Koleksiyoncu göz doktorları uğraşlarıyla Alman düşünür Walter Benjamın’in koleksiyoncu için söylediği, “yalnızca uzak ya da geçmişe karışmış dünyayı değil, daha iyi bir dünyayı düşleyen insandır” tanımlamasını doğruluyor.
20. yüzyılda Almanya’nın en önemli sanat eleştirmeni ve düşünürlerinden biri olan Walter Benjamin, Pasajlar isimli yapıtındakoleksiyoncu kavramını ele alır. Benjamin’e göre, koleksiyoncu, nesnelere kullanım ve değişim değerinin dışında başka bir anlam yükler. Prof. Dr. Meral Özbek Bostancıoğlu Walter Benjamin’i Okumak isimli yazısında Benjamin’in koleksiyoncu kavramına şöyle açıklık getiriyor: “Koleksiyoncu kendine topladığı nesneleri onları meta özyapılarından sıyırarak yüceltmek gibi umutsuz bir görev edinmiştir. Ancak, koleksiyoncu sıradan bir iç mekan bireyi değildir; çünkü ‘yalnızca uzak ya da geçmişe karışmış dünyayı değil, daha iyi bir dünyayı düşleyen insandır’.” Daha iyi bir dünyayı düşledikleri için koleksiyonculuğa başlayan oftamologları sunuyoruz bizde…
Prof. Dr. Gülten Manav Ay , M.Ö. bininci yılda Van Gölü çevresinde kurulan Urartu Krallığı’nda kraliçelerin, prenseslerin ve halkın kullandığı takılardan esinlenerek başladığı takı koleksiyonunu aktarıyor.
Doç. Dr. Bozkurt Şener , klasik resimden çağdaş Türk resim sanatına, empresyonistlerden fütüristlere, Rembrandt’dan Ayvazovski’den Dali’den Balkan Naci’ye kadar uzanan bir resim koleksiyonu oluşturmasını “keyif” kavramıyla açıklıyor.
Opr. Dr. Abdülkadir Sevim , gramofonlardan ve lambalı radyolardan oluşturduğu koleksiyonunu tanıtırken, beyne hitap eden dijital çağ yerine tercih ettiği, kalbe hitap eden analog sesleri içeren antika eşyaların önemine vurgu yapıyor.
“Aslında koleksiyon merakım nasıl başladı diye sorarsanız, ilk olarak ilkokulda iken ağabeyimin bana pul koleksiyonunu hediye etmesi ile başladı” diyor prof. Dr. Gülten manav ay. Zamanla anahtar, para, kelebek koleksiyonu ve gittiği yerlerden aldığı küçük likör bardağı, buzdolabı süsleri de ekleniyor koleksiyon merakına. Ardından takılar vazgeçilmezi oluyor.
Prof. Dr. Ay’ın Doğu Anadolu Bölgesi’ne yaptığı bir seyahatte Van’daki takıcılarda gördüğü çok farklı formlardaki takılar, takı sanatına olan hayranlığını artırır. Özellikle, Urartu kolyeleri ilgisini çektiği için, ona yönelik bir araştırma yapar. Bunun sonucunda, İstanbul Üniversitesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Belli Hoca’nın araştırmalarında Urartu kadınlarının takıya oldukça özen gösterdiğini ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin en eski takı geleneğinin Urartu Krallığı’na ait olduğunu öğrenir. Ayrıca, bölgedeki takı modası kökeninin 3 bin yıllık geçmişi olduğu bilgisine ulaşır. Bu süreçten sonra, takı merakı koleksiyona dönüşür.
Prof. Dr. Ay, koleksiyonculuğuyla ilişkili olarak şunları söylüyor: “Aslında, kendimi bildim bileli ailemdeki tüm kadınların takıya meraklı olduklarını gözlüyordum. Özellikle, babam anneme, ablama ve bana sık sık mücevher alırdı. Ailemin tercihi altın, elmas ve pırlanta idi. Daha sonraları ise, merakım yarı değerli taşlara ve gümüş takılara yöneldi. Yurt dışı seyahatlerimde özellikle, Avrupa’nın bazı bölgelerini gezerken, o bölgelere ait yarı değerli taşlardan yapılmış kolyeler ve yüzükler almaya başladım.” Özel olarak değerlendirebileceği yegâne koleksiyonun ailesinin kendisine çocukluğundan itibaren aldığı takılardan oluştuğunu belirten Prof. Dr. Ay, maddi açıdan en değerli koleksiyonun pırlanta ve elmas taşları ile işlenen takılardan oluştuğunu, manevi bakımdan en değerlisinin ise Tıp Fakültesi’nden mezun olurken annesinin hediye ettiği pırlanta takımı olduğunu söylüyor.
