Denge ve Yaratıcılık

Daha önceki bir yazımızda şirketlerin yaratıcılığa olan yaklaşımından söz etmiş ve şöyle demişiz;

“Orta yol bulunmaya çalışılıyor hep. Oysa var mı ‘ köyün delisi ‘ olmanın ama az tarafından imkanı?”

Deliliğe örnek olarak, yaratıcılığı kendi hayatlarımıza indirgediğimiz uç bir olay anlatayım size:

Uluslararası büyük bir firmada yakın bir arkadaşımın okul sonrası ilk işi. Zeki bir adam olmanın bilincinde olduğu kadar iş hayatının gereklerini bilmediği, tecrübesizliğin tavan olduğu zamanlar… Adı üstünde, ilk ciddi kurumsal iş tecrübesi bu. Ancak zekiyiz ya; bakın şimdi yıllar önce yaptığı bir densizliğe !

Üst düzey yöneticilerden birinin kızını görüyor bir gün şirkette. O kadar güzel ki; eli ayağına dolaşıyor. Tanışma fırsatı bulamayınca; ufak bir kağıda not yazıp (iş anlamında samimi bir diyalog geliştirdiği) babasının masasına bırakıyor. Not aynen şöyle; “Kızınız çok güzel, ben de yakışıklı. Güzel torunlarınız olsun istemez misiniz?”

Terbiye sınırlarını sonuna kadar zorlayan, samimiyetle iş ciddiyetini birbirinden ayıramayan ve kurumsal kültür içinde açıklaması olmayan uç bir tutum örneği. Çocuğun gelecek potansiyeline olan inançları [çünkü arkasında bir torpil desteği yok] sanırım onu kovmalarına engel olmuş, İnsan Kaynakları ve kendi direktörü’nden aldığı sözlü uyarılar ile konu kapanmış.

Belki de firma, tıpkı Phil Daniels’ın “Mükemmel başarısızlıkları ödüllendir, vasat başarıları ise cezalandır.” söyleminden hareketle ona bir ödül veriyordu.

Zeki adam kendine fazlasıyla güvenir. Farklı olduğunun farkındadır. Bu da onda yanlış işler yaptırma potansiyeli doğurur doğal olarak. Hele profesyonel iş hayatının en başlarındaysa…

Oysa okullarımızda (özellikle üniversite son sınıflarda) neden “ İş Hayatına Hazırlık ” dersi yoktur?

Nasıl CV yazılır, nasıl mülakata hazırlanılır, iş teklifi alındığında maaş pazarlığı nasıl yapılır, ilk iş gününde nasıl davranılır, şirket kültürü nasıl çabuk kavranır, çalışma arkadaşları ve üstlerle nasıl iletişim kurulur, sunum nasıl yapılır, fikirler nasıl iletilir, kişiler nasıl ikna edilir, tartışmalarda nasıl davranılır, beklenmedik durumlarda ne yapılır… Bu liste uzar gider. Peki neden bu kritik sorumluluk sadece (çoğu öğrenci için yapsak da aradan çıksa dediği) kısa bir-iki stajın sırtına atılmıştır?

Eğitim eksikliği diyelim, yönlendirme eksiliği diyelim, her ne olursa olsun, arkadaşımın yaptığı densizlik, sadece “işe yaramaz dengesizliğe” iyi bir örnek teşkil edebilir. Örnek alınacak hiçbir yanı olmasa da, ders alınacak çok yönü var. Zaten [kendisinden izin alarak] sizlerle paylaşma amacım biraz da bu yüzdendi.

Peki işe yarar dengesizlik nedir? Var mıdır böyle bir kavram?

Bilgisiyle, görgüsüyle ve kaliteli iletişim becerileri ile [bunlar çok önemli ön koşullar]; sınırları daha iyisi adına zorlayan, olaylara farklı bakmaktan keyif alan, herkesi memnun etme adına gri alanlarda enerji harcamak yerine taraf olan, net bir duruştan bahsediyorum. Mütevazi ancak kendinden emin bir lider tavrından.

Bunlar esasında yeni fikirler bulma veya yaratıcılık için de olmazsa olmazlar değil midir? İşte bu yüzden yaratıcılık riskli, zor ve cesaret isteyen bir iş.

Uluslararası reklam ajansı Saatci&Saatci’nin başkanı Kevin Roberts bakın kendi ilkelerini ortaya nasıl koymuş:

1. Hazır ol. Ateş et. Daha sonra nişan alırsın!
2. Eğer bozuk değilse, boz!
3. Delileri işe al.
4. Budala sorular sor.
5. Başarısızlığın peşine düş.
6. Öncü ol, takip et veya yok ol!
7. Kargaşayı yay.
8. Ofisi bırak.
9. Sıradışı, tuhaf şeyler oku.
10. Ilımlı olmaktan kaçın!

Her farklı olan orjinal degil. Yaratıcı orijinallik ; düşünmenin farklı, özel, özgün, alışılmadık ve normalden uzak olması demek. Bu durumda orijinallik ile eksantriklik eş anlamlı diyebiliriz. O zaman çıkan sonuç; eksantrik kişi = merkezden uzak, yani normal olmayan kişi. [Şimdi hatırlayın, eksantrik kelimesi çoğumuz için ne kadar olumsuz anlamlar ifade eder.]

Oysa denge ; birçok karmaşayı başlamadan bitirmeye, birçok tartışmayı kısa tutmaya ön koşul gibi. Taraf olmamak, ılıman olmak veya arabuluculuk… Eğer dengeliyseniz ilişkiler daha sorunsuz sanki. Sizi seven sayısının sevmeyenden çok olduğu da bir durum aynı zamanda.

Bu durumda denge bana biraz da “ödün vermek” gibi geliyor. Genelin beğenisini almak istemek [herkes beni sevsin] ve çatışmadan kaçma çabası; aynı zamanda bizim kendimiz olamadığımız, net bir duruştan fedakarlık yaptığımız sonuçları doğuruyor.

Peki dengeli insan daha çok “normal insan” tanımına uyacağına göre; şimdi siz bana söyleyin; hem toplum içinde huzurlu yaşayıp [dengeli olup], hem de nasıl benzerlerimizden sıyrılacağız?