Bir Müzik Öğretmeninin Disleksiden Öğrendikleri

Ben, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Fagot ve piyano bölümlerinden mezun bir müzisyenim. Çeşitli senfoni orkestralarında çalıyorum ve yaklaşık 9 yıldır her iki enstrümanın eğitmenliğini yapıyorum. En küçüğü dört yaşında olan, neredeyse her yaş grubundan çok sayıda öğrencim oldu fakat beni en çok etkileyen, müziği ve müziğin etkilerini tekrar incelememi sağlayan disleksik öğrencimle yaşadığımız süreçlerdi. Her çocuk keşfedilmesi gereken ayrı bir gezegendir ama disleksi tanısı konmuş bir çocuk, sürprizlerle dolu bir lunapark gibidir adeta.

Bahsedeceğim öğrencimle hikayemiz, müzikten ve enstrüman çalmaktan nefret ettiğini söylediği umutsuz bir zamanda başladı. Konservatuara girişte  “müzik kulağı” olup olmadığına dair uygulanan sınavı başarıyla geçmesine rağmen, ritimleri ve melodileri anlamakta güçlük çekiyor, enstrüman çalışmayı da tam bir eziyet ve sıkıcı bir zorunluluk olarak görüyordu. İletişim kurmaktaki güçlüğü sebebiyle de okulda da pek fazla arkadaşı yoktu. Ailesi daha telefonda bu durumlardan bahsettiğinde ders yapıp yapamayacağımı sorguladım ve gerçekten hiç cesaretim yoktu. Daha önce disleksik bir çocukla çalışma deneyimim olmamıştı çünkü. Yine de tanışmak için herkesin bir şansı hak ettiğini düşünerek kabul ettim. İlk karşılaşmamızda, onu enstrümanını çalarken dinleyeceğim zaman oldukça gergindi. Çevrenin bazen farkında olmadan yaptığı ayrımcılık sebebiyle hiçbir şeyi başarabileceğine inanmıyordu ve cesaretini kaybetmişti. Daha çalmaya başlamadan  “çok hata yapa bilirim çünkü çalamıyorum” cümlesi çıktı ağzından. Gerginliği ve umutsuzluğu yüzünden okunuyordu. Gülümsedim ve “dilediğin kadar hata yapabilirsin, ben de çok hata yaparak çalmayı öğrendim” dediğimde şaşkınlık ve ufak bir rahatlamayla ilk defa yüzüme baktı o gün. Durum çok kötüydü evet. Neredeyse hiçbir notayı doğru okuyamıyor, zamanında basamıyordu ve notlarını düzeltmeyi başaramazsa okuldan atılması garantiydi. Fakat her şey bir yana yüzüme baktığı o kısacık anda gözlerindeki ışığı fark ettim ve içimden “başarabiliriz belki de” dedim istemsizce. Zira doğru yöntemlerle yaklaşılan her çocuğun yeteneğini ortaya çıkarabildiğini biliyordum. Eğitmenlik yaptığım yıllar boyunca ve halen, öğrendiğim en önemli şey şuydu: Çocuklar  işlenmeye hazır bir kumaş gibidirler ve her birinin dokusu, birbirinden farklı ve eşsizdir.

Hızlandırılmış bir çalışma planıyla haftada dört gün ders yapmaya başladık. Tabii bu arada ben de hızla disleksinin ne olduğuna ve onunla nasıl doğru iletişim kurabileceğime dair araştırmalar yapmaya ve bilgiler edinmeye başladım.