“TAKILAR ANILARI CANLANDIRIYOR”
Prof. Dr. Ay, “Takılarımı taktığımda onu bana hediye eden kişiyi düşünüyorum sanki o gün onunla berabermişim gibi hissediyorum kendimi. Eşimin, ablamın, ağabeylerimin, yengelerimin ve sevgili arkadaşlarımın da hediye ettiği takılardan oluşan koleksiyonum o nedenle ayrı bir önem taşıyor. Satın aldığım takılarda ise aldığım günün, yerin ve onunla ilgili anıların canlanması çok hoşuma gidiyor” şeklinde konuşuyor.
Takı koleksiyonculuğunun kendisi için biriktirmeden daha çok bir merak anlamına geldiğini belirten Prof. Dr. Ay, “Merak dolayısıyla aldığım takılar gitgide bir koleksiyona dönüştü. Özellikle hoşlandığım taşları içeren takıları tercih ediyorum. Takı takmayı çok sevdiğim için de satın alıyorum. Takı takmadığım zaman, kendimde bir eksiklik hissediyorum. Takı koleksiyonculuğu da “koleksiyon yapacağım” diye başlanmıyor. Öncelikle, takı takmayı sevmek gerekiyor. Takı takmayı seviyorsanız, zaten kendiliğinden koleksiyona dönüşüyor. Takının estetikle doğrudan ilişkisi var. Düz siyah bir elbiseyi, çeşitli takılarla çok estetik bir şekle dönüştürebilirsiniz. Bu arada, tabi ki her kadın kendine yakıştığını düşündüğü, beğendiği takıları takmalıdır” diyor.
“BÜTÜN TAŞLAR DEĞERLİ”
En çok hangi taştan yapılmış takıları sevdiği konusu açıldığında, Prof. Dr. Ay, takılar arasında bir seçim yapmanın zor olduğunu ifade ederek şu açıklamayı yapıyor: “Hepsini çok severek kullanıyorum. Ancak, yakut şifalı olduğuna inanılan en kuvvetli etkilere sahip değerli taşlar arasında yer alıyor. Bu nedenle, yakut kullanmayı daha çok seviyorum. Akik taşının uğuruna inanıyorum. Akik’e olan bu inancım, annemin yaptırmış olduğu yüzükten ileri geliyor olabilir. O akik taşının uğuruna inanırdı. Benim için de ayrı bir değeri var.” Prof. Dr. Ay taşların tedaviye yardımcı olması konusunda ise düşüncelerini şöyle özetliyor: “Bu yönüyle fazla ilgilendiğim söylenemez. Belki de pozitif bilimci olduğumdandır. Olaylara daha gerçekçi bakmayı her zaman yeğlemişimdir. Herhangi bir şeyin ki bu taş olabilir, çiçek olabilir insana pozitif enerjiyi yine insanın kendi kendine oluşturabileceğine inanıyorum. Hayatta her şeye pozitif bakılması gerekiyor. Çünkü hayatımız çok değerli ve bu değeri devamlı negatifliklerle yüklemek doğru değil. Sahip olduğumuz her şey çok değerlidir.”
Rüya taşı elmas
Milattan önce 2000’li yıllara kadar uzanan elmasın en belirgin özelliği sertliği. Elmas bu niteliği ile endüstriyel aletlerin yapımında da kullanılır. Elmasın bir başka özelliği ise ışığı çok iyi kırması ve bileşimindeki renklere ayırması. Radyasyonu tutma biçimlerine göre, görünen ışını emenler ile morötesi ve kızılötesi ışınları emenler olarak ikiye ayrılır. İkinci tip elmaslar mâvi renklidir. Elmastaki yeşil renk, doğal radyasyon etkisiyle oluşur. Elmas bu özelliğiyle de en güzel ve değerli taşlardan biri olarak değerlendirilir. Rüya taşı olarak da değerlendirilen elmaslar güç, bolluk, saflık gibi değerleri temsil ediyor.
