Ege denilince insanın aklına güzel mavi bir deniz, sıcak insanlar, bol muhabbet ve güzel yemekler geliyor. Keyfine düşkün bir yerdir Ege, yaşamayı sever. Bu canlı ve neşeli bölgenin tablolarından, resimlerinden bahsetmek gerekiyor. Ege sonsuz hikayeyi ve tarihi bulundurur. Ege tablolarında bu sonsuz hikayelerin bir kaçını görebilmekteyiz.
Birçok ili ve her ilinde kendine ait hikayesi bulunmaktadır. Ege tablolarına konu olan hikayeleri kuzeyden güneye doğru takip edersek ilk hikayemizi şu şekilde anlatabiliriz.
Ege tablolarından ilki Truva( Troya ) milattan önce 3000′ li yıllarda günümüz Çanakkale ili sınırlarında kurulmuş bir liman kentiydi. Çanakkale boğazının sağladığı üstünlüğü kullanarak Karadeniz’e geçen ticaret gemilerinin sayesinde gelişmiş ve zenginleşmiş bir kentti. Tarihte ticaret için önemli bir liman olmuştur. Truva’nın bu kadar bilinmesinde ve popüler olmasında en önemli unsur hiç şüphesiz Truva Atı Efsanesidir.
Ege Tablolarında da gördüğümüz Truva Atının efsanesini inceleyecek olursak şu şekildedir ;
Efsane öncelikle kötü bir rüya ve doğan bir çocukla başlıyor. Troya Kralı Priamon’un eşi Hakebe bir gece uykusundan kötü bir rüya ile uyanır. Rüyasında karnından çıkan ateşler görür ve bu ateşlerin bütün Troya’yı sardığını, yakıp kül ettiğini görür. Hakebe rüyasını kocasına ve bir kahine anlatır. Kahin, Hakebe’ nin hamile olduğunu ve doğacak olan çocuğun da Troya kentinin sonu olduğunu söyler. Kenti kurtarmanın tek yolu çocuk doğar doğmaz öldürülmesidir. Kral bu görev için bir askeri seçer. Çocuk doğduğunda asker çocuğu öldürmek için alır fakat öldürmeye kıyamaz. Çocuğu Kazdağı’na götürür ve orda bırakır. Bir çoban tarafından büyütülen çocuğun adı Paris’tir.
Efsane Tanrıların kavgasıyla devam eder. Paris her şeyden bir haber hayatına devam ederken Olimpos Dağında tanrılar arasında bir kargaşa çıkmıştır. Kral Peleus ve Deniz Perisi Thetis’ in düğünü bütün tanrılar çağrılmış fakat nifak tanrıçası Eris çağrılmamıştır. Buna çok sinirlenen Eris intikam almak için bir altın elmanın üzerine ” en güzel tanrıçaya ” yazar ve ziyafet masasına bırakır. Bütün tanrıçalar elmanın kendisine geldiğini düşünür ve tartışmaya başlarlar. Tartışma en son Hera, Palas, Athena ve Afrodit arasında devam eder. Tartışma Zeus’a kadar gider ve Zeus hediyenin kimin olduğuna karar vermesi için Kazdağlarında ( İda ) yaşayan Prens Paris’i seçer.
Tanrıçalar Paris’in yanına gitmeden önce konudan haberdar olması için elma ile beraber Hermes’i gönderir. Paris en güzel gördüğü tanrıçaya elmayı verecektir. Paris tanrıçalar arasında bir seçim yapamaz ve tanrıçalar onu kandırmaya çalışır. Kimisi en güçlü kral yapmayı kimisi en zeki kral yapmayı kimisi en zengin kral yapmayı teklif eder. Afrodit Paris’e aşk ve şehveti, dünyanın en güzel kadınını teklif eder. Her zaman aşk arayışında olan Paris’e Afrodit’in teklifi cazip gelir ve elmayı ona verir. Bu kararın sonucunda Paris aşkı ve diğer tanrıçaların nefretini kazanmıştır.
Afrodit sözünü tutar ve dünyanın en güzel kadını olan Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helen ile Paris’in arasını yapar. Sparta Kralı Girit’e gittiği zaman Paris Helen’i Troya’ya kaçırır. Bunun üzerine Sparta Kralı duruma çok sinirlenir ve bütün Yunan Krallarını toplayarak savaş açar. Kuşatmanın başlamasıyla birlikte Akhalılara ( Eski Yunan halkları için kullanılan bir isim ” Akalar ” ) düşman olan Anadolu halkları da Troyalıları bu savaşta yalnız bırakmadılar.
Savaş taarruz ve geri çekilmelerle 9 yıl kadar sürdü. Savaş genellikle ovada surlardan uzakta yapıldığı için Troya surları hiç zarar görmemişti. Artık Akhalılar için tek çare Troyalıları zekice bir plan yaparak saf dışı bırakmak ya da köşeye sıkıştırarak imha etmekti. Akhalıların en kurnaz komutanı olan Odysseus da, bu savaşı hile yaparak ve zekice bir plan yaparak kazanılacağını biliyordu. Tam