Disleksinin dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir çeşit öğrenme bozukluğu olduğundan bahsediliyordu. Bu bozuklukların bireyin yapısıyla ilgili olduğu ve merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğuna bağlı olduğu varsayılıyor. Ayrıca kendini idare etme, sosyal algılama ve sosyal etkileşim sorunları da birlikte görülebiliyor. Bu tanım, sorunun yaşla birlikte düzelmediğini ve öğrenme bozuklukları ile öğrenme sorunlarının farklı olduğunu da vurguluyor. Öğrenme bozukluğu, genel kapsamlı bir terim; çünkü, birçok farklı sorunu içeriyor. Örneğin, okuma sorunları için disleksi (dyslexia), yazı sorunları için disgrafi (disgraphia), matematik sorunları için diskalkuli (dyscalculia) terimleri kullanılıyor ve öğrenme bozukluğu bu sorunların tümünü içeriyor. Bu açılardan bakıldığında böyle olumsuz özellikleri taşıyan bir çocuğun, enstrüman çalmak gibi karmaşık bir süreci becerebilmesi neredeyse imkansız gözüküyor. Üstelik, müziğin içinde matematiği de barındırdığını hesaba katarsak, kat etmesi gereken yolun ne kadar zorlu olabileceği sanırım herkesin gözünde canlanabilir. Fakat okuduğum araştırmalarda, müziğin özellikle disleksik bireylerde tedavi amaçlı olarak kullanılabildiği ve beyindeki sinirsel bağlantıları güçlendirerek durumu daha kontrol edilebilir hale getirebildiği de yazıyordu. Evet halen daha yeterli çalışma yoktu fakat sonuçlar umut verici görünüyordu.

İlk derse geldiği zaman, önce enstrümanıyla nasıl yakın bir ilişki kurabileceğini, onun içindeki her türlü duyguyu anlatırken kendinden bir parça olarak görebilmesi gerektiğini, çalarak anlatmaya başladım. Her insan bazı konularda öğrenme güçlüğü yaşayabilir, hiçbirimiz aynı değiliz fakat ne olursa olsun duygularımız benzerdir. Bazen birkaç nota tüylerimizi diken diken etmeye yeter. Öğrencime derslerde anlatmak istediğim de buydu. İlerleyen zamanlarda onu gözlemleyerek hangi alanlarda algılarının daha açık olduğunu incelemeye başladım. Dikkatimi çeken, her gelişinde çalışma odamın düzeninde, bazen benim bile farkında olmadığım ufacık değişiklikleri fark edebiliyordu. Görsel hafızası oldukça iyiydi ve hiçbir şeyi unutmuyordu.

Bu durumu derste nasıl kullanabileceğimi ve öğrenmesini kolaylaştırabilecek olası farklı teknikleri düşünmeye başladım. Enstrüman dersleriyle birlikte nota okuma egzersizleri de yapmaya başladık. Her notayı renkli kartonlara çizerek ve hikayeler ekleyerek oyunlu bir çalışma hazırladım. Bu şekilde hem ilgisini daha iyi toplayabiliyor hem de notaları hafızasına daha kolay kaydedebiliyordu. Kısa bir zaman içinde notaları ve enstrümandaki karşılıklarını rahatça bulabilir hale geldi. Artık enstrüman çalışmak sıkıcı bir zorunluluk değil zevkli bir aktivite olarak geliyordu ikimize de. Disleksik çocuklar genellikle içe kapanıktır ve sizinle sohbet etmekte güçlük çekerler. Biz de bu durumu yaşıyorduk elbette fakat ben onunla konuşmaktan ve sorular sormaktan vazgeçmedim. Bu çok sabır isteyen bir durumdu elbette. Derslere başladıktan iki hafta sonra artık ailenin zorlaması olmadan kendi başına enstrümanını çalışmaya başlamıştı. Bu gelişme, doğru yolda olduğumuzun en güzel işaretlerinden sadece ilkiydi.