Urartu kolyeleri
Doğu Anadolu ve çevresinde birinci binyılda kurulan Urartu Krallığı’nda altın ve gümüş demir, kurşun ve kemik, fildişi ile renkli taşlarla yapılmış süs eşyaları ünlüdür. Krallıkta kadınlar için süs eşyası niteliğinde olan kolyeler çok önemliydi. Kraliçeler, prensesler ve halk parlatılmış taş boncuklardan yapılmış bu kolyelerle süsleniyordu. Urartu takılarında küpeler, yüzükler, boyunluklar ve bilezikler de yer alırdı.
Koleksiyoncu olmakla, keyif için resim toplamanın birbirinden farklı iki uğraş olduğuna değinen doç. Dr. Bozkurt şener, “ben keyif için resim topladım, yatırım unsuru olarak düşünmedim ama çok sayıda esere sahip olunca, bana koleksiyoncu denilmeye başlandı” şeklinde konuşuyor.
Çocukluğunda resim sanatına yönelik ilginin ilk nüveleri ortaya çıkar Dr. Bozkurt Şener’de. Hemen herkes resme yetenekli olduğunu ve bu konuda eğitim alması gerektiğini düşünür. Buna karşın, üniversite giriş sınavında tercihini Tıp Fakültesi’nden yana kullanır. Öğrenciliği, mezuniyeti ve uzmanlığında da resme ilgisi sürer. Önceleri yaşadığı mekanları güzelleştirmek gibi dekoratif nitelikli bir eğilimle tablolar satın almaya başlar. Ama çok geçmeden, kendisi için resimlerin dekorasyonun çok ötesinde bir merak ve tutkuya dönüştüğünü fark eder. Artık bir resim koleksiyoncusudur Dr. Şener.
“Kendisini koleksiyonculuğa yönelten duygunun zevk almak olduğunu belirten Dr. Şener, “Koleksiyona başladığınızda, zevk alma duygusu tabloyu görmenin ötesine geçerek, sahiplenmeye dönüşüyor. Bu duygunun bir başlangıcı ya da sonu yok, sınırı da yok. Tablolar öncelikle bana keyif vermeli. Ardından tabloların niteliği önem kazanır. Çok iyi bir ressamın sergisini gezerken, büyük bir zevk alırsınız, tablolara hayran kalırsınız ve en güzel eserlerini satın alırsınız. Kimi zaman da ruh halinizin gerektirdiği ya da çalıştığınız yerde görmek istediğiniz resim türleri oluşabilir. Tablolarla ilgili bu değişkenlik koleksiyoncuyu da canlı ve enerjik tutar. Dolayısıyla, gün içinde saatlere göre bile seçiminiz değişebiliyor. Hangi tabloyu evimde ya da hastanede duvara asacağıma, hangisini yerinden alıp tekrar izleyeceğime karar verme aşaması heyecan verici” şeklinde konuşuyor.
ÇAĞDAŞ TÜRK RESSAMLARIN SAYISI ARTIYOR
Dr. Şener Türkiye’deki resim sanatındaki gelişmelere de değiniyor: “Türkiye’deki sanat piyasası verileri cirosunun 250 milyon doların üzerinde olduğunu gösteriyor. Bu sırada Türkiye’de ve dünyada yeni sanatçılar çıkıyor, özellikle çağdaş Türk ressamların sayısı artıyor. Galerilerin sayısı fazlalaşıyor, birçok sergi açılıyor. Artık hem yeni sanatçıları tanımak, hem sergileri takip etmek oldukça zor. Dolayısıyla, resim koleksiyonu için kendinize bir çizgi belirlemiş olmanız çok önemli. Çağdaş Türk sanatçılarının belli dönemlerdeki eserlerine sahip olmak gibi belli bir çizgide yaklaşımlar sergilenmeli. Buna karşın ben, profesyonel bir yaklaşımdan çok, keyif unsurunu ön plana alarak resim koleksiyonu oluşturuyorum. Keyif için resim toplayıp çok sayıda esere sahip olunca bana koleksiyoncu denilmeye başlandı; ama gerçek anlamda koleksiyoner değilim” şeklinde konuşuyor.
