasa ile kapsam ve sınırlarının belirlenmesi koşulu ile yapıldığında temel hakları ihlal niteliği taşımayacağı anlaşılmaktadır. Yalnız bunun için mutlaka günün koşullarına uyan bir yasal düzenleme getirilmesi gerekmektedir.
Kaynakça
1. AYM (GK), Başvuru No: 2013/1789, KT:
11.11.2015, par. 69, 72, 75. 7.
2. AYM, Başvuru No: 2014/4077, KT: 29.6.2016,
par. 90, 99-100.
3. Olgun Akbulut, “Covid 19’a Karşı Türkiye’de
Zorunlu Aşı Mümkün mü?” İstanbul Politik
Araştırmalar Enstitüsü
Ophthalmology Life 37. Sayı