Dünyanın en günahsız adamları

Türkiye’de şu günlerde ‘akla zarar’ her şeyi bir arada görme imkanınız var.

Dün Silivri’de olanlardan hiç bahsetmeyeceğim; bir şike davasını neredeyse siyasi bir davaya dönüştürme hamaseti gerçekten çok başarılıydı. Zaten böyle bir hamaseti akılla izah etmenin imkanı yok. Ama akılla, hem de bilimle donanmış bir akılla konuşması, yazması gerekenleri bile şu günlerde anlamanın imkânı yok galiba. Örneğin İhsan Dağı, çok değerli bir siyaset bilimcidir. Son MİT operasyonun da, biliyorsunuz, bu gelişmenin, yalnız yerel dinamiklerle sınırlı olmadığı da söylendi. Açıkça ben de, şu sıralar, Türkiye’de olan bitenlerin, yalnız ülke sınırlarında olup bitmediğini düşüyorum.

İhsan Dağı bu varsayıma karşı çıkıyor ve bu akıl yürütmeyi özetle şöyle çürütüyor: ‘Ne yani bu operasyonun arkasında İsrail’in olduğu söyleniyor; o zaman Savcı İsrail’in adamı mı; saçmalamayalım.’  Tabii ki ne savcı ne de bu operasyonu yürüten yetkililer kimsenin adamı değil; olamaz da… Ama hocam, bir sosyal bilimci de bir varsayımı böyle çürütmez ki; insaf yani. Sosyal, siyasal gelişmeleri mafyavari ilişkiler ağıyla, bilmiyorum ne zamandan beri açıklıyor olduk. Günlük politika, daha geniş olarak söylersek, reel politik alan birebir ilişkiler ağıyla değil, uzun erimde örülen ideolojiler ve bu ideolojilerin oluşturduğu politik pozisyonlarla belirlenir. Burada ‘birilerinin adamları’ değil, sınıfsal çıkar ilişkileri, bunların ürettiği güç ağları, bu ilişkilerin ve ağların dayandığı devletler ve devletlerin geliştirdiği ekonomik, diplomatik, politik ilişkiler ve reel alanlar vardır. İşte siz farkında olmadan bu ağların -reel alanların- birinin içinde bulursunuz kendinizi. Yani birilerinin adamı olmanız gerekmez; dünyanın en dürüst, en değerli, en günahsız adamı olabilirsiniz; ama sonuç değişmez. Tarihsel olarak hiç istemediğiniz bir pozisyon almışsınızdır. Hocam, ben iktisatçıyım siyaset bilimi konusunda fazla ileri gitmeyeyim; ama bu mesele, ne yazık ki, böyle…

Şimdi gelelim aslında bütün bu kaotik durumu bize iktisadi açıdan anlatan önemli bir ayrıntıya…

TÜSİAD’ın önde gelen isimleri, 2012 için Türkiye’nin büyümesini, neredeyse IMF’ye paralel, yüzde 2-4 arasında olabileceğini söylüyorlar. Öte yandan, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) en çok ihracat yapan ilk 1000 firma bazında yaptırttığı ankette, ihracatçı, Türkiye’nin 2012 büyümesini yüzde 7.2 olarak tahmin ediyor.

Aşağıdaki tabloda ihracatçının kur, faiz, enflasyon tahminlerini de görüyorsunuz. Bunlar birbiriyle ve piyasanın genel beklentileriyle tutarlı tahminler. Peki, ihracatçı, nasıl oluyor da, büyümede IMF, TÜSİAD, S&P falan takmadan ‘şaşırtıcı’ bir büyüme tahmini yapıyor. Neye güveniyor, nereye dayanıyor?

İkinci savaş sonrası tekelci devlet kapitalizmi, hem yıkılan Avrupa’yı yeniden inşa etti; hem de Amerika’nın ekonomik ve siyasi egemenliğini anlatan ve bizi bugünkü krize götüren sistemi ortaya çıkardı. Bu sistem, aslında Naziler’in zenginlik anlayışının kaynağı olan devlete, demir-çelik sanayilerine ve savaşa dayanıyordu. Şimdi bu ekonomi krizle birlikte geriye çekiliyor.

Zenginliğin yeni kaynağı, ne petrol ne şişirilmiş finans ne de savaş sanayine dayalı demir-çelik endüstrisi. Zenginliğin yeni kaynağı bilgi ağları, iletişim, nano teknoloji ve ötesi. Ama bu zenginlik, eskisi gibi, devletlere ve onların koruyup kolladığı tekellere dayanmayacak. Serbest piyasanın daha fazla ‘egemen’ olduğu bir kapitalizm olacak bu kriz sonrası karşımızda.

Bu gelişme, özellikle Türkiye için çok önemli; çünkü Türkiye’deki hâkim sermaye yapısının ilk önce kabuk değiştirmesi sonra da tümüyle yenilenmesi bize bütün bu değişimin temelini anlatıyor.

‘Bizden fazla kimse büyüyemez’

Çok yakında, başta Türkiye olmak üzere, Doğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya doğrudan yatırımlar önemli ölçüde artacak. Hatta bütün bu coğrafyaya Türkiye üzerinden sermaye akışı sağlanacak.

Türkiye sermayesi el değiştirecek; küreselleşecek. Bu,  siyasi-sosyal bir değişimi arkasından sürüklüyor. Yani bu süreç geriye dönmeyecek. Çünkü bu değişimi omuzlayacak olan yeni sanayi sınıfı artık ortaya çıktı. Bu sınıf, Türkiye büyüyecek diyor.  Diğerleri ise hayır; Türkiye -daha önce olduğu gibi- bizden daha az büyüyecek önemli olan bizim büyümemiz diyor; bütün kavga da bundan kopuyor.