DİN SOSYOLOJİSİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Konusu insan toplumları olan sosyoloji, toplum içinde ortaya çıkan sosyal ilişkileri, sosyal olayları, sosyal kurumları, sosyal yapıları ve bu yapıdaki değişmeleri inceler. Toplumsal hayatın karmaşık ve dinamik yapısını anlamaya ve açıklamaya çalışan Sosyoloji, bir takım dallara ayrılmıştır. Bu çerçevede sosyolojiyi, genel ve özel sosyoloji olarak iki temel kategoriye ayırmak mümkündür. Din sosyolojisi de, sosyolojinin özel bir dalıdır.
Din sosyolojisi, adından da anlaşılacağı gibi, din ve toplum sorunsalı ile ilgilenir. Bu çerçevede, din ve toplum ilişkileri, karşılıklı etkileşimi yani dinin/dini hayatın toplum üzerindeki etkileri ile toplumun/toplumsal hayatın din ve dini hayat üzerindeki etkileri, dini gruplaşmalar, dini kurumlar/örgütlenmeler Din sosyolojisinin en temel konularıdır. Din sosyolojisinin konumu, insan bilimleri ile din bilimlerini birbirine bağlayan köprüde aranmalıdır. Başka bir deyişle din sosyolojisinin, bir yandan toplumun incelenmesi diğer yandan dinin incelenmesine dayalı iki kanatlı durumu, onun sosyal bilimler ile ilahiyat (teoloji) bilimleri arasında bulunmasını zorunlu kılmaktadır.
Sosyolojide olduğu gibi din sosyolojisi de uzmanlaşmış alt dallara ayrılmıştır. Bütün dinlerin sosyolojik incelemesini kendine konu edinen genel din sosyolojisi ile yalnız bir dine ait sosyolojik konuları ele alan özel din sosyolojileri vardır.
Modern bir bilim dalı olarak din sosyolojisi yeni olsa da din ve toplum sorunsalı üzerinde düşünme ve inceleme yeni değildir. İnsanlık tarihi araştırmaları, dinin insan ve toplum hayatında “fıtri” (doğuştan yatkın) bir gerçeğe sahip olduğunu göstermektedir. Dünya üzerinde dinden ve dini yaşayıştan uzak bir toplumun yaşadığı bilinmemektedir. Bu çerçevede, ilkçağ Yunan düşünürleri arasında özellikle Eflatun ve Aristo gibi filozoflarla; Hıristiyan ortaçağında Saint Augustin ve Akinaslı Saint Thomas gibi bilginlerin din– toplum ilişkileri üzerine önemli bazı tespitlerde bulundukları görülmektedir. Bu dönem açısından Din sosyolojisi yönüyle en orijinal görüşlere Eflatun’da rastlanır. Onun birçok bilim ve felsefe konularında olduğu gibi, bu alanda da bir öncü olduğu söylenebilir. Eflatun, “Her şeyin ölçüsü Tanrı’dır.” diyerek işe başlamakta ve bu görüşü üzerine bütün bir felsefe, ahlak ve siyaset sistemini kurduktan sonra, bu sistemin temeline de dini yerleştirmektedir. Çünkü kurmak istediği yeni toplum düzeninin dinsiz yaşayamayacağına inanmaktadır. Eflatun’un din sosyolojisi açısından dikkati çeken iki önemli eseri vardır; “Devlet” ve “Kanunlar”. Sosyolojinin öncülerinden hatta ilk kurucularından biri olarak kabul edilen Aristo’nun din üzerine görüşleri ise daha çok metafizik ve psikolojik temellere dayanmaktadır.
Hristiyan Ortaçağ’ının iki önemli düşünürü din sosyolojisi açısından öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki olan Saint Augustin (354–430), “Tanrı Sitesi” adlı eserinde Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki mistik görüşün esaslarını anlatmaktadır. Ona göre, içinde yaşadığımız bu dünya toplumları (siteleri) gelip geçicidirler. Buna karşılık görünmeyen, değişmeyen ve sonsuz olan öbür âlemdeki mükemmel site, gerçek sitedir. Ancak, bu site yere indirilebilir. İnsan ideal sitenin hemşerisi olabilir. Tanrının emirlerine uyan ve sevgisini kazanan kişi Tanrı sitesinin hemşerisi demektir ve O’nun sofrasında yemek yer. Akinaslı Saint Thomas (1225–1274) ise, skolâstik dünya görüşü ve toplum anlayışının esaslarını ortaya koyduğu “İlahiyat Mecmuası” adlı eserinde; toplumun temeli ve düzeni olan kanunları aklın ilkelerinden çıkarmakta ve skolâstik düşünce ile aklın kurallarını İncil’in emirleri ile uzlaştırmaya çalışmaktadır
Öte yandan, ortaçağın sonlarından itibaren başlayan coğrafi keşifler, Rönesans, Reform, bilimsel ve teknik buluşlar, Aydınlanma hareketi, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi gibi bazı değişim hareketlerinin modern sosyoloji ve dolayısıyla din sosyolojisinin doğuşunda önemli etkilere yol açtığı söylenebilir. Bu arada, sosyolojinin isim babası Auguste Comte’nin genel sosyoloji gibi din sosyolojisinin de kurucusu olduğu kabul edilebilir. Ancak onda bugün anlaşılan anlamda bir din sosyolojisinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Çünkü onun sosyolojisi normatif özelliklerle tam bir sosyal felsefe karakterine sahiptir. Hatta onun eserinde sosyoloji ile din kelimeleri bir ve aynı şeyi ifade eder görünmektedir.