KOLEKSİYONCULUĞUN İPUÇLARI
Dr. Şener, resim sanatına bir koleksiyoncu gözüyle bakılmasının ipuçları olduğunu söylüyor. Koleksiyon amacıyla bir tablo satın alındığında, orijinal olması, koleksiyona uygunluğu gibi unsurları dikkate alma zorunluluğu var. Bu açıdan, bir resim sanatı danışmanına başvurmak da önemli. Çok iyi bir koleksiyon sahibi olmak için büyük ölçekli sermaye gerekiyor. Dr. Şener buna karşın, ücreti çok yüksek olmayan, keyif amaçlı alınabilecek güzel resimlerden de koleksiyon oluşturulabileceğini hatırlatıyor. Bu doğrultuda, özellikle genç ressamların uygun ücretli tablolarını öneriyor.
Dr. Bozkurt Şener’in koleksiyonunda; Ayvazovski’nin yağlı ve sulu boya resimleri, Balkan Naci’nin karışık teknikle yapılmış tabloları, Bedri Baykam’ın kolajları, Numan Arslan, Mehmet Güler, Hoca Ali Rıza, Ergin İnan, Adnan Çoker, Nuri İyem, Ergin İnan, ibrahim Çallı, Abidin Dino, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mehmet Güleryüz gibi Türk resim sanatının ünlü isimlerinin birçok eseri yer alıyor.
Dr. Şener resim sanatına yatırım amaçlı yönelmenin profesyonel bir yaklaşım içermesi gerektiğini belirterek, “Satıcı ya da pazarlamacı değilseniz, her zaman zarar edersiniz. Ancak sanatçıların eserlerini iki kuşak boyunca elinizde tutabilirseniz, kar etme olanağınız olabilir. Ama bence, resim sanatındaki en iyi kar, ondan aldığınız görsel zevk olmalı” diye konuşuyor.
Dr. Şener kendi adıyla, 2007 yılında Caddebostan Mine Sanat Galerisi’nde bir koleksiyon sergisi düzenledi. Oldukça ilgi görmesine karşın, Dr. Şener’in kısa vadede yeni bir sergi planı bulunmuyor. Koleksiyonunu oluşturan 200’e yakın tablonun bir kısmını depolama sorunu nedeniyle satmak zorunda kalması yeni bir sergi planının oluşmamasında rol alıyor.
Ağırlığı çağdaş Türk ressamlarının eserlerinden oluşan ve on adedi büyük boyutlu olan 80 tabloyu daha önce çalıştığı Acıbadem Göz Etiler Polikliniği’nde sergilediğini belirten Şener, “Etiler’deki hastane bir çeşit galeriye çevrilmişti. İzleyicilerin tabloya dokunmamaları için özel koruyucular vardı. Şu anda çalıştığım Acıbadem Maslak Hastanesi’nde ise showroom’daki tablolardan yalnızca üçünü sergiliyorum” diyor.
RESİM AKIMLARINDAN ÜNLÜ RESSAMLARA UZANAN PORTFÖY
Dr. Şener klasik dönemden ekspresyonizme, fütürizmden pop arta uzanan geniş çerçevede resim akımlarından etkilendiğini ifade ediyor. Dr. Şener özellikle, Fransa’da 19’uncu yüzyılda empresyonizm (izlenimcilik) adıyla ortaya çıkan, Claude Monet ve Camille Pissarro’nun önceliğini yaptığı ve doğadaki nesnelerin kişiler üzerindeki izlenimlerini konu alan resim akımını oldukça ilgi çekici bulduğunu belirtiyor. Dr. Şener, “Empresyonist ressamlarının çok ilginç yaşam öyküleri var. Avrupa’daki her empresyonist ressamın buluşma noktası Fransa olmuş. Ve halk tarafından büyük bir saygı ve destek görmüşler” diyor.
