Avrupa’daki oyun devam ediyor. Alman Parlamentosu dün Avrupa Finansal İstikrar Fonu’nun (EFSF) genişletilmesine onay verdi. Avrupa’daki durum, aynı zamanda, bir siyasi hesaplaşmaya da dönüşmek üzere. Zaten Alman Parlamentosu’nda yapılan oylamada itirazlar Hıristiyan Demokratlardan geldi. Sol taraf kurtarma planına destek verdi.
Ancak tabii ki Almanya’daki bu hesaplaşma yeni bir siyasi durumu ve giderek derinleşecek siyasi krizi bize anlatıyor. İktidardaki Merkel şimdilik AB’nin birliğinden yana tavır koyuyor ancak bu tavrın, bir Avrupa Anayasası’yla sonuçlanacak yekpare bir Avrupa hedefi doğrultusunda derinleşeceğini söyleyemeyiz. Benzer çatlaklar Fransa’da da söz konusu. Avrupa sağı, bu krizle birlikte bir karar verme eşiğine geliyor ve öyle sanıyorum ki, birlikten yana olanlarla olmayanların hesaplaşması sonucunda yeniden biçimlenecek.
Soğuk savaş süreci ve sosyal devletin güç yitirmesi nasıl ki Avrupa solunu pusulasız bıraktıysa bu kriz süreci de, geleneksel Avrupa sağının tüm dengelerini değiştirecek gibi gözüküyor.
Bu arada, Avrupa’da bunlar olurken, dünyanın doğusunda da önemli gelişmeler oluyor. Mesela İran, ABD’nin değişen stratejisini ve krizle birlikte gelen boşluğu şimdilerde daha fazla okuyor ve buna uygun hamleler geliştiriyor. ‘Savaş gemilerini güdümlü füzelerle donatıp ABD karasuları yakınlarına yollayabiliriz’ açıklaması ‘füze kalkanı faaliyetlerine’ verilmiş bir cevaptı ama ABD bunu ciddiye almadığını açıkladı. Ancak işin sahici yanı İran’ın, ABD’nin küçümsemesinin aksine, bugün bunu gerçekten yapabilecek askeri ve teknolojik seviyeye gelmek üzere olduğudur.
Bundan tam bir yıl önce İran ekonomisi hakkında dini lider Hamaney’in hazırlattığı gizli(!) ekonomik rapor batı basınında yayınlandı. Bu rapora göre, nükleer çalışmaların sürmesine bağlı olarak, batı tarafından uygulanan ambargo ve büyük petrol şirketlerinin faaliyetlerini askıya alması sonucu, günlük 3,5 milyon varil petrol üretme kapasitesi olan İran, bir müddet sonra bırakın petrol ihraç etmeyi, petrol ithal eden bir ekonomiye dönecek ve büyük bütçe açıkları borçlanmayla da kapatılamayınca çaresiz batacaktı. Bugün batma kuyruğunda birçok AB ülkesi var ama İran bu kuyruğa henüz girmedi. Küresel bir krizde, göreli kapalı ekonomilerin süreci yara almadan atlatabileceklerini İran bize şimdi anlatıyor ama zaten bugün İran ekonomisinin potansiyelinin İran’ın ‘resmi’ olarak açıklanan (500 milyar dolar) büyüklüğünün çok üzerinde olduğunu biliyoruz.
İran, bugün hem ihracat hem de ithalat yönünden ambargoyu delen ‘resmi olmayan’ mekanizma geliştirmiş durumda ve küresel finans sistemine dolaylı yoldan giren İran kaynaklı çok ciddi bir sermaye birikimi de var. Burada şunu sormalıyız; İran gibi ülkeler bir tehdit mi yoksa yeni bir dengenin başlangıcı mı?
———————————————————–
Beşli konseyin sırrı
Biliyorsunuz 2. Dünya savaşından sonra, ABD ve Sovyetler arasındaki soğuk savaş aslında, iki ülkenin de geliştirdiği nükleer silahlar sayesinde bir ‘dehşet dengesi’ ne dönüşmüştü. Yani dünya barışını, paradoksal bir şekilde, nükleer silahlanma sağlıyordu. BM Güvenlik Konseyi aslında bu dengeyi anlatır.
Başbakan Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesini kastederek, (ABD, Fransa, Britanya, Çin, Rusya) dünya beş ülkenin esiri olmuş yakınması, eski dehşet dengesinin başka biçimde sürdüğünü anlatıyor.
Şunu söyleyebiliriz; bu denge bozulmadan ne bu kriz çözülür ne de bu krizi oluşturan anlayış ve kurumlar ortadan kalkar. BM Güvenlik Konseyi’nin 5 üyesi bize hem siyasi hem de ekonomik dehşet dengesini çok iyi anlatıyor. Çin ve Rusya’yı bu anlamda ABD’den ayrı tutmayın.
Mesela Erdem Başçı, İstanbul Finans Zirvesi’nde dünyaya artık iki rezerv paranın yetmediğini ve Çin’in parası olan Yuan’ın devreye girmesi gerektiğini söyledi. Ancak tabii, bunun için, Çin’in fazla vererek ABD’yi finanse etmediği yeni bir büyüme paradigmasına geçip parasını tam konvertibl yapması gerekir. Demek ki bu dengenin bir parçası olan Çin değişmeden kriz bitmez. Aynı şekilde bu dengenin bir alt basamağı olan ulus-devlet diktatörlüklerinin de demokratik açık toplumlar olarak değişmesi gerekir. İran’ın krizle yakaladığı avantajı kullanması için mollalar diktatörlüğünden çıkması nasıl gerekiyorsa Türkiye’nin de demokratikleşmesini Yeni Anayasa ile tamamlaması ve Kürt sorununu bu çerçevede çözmesi gerekir.