“Din Sosyolojisi” terimini ilk defa kullanan Emile Durkheim’ın sosyolojisini en geniş anlamı ile bir din sosyolojisi olarak görmekte bir sakınca yoktur. Çünkü onun sosyolojisinin esasını kolektif bilinç anlayışı oluşturur. Kolektif bilinç, kolektif düşüncelerin toplamından ibarettir. Toplumun kolektif düşüncelerinin temelini de dini inanç ve düşünceler oluştururlar. E. Durkheim’ın “Dini Hayatın Başlangıç Şekilleri” (1912) adlı eseri, din sosyolojisinin ilk klasiklerindendir. Ona göre insanın kendisiyle dünya hakkında edindiği ilk düşüncelerinin kaynağı dindir. Dünya ve Tanrı üzerine bir görüşe sahip olmayan bir din yoktur. Felsefe de bilim de dinden doğmuştur. Aynı şekilde, hukuk, ahlak, iktisat, sanat gibi hemen hemen bütün kurumlar din kaynaklıdır. Bütün sosyal kurumların dinden doğması doğaldır. Çünkü, toplum dinin özüdür, ruhudur. Din her çağda toplumsal dayanışmayı güçlendirmek gibi çok iyi bir iş görmüştür. Onun için toplumlar var oldukça din de çeşitli biçimlere bürünerek daima yaşayacaktır.
Din sosyolojisinin kurucularından birisi de Alman bilim adamı Max Weber’dir. Max Weber, genel olarak toplum ve ekonomi, özel olarak da din ve ekonomi üzerindeki incelemeleriyle tanınmıştır. Onun dini inançları, değerlendirme biçimi kendinden öncekilerden önemli farklılıklar göstermektedir. O, din sosyolojisinin 19.yüzyılda olduğu gibi, dinin kökenini, gelişimini araştıran bir bilim değil, dini davranışların ya da dinden kaynaklanan sosyal davranışların bilimi olması gerektiğini söyler. Aynı şekilde dini- sosyal davranışlar incelenirken dinin yadsınması ve gelişen toplumlarda anlamını tamamen yitiren bir olgu olarak görülmesi de söz konusu değildir. Weber’in, din olaylarını incelediği yöntemi de öncekilerden farklıdır. “Anlayıcı Sosyoloji “ geleneğini olgunlaştırmış, öteki sosyal olaylar gibi din olaylarını da, nedenleri ve etkileri açısından “anlayış” yöntemiyle yorumlamıştır. Diğer yandan ona göre; deneysel sosyal bilimler olanı araştırmalıdır, felsefenin ye da sosyal felsefenin yaptığı gibi olması gerekeni değil. Bu nedenle, kişisel değer yargılarından uzak durulmalı, sınırları kesin kavramlar kullanılmalı ve bilimsel açıklamalar birden çok nedene dayandırılmalıdır. Weber’in din sosyolojisi ile ilgili en önemli eserleri; “Din Sosyolojisi Hakkında Makaleler” (3 cilt) ile ona bu alanda ün kazandıran “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” dur. Max Weber, dini anlayışlarla ekonomik davranışlar arasındaki ilişkileri aydınlatmaya çalışmış olmakla din sosyolojisi içinde kendine ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Her ne kadar Weber’in çalışmaları din-ekonomi ilişkileri üzerine odaklanmış olsa da din sosyolojisinin diğer konularında da çalışmaları ve görüşleri bulunmaktadır. Bunlar arasında; dini otorite tipleri, çeşitli sosyal tabaka ve çevrelerin dini tutumları, din ve cinsiyet, sanat, siyaset ve eğitimi ilişkileri, dini cemaatler ve grupların diğer doğal gruplarla ilişkileri sayılabilir.
Bu arada Joachim Wach, Gustav Mensching ve Gabriel Le Bras gibi isimlerin modern sosyoloji ve din sosyolojisinin doğuşuna olan katkılarını özellikle zikretmek gerekir. 18. ve 19. yüzyılın bu kurucu düşünürlerinden sonra da gelişimini hızla sürdüren din sosyolojisi, 20. yüzyılda pek çok değerli bilim adamının katkıları ve örneğin Thomas Luckmann, Peter Berger ve Robert Bellah gibi yaşayan din sosyologlarının önemli teorileri ile günümüzde de önemini korumaya devam etmektedir.
Not: Bu metin 2019 yılında basılan Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Din Sosyolojisi Kitabı’nın 1. Bölümünün özetidir.
İsmail KAYA