IŞIĞIN VE GÖLGELERİN TEMSİLCİSİ
Her ayın bir haftası Amsterdam’da bulunduğunu belirten Dr. Şener, 17. Yüzyılda Hollanda’da yaşayan “Işığın ve Gölgelerin Ressamı” olarak bilinen Rembrandt’ın müzeye dönüştürülmüş evini ziyaret ettiğini belirtiyor. Dr. Şener Rembrandt’ın inişli çıkışlı ve çalkantılı bir yaşam sürdürdüğünü ifade ederek şunları söylüyor: “Rembrandt, devlet adamı ve şair Constantijn Huygens aracılığıyla tanıştığı Prens Frederik Hendrik tarafından destek görür. Prens Hendrik onun tablolarını satın alır. Bu arada, evliliği, çocuklarının, annesinin ve dostlarının ölümünün yanı sıra yaşadığı karmaşık ilişkiler sonucunda büyük acılar çeker. 1656 yılında Rembrandt’ın iflâs ettiği ilan edilir ve birçok eseri ve antika koleksiyonu açık arttırmaya sunulur ve evi de satılır.1669’da da ölür. Mezarının yeri de belli değildir.”
SARAYA KABUL EDİLEN ÇAĞIN EN YETENEKLİ RUS RESSAMI
Dr. Şener etkilendiği başka bir ressamın ise 19. Yüzyılda Kırım’da yoksul bir Ermeni ailesinde doğan Ayvazovski olduğunu belirtiyor. Bir kısmı koleksiyonunda bulunan Ayvazovski’nin her tablosunu büyük bir beğeni ve zevkle izlediğini dile getiren Dr. Şener, ünlü ressam hakkında; “Çağın En Yetenekli Rus Ressamı olarak ün salan Ayvazovski Osmanlı İmparatorları Sultan Abdulmecit ile Sultan II. Abdulhamit tarafından da Saray’a kabul edilmiş. Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen tabloları hazırlamış. Fırtına, Fırtına’ya yakalanan Mary, Boğaziçi’nde Mehtaplı Gece, Denizde Kaza, Mehtap ve Deniz, Denizde Fırtına ve Merkür Ayvazovski’nin Türkiye’de bulunan 30 kadar tablosundan birkaçı” şeklinde bilgi veriyor.
DALI LİTOGRAFİLERİ DE MEVCUT
Dr. Şener için önemli bir ressam da yalnızca resim sanatını değil, diğer sanat alanlarını da alt üst eden tarzı, sıra dışı giyimi, davranışları, sözleri ve yaklaşımları ile tüm dünyanın dikkatini çekmiş dünyaca ünlü Salvador Dali. Dr. Şener Dali için, “Dali benim için çok özeldir, her resmi bana enteresan gelir” şeklinde açıklama yapıyor. Dr. Şener’in koleksiyonunda ayrıca, Dali’nin orijinal imzalı litografileri de bulunuyor.
Opr. Dr Abdülkadir Sevim, antika analog aygıtların kalbe hitap ederken, günümüzün dijital aygıtlarının beyne hitap ettiğini belirtiyor.
Antikacılığa küçük yaşta başlıyor Dr. Sevim, posta pulları ve eski paralar ilk göz ağrısı oluyor. Sonrasında, bakır güğümler, ibrikler, dövme çelik bıçaklar ve eski tapu senetleri katılıyor koleksiyonculuğa. 1960’lar… Antika eşyalar oldukça makul fiyatlarda. Dolayısıyla, antikalara sahip olmak da kolay. Bu dönemde Dr Sevim, koleksiyonculuğunun son evresine geçiyor; antika radyo, pikap, gramofon ve taş plaklarden yeni bir koleksiyon oluşturuyor.
“En çok sevdiğim, 1940’lardan kalma lambalı radyoydu. Babam Nevzat Sevim Almanya’dan getirerek hediye etti. 1915 yılına ait Columbia gramofonu ise gramofonlar konusunda uzman olan eniştem Metin Demirel Almanya’dan getirdi” diyor Dr. Sevim.
Günümüzde antika fiyatlarının gittikçe arttığına dikkat çeken Dr. Sevim, antika niteliği kazanan cihazların fiyatlarınınsa gittikçe ucuzladığını belirterek; “Antika pazarında gezerken bir müşteri ayağı ile bir kasetli video cihazını tekmeliyordu. ‘Ben, buna bir araba parası vermiştim’ diyordu. Bu kasetli videolar ilk çıktığında, tır şoförleri tarafından kaçak yollarla yurt dışından getiriliyordu” şeklinde sözlerini sürdürüyor.
LAMBALI RADYOLARIN TILSIMI
Antika radyolar ilk zamanlar lambalı olarak üretilir. İlk defa, 1906’da Londra Üniversite Koleji’nde uygulama sahasına konulur. Radyo lambaları katı cisimlerde elektrostatik alan etkisi ile elektron akışını sağlar. Dr. Sevim, “Bu işlevi günümüzde transistorlar yapmaktadır. Transistorlar Bardeen ve Brattain, radyo ve telefon sinyallerinin alınmasında, güçlendirilmesinde ve yansıtılmasında kullanılan radyo lambaları olan termiyonik kapaklara karşı bir seçenek olarak geliştirildi. Çabuk kırılabilen ve pahalıya mal olan bu lambaların ısınması için belirli bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Ayrıca, bir hayli de elektrik tüketiyordu. Lambalar bozulduğunda, yenisini ve tamircisini bulmak oldukça zordu. Yani ‘transistor bulundu, mertlik bozuldu’ diyebilirim” şeklinde açıklıyor. Gramofon sadece taş plak çalıyor. Taş plağın her bir yüzünde sadece bir şarkı var. Taş plaklar çok çabuk kırıldığı için yere düşürülmemesi gerekiyor. Gramofonların en önemli özelliği, plak sona geldiğinde otomatik olarak durması. Gramofonda her plak dinlendiğinde, zembereği kurmanız gerekiyor.
Gramafon üzerinden plağın dönüş hızı da ayarlanabiliyor. Gramofonu her çalışta iğnesi değiştirilmeli yoksa ses kalitesi düşer.
ANALOG CİHAZLARA ÖZLEM
Eski lambalı radyolarda, gramofonlarda ve plaklarda insanları analog özelliğinin çektiğine dikkat çeken Dr. Sevim şunları söylüyor: “Bu aygıtlar, bir sesi olduğu gibi çalarlar. Sesin bir rengi, tınısı, ritmi ve melodisi vardır. Analog özelliği içeren aygıtlarda, sesin bu öğelerinin hepsini çalabilirsiniz, duyabilirsiniz, hissedebilirsiniz. Günümüzde ise, bütün sesler dijitale çevrilir. Ses var ya da yok anlamına gelen 0 ve 1 rakamlarıyla ifade edilir. Dolayısıyla, dijital aygıtlarda sadece ritim vardır ama melodi yoktur. 0 ve 1 ile ritimden başka hiçbir şey ekleyemezsiniz, ama binlerce şarkıyı depolayabilirsiniz.”
GENÇLER ARTIK MELODİ MIRILDANMIYOR
Dr. Sevim, antika analog aygıtlar kalbe hitap ederken, günümüzün dijital aygıtlarının beyine hitap ettiğini belirterek; “Herhalde, bu nedenle, gençler ritim ile hep kafa sallıyor ama melodi mırıldanmıyorlar. Beyin insanı aldatır, olmayan şeyleri gerçekmiş gibi algılar, sanrıları, rüyaları, hayalleri vardır. Gerçeklikten o kadar uzak bir organdır. Kalp ise samimidir ve tam olarak sever. Dijital aygıtlar her şeyi sayıya çevirir, her şeyin sayısal bir karşılığı vardır. Dijital çağı yaşıyoruz. Elektronik devreler arasında, 0 ve 1 sayıları akıyor. Para bile sanal ortamda sadece sayıyla ifade ediliyor” şeklinde görüşlerini ifade ediyor. Dr. Sevim, antikacılığa ilk başlayacakların da antikacı dükkanlarına gitmeden önce, aile büyüklerinin evlerindeki çatı arasına, kömürlük, depo vb. yerlere bakmasını öneriyor.
Ophthalmology Life 2014 20. Sayı