Disleksiklerle çalışırken meseleyi sadece sözel olarak anlatmanız, meseleyi anlamalarına yetmeyebiliyor. Öte yandan diğer duyuları da kullanmak çok daha verimli sonuçlar verebiliyor. Mesela; ben çalarken ellerini ellerimin üzerine koyup gözlerini kapatarak notaları ve müziği hayal etmesini istedim. Bunu yaptığında yüzünde oluşan gülümseme ve hayal gücünü kullanabilmesinin verdiği mutluluk yüzünden rahatça okunabiliyordu. Sonra şunu fark ettim ki hepimizin farklı zevkleri, farklı bir beyni ve öğrenme şekli var. Aynı eğitim şekli nasıl her çocuğa etki edebilir ki? Üstelik konu sanatsa, bu durum çok daha fazla geçerli olmalıydı.

Zaman geçtikçe enstrümanına ve müziğe olan ilgisi fark edilir oranda artmaya başladı. İlk derslerde yorulduğunu söyleyip bırakmak isterken artık dersin bittiğini bile fark edemeyecek kadar kendini kaptırıyordu. Evde çalışırken kendi başına bulduğu çizgi film müziklerini derse geldiğinde hevesle çalıp göstermek istiyordu artık. Başlardaki çekingen ve sessiz tavırları zaman geçtikçe yerini merakla sorulan sorulara ve kahkahayla geçen derslere bıraktı. Hiç beklemediğim bir anda çalıştığımız melodi hakkında aklına gelen hikayeleri anlatmaya başlıyor ve beni hayretler içinde bırakıyordu. Her geçen hafta öğrenme hızının fark edilir oranda artması ise inanılmazdı. Konsantrasyon yoğunluğu artmıştı, artık eskiden olduğu gibi bir anda dikkati dağılmıyor ve zorlanmıyordu. Fakat benim için en şok edici durum, teknik açıdan zor pasajlarda disleksi olmayan öğrencilerden çok daha hızlı kavrayabilmesi ve hatasız yapabilmesiydi! Bu kadar fazla öğrenme güçlüğünü barındıran bir beyin, zorlayıcı teknik konularda nasıl bu kadar iyi olabilirdi?

Haftalar, aylar geçti ve sınav haftası geldi çattı. Artık eskiye göre çok daha kendine güvenli bir duruşu vardı. Çünkü kendine inanmaya başlamış, yapabildiğini fark etmişti. Diğer derslerindeki konsantrasyonu ve ilgisi de arttığı için notları giderek yükselmeye başladı. Artık arkadaşları da daha fazlaydı. Farklı olmanın güzel yanları olabileceğini ve bu şekilde de başarılı ve mutlu olabileceğini anlamaya başlamıştı. Ailesiyle bir araya gelip yaptığımız konuşmalarda evdeki tavırlarının da hızla değişmeye başladığının, eskisi gibi kendini herkesten soyutlayıp odaya kapatmadığını ve en önemlisi daha çok gülümsediğini anlatıyorlardı. Sene sonu finalleri geldiğinde bütün bir yılın emeği ve karşılığını hep birlikte aldık. Kendi kategorisinde okuldaki en başarılı altı öğrenciden biri olmuştu..

Buna benzer olayların sadece film senaryolarında olduğunu sanırdım ama gerçekten insanın başına gelmesi bambaşka oluyormuş. Bir insanın özellikle de bir çocuğun, sadece onu desteklediğiniz ve anlamaya çalıştığınız için size güvenmesi, dünyayı yerinden oynatabilecek bir motivasyona yol açıyor.

Her konuyu tamamen hallettik mi? Tabiî ki hayır. Daha çok yolumuz ve bizi bekleyen ilham verici günlerimiz var. Bazen tek bir çocuğun hayatına dokunabilmek tüm geleceği şekillendirebilir. Kimbilir, belki o da ileride kendiyle aynı sorunları yaşayan çocuklar için ilham kaynağı olur ve bildiklerini daha nicelerine aktararak nice cevherlerin ortaya çıkmasına vesile olabilir.

İnsanları farklılıklarıyla kabul etmeyi ve sevmeyi öğrenerek sizin de hayatınızda yeni yolların açılmasını dilerim…

Yazan: Asena Güvel