Disleksi: Hayaller Fısıltıyla Konuşur

“Potansiyelini gerçekleştirememiş organizma zamanla hasta olur.” diyor psikolog William James…

Sanırım yaşamlarında bu konuda en büyük engelle karşılaşanlar dislektiklerdir. Çocuklukta başlayan çevreyi tanıma, öğrenme ve merak duyguları, okula adım atmalarıyla birlikte kaçınmak istedikleri bir kabusa dönüşüyor. Çünkü, sol beynin baskın olduğu sözel ve okuma ağırlıklı eğitim sistemi; bu alanlarda daha az beceriye sahip, okuma hızı yavaş ve özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklar için oldukça zorlayıcı. Sahip oldukları yaratıcı düşünme, el becerileri, üç boyutlu algılama ve bütünü görme gibi kabiliyetlerini kullanmalarına fırsat verilmiyor. Yani sağ beynin kullanımı ikinci plana atılmış oluyor. Öğrenmeye olan meraklarını tamamen kaybetmeseler de birçok konuda yeteneksiz ve beceriksiz olduklarını düşünerek hayata devam ediyorlar. Elbette bu durum derin bir özgüven sorununu da oluşturuyor ek olarak. Bu yüzden potansiyelini ortaya çıkarmakta sorun yaşayan, hayallerini gerçekleştirmekten vazgeçen ya da geç kalan çok hikayeyle karşılaşıyorum. Birçoğu meziyetlerinden şüphe duyarak kendilerine olan inançlarını kaybediyor.

Fakat şimdi bahsetmek istediğim öğrencim benimle çalışmak için geldiğinde, sıkça karşılaştığım umudunu kaybettiği için “kendinden vazgeçmiş” lerden değildi. Tanıştığımızda gözleri umut ve kararlılıkla ışıl ışıl parlıyordu.

Evet o bir dislektikti. Güzel Sanatlar lisesini iyi bir puanla kazanarak hayalindeki okula girebilmeyi başarmıştı. Genelde sıkça dislektiklerden duymaya alışık olduğumuz okulda yaşanan pek çok sorunu o da aynen yaşamıştı. Bana anlattıklarına göre; katkı sağlaması ve kendini geliştirebilmesi için haftanın dört gününü ve uzun yıllarını özel bir disleksi akademisinde geçirmiş çoğunlukla. Müziğe olan tutkusu da işte bu zamanlarda yeşermeye başlamış. Akademide özel eğitim öğretmenliği yapan ve aynı zamanda keman çalan öğretmeni sayesinde, teker teker enstrümanları tanımaya, seslerini ayırt edebilmeye ve keşfettikçe de daha çok ilgi duymaya başlamış.

Ait olduğun yeri buldun sonunda!

“Okulda öğrendiğim hiçbir konu beni meraklandırmıyordu, zaten okuma yazmayı bile çok zor ve geç öğrenebildim fakat enstrümanları tanıdıkça ve seslerini rahatlıkla duyup ayırt edebildiğimi fark ettikçe, kendime olan inancım artmaya başladı. Başarabildiğim bir şeyler olduğunu gördüğümde ise içimden bir ses, ‘ait olduğun yeri buldun sonunda!’ diye fısıldadı sanki.” şeklinde anlattı bana tutkusunu keşfettiği anı. Bu cümlenin ne kadar büyük bir ateşleyici etkisi olduğunu ve insana dayanıklılık verdiğini çok iyi biliyorum. Kişinin tutku duyduğu konuyu ve ait olduğu yeri bulması, doğduğundan beri ilk defa gerçekten nefes alması gibi bir şey. Nefessiz kalanlar bu duyguyu çok iyi bilir.

Öğrencim artık sahip olduğu bu tutkusu sayesinde okuldaki derslerine daha da fazla çalışarak, hayalini kurduğu ve kendini özgür hissedebileceği müzik okuluna girmeyi kafasına koymuş. Bunların yanı sıra ailesinden bir org isteyerek kendi kendine çalışmaya başlamış. Ve sonunda istediği okulu güzel bir puanla kazanmış. İlk derste onu dinlediğimde bana ezberinden harika parçalar çalabiliyordu, üstelik müzik kulağı da oldukça iyiydi. Evet ufak tefek hataları vardı fakat kendi çabasıyla enstrüman öğrenen birine göre oldukça başarılıydı. “Zaten kendi başına birçok şeyi öğrenmişsin ve istediğin okulu da kazanmışsın, benimle neden çalışmak istediğini anlayamadım” dediğimde asıl konuyu anlatmaya başladı.

“Notasız olarak çalmayı bana bırakırsanız sizi taklit ederek ve bunu severek iyi bir şekilde yapabiliyorum fakat taze bir bilgiyi kavramam çok zaman alıyor. Derste yeni öğrendiğim parmak pozisyonlarını ve notaları zor hatırlıyorum. Yani kısa süreli hafızam disleksim nedeniyle gereğinden fazla kısa. Taze bilgiler çok çabuk siliniyor beynimden. Evet müziği dinleyince aklımda kalma süresi artıyor fakat sadece bu yeterli olmuyor. Okulda öğrendiklerimi ve ödevlerimi evde tekrar etmem gerektiği zaman, yarım yamalak bilgiler kalıyor aklımda. Böyle olunca da ilerleyemiyorum. Bu yüzden sizinle çalışmak istiyorum ek olarak, unuttuklarımı bana tekrar hatırlatabilmeniz için” dedi.

Açıkçası bu sözleri duyunca, yaşadığı duruma üzülmek şöyle dursun, azmi ve kararlılığına bir kere daha hayran oldum. Problemin ne olduğunu büyük bir olgunlukla kavramış ve çözümünü geliştirmeye çalışıyordu. Çocukluğundan beri yaşadığı zorluklar onu aynı zamanda geliştirerek sonuç elde edebilmesini sağlayacak pratik yollar bulmaya itmişti. Yaşadığı olumsuzluklara kafayı takıp vazgeçerek “ ben bunu yapamam ” demek yerine, durumu kabullenip “ nasıl yapabilirim? ” dediği bölümdeydi çoktan. Neleri değiştirerek ve ekleyerek yol alabileceğine bakıyordu. Yunan filozof Epiktetos’un da anlatmaya çalıştığı gibi “Başımıza gelen olayları kontrol etmemiz zor olabilir belki fakat olaylar karşısında vereceğimiz tepki ve izleyeceğimiz yol tamamen bize aittir.” Ve o gitmek istediği yolu çizmişti.

Bu anlattıkları üzerine, öncelikle okulunda öğrenmesine katkı sağlayabilecek yolların neler olduğunu düşünmeye başladık. Aklıma bana e-posta atarak ulaşan ve hikâyesini paylaşan dislektik bir takipçimin yaşadıkları geldi. Öğrencilik yıllarında kendisi de benzer sorunlar nedeniyle ilk yıllarında oldukça zorlanmış fakat sonrasında “ BEP ”e başvurarak, zorlandığı dersler için okulundan birçok ek yardım talep edebilmişti.

BEP” Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı demek. Konuyu en başından alırsak kısaca şöyle bir işleyiş süreci var: Diyelim ki  çocuğunuzun disleksi olduğuna dair şüpheleriniz var. O zaman “RAM”e yani Rehberlik Araştırma Merkezine başvurarak test yapılmasını sağlayabiliyorsunuz. Bunun sonucunda “RAM” sizi disleksi raporu verebilecek hastanelerin çocuk psikiyatrisi bölümüne sevk ediyor. Buradaki değerlendirmelerin sonucunda rapor yeniden “RAM”e gönderilerek, eğitsel rapor düzenleniyor. Disleksi raporu bulunan çocuklar için İlçe Özel Eğitim Üst Kurulu “RAM”in yönlendirmesiyle okulda “BEP” Bireyselleştirilmiş Eğitim Programının uygulanmasını sağlıyor. Bu uygulama okuldaki dislektik öğrenciye birçok yasal hak kazandırıyor ve okullar için bu uygulamayı yapmak zorunlu. (İnternetten Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri nin sayfasına girerek detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.)

Öğrencim de bu rapora sahip olduğu için ailesiyle konuşarak alınabilecek destek eğitimler için okuluna başvuru yaptık. Güzel Sanatlar Liselerinin yönetmelikleri daha farklı, bu yüzden neler yapılabileceğini toplantı yaparak belirlemeye çalışacaklarını ve mutlaka iyi bir eğitim desteği oluşturmaya çalışacaklarını bildirdiler. Bu çok güzel bir haberdi. Okulun olumlu bir tutum sergilemesi bile moralleri yükseltti. (Çünkü tam tersi tepkiler veren ve hatta okulda özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencileri istemediklerini belirten müdürler biliyorum!)

Bunlara  ek olarak biz de kendi derslerimizde nasıl bir yöntem bulabileceğimize baktık ve aklıma evde çalışırken faydalanabilmesi için, yaptığımız tüm dersleri kameraya çekme fikri geldi. Böylece evde kendi başına çalışırken hatırlayamadığı pozisyonları ve dikkat etmesi gereken noktaları kayıttan izleyerek yeniden hatırlayabilecekti. Bu uygulamayı belli bir süre denemeye karar verdik. Tahmin ettiğim gibi kısa zamanda olumlu sonuçlar görmeye başladık. Önünde doğrusunu tekrar edebileceği bir örnek olduğu için yanlışlarını azaltarak yol almaya başladı. Evet bu yöntem normal şekilde çalışmaya oranla çok daha fazla zaman alıyordu. Belki diğer öğrencilerin harcadığının 2-3 katı zaman harcaması demekti ama işe yarıyordu. Hatta ilerleyen zamanlarda kendi çalışmasını da kayda alarak ikisi arasında karşılaştırmalar yapmaya başladı. Bu yöntem onun için bir yol gösterici oldu. “Tüm bu ek çalışmaları sürdürmek yorucu geliyor mu?” diye bir soru yönelttiğimde bana örnek  alınması gereken bir cümle kurdu. “Hala öğrenmem gereken çok şey var ve ben bunlar için yorulmaya hazırım öğretmenim.”

Geleceğin neler getireceğini elbette bilemem fakat emin olduğum şey, onun büyük farklar yaratacak bir potansiyele sahip olduğu. Çünkü biliyorum ki uzun vadede kazananlar çoğunlukla azminden ve tutkusundan ödün vermeyenler arasından çıkıyor. Ünlü ressam Henri Matisse’in de dediği gibi  “ Yeteneğini korumak için ondan daha güçlü olmalısın. ” Belki disleksisi ya da okulda yaşadığı zorluklar olmasaydı, tutku duyduğu müziği hiç keşfedemeyecek ve hayallerine ulaşmak için çaba sarf etmenin ne denli önemli olduğunu anlayamayacaktı. Günümüzde çoğu ailenin çocuklarına sunduğu imkânlarla, gereğinden fazla refah içinde yaşayan ve bu yüzden başarılı olması beklenen çocukların ilk zorlukta pes etmesi bunun en büyük kanıtı olabilir.

Her çocuğun aynı yaklaşım ve yöntemle öğrenmediği, bunu keşfedebilmek için farklı yollar denenmesi gerektiği gerçeği; özellikle öğretmenlerin üzerine düşünmesi ve üzerine düşeni yapması gereken bir konu.

Biz şu an derslerimize büyük bir inançla devam ediyoruz. Onun sahip olduğu motivasyonun (tıpkı günümüzdeki bir çok başarılı dislektik gibi),  gelecekte aynı sorunları yaşayan ve pes etmek üzere olan birçok kişiye ilham olacağını düşünüyorum.

Şunu asla unutmamalıyız ki “Hayatta gidebileceğimiz en ileri nokta, hayallerimizin sınırlarıyla belirlenir.”

Sizin sınırlarınız nereye kadar?

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Müzik Eğitimi Beyninizi Değiştirebilir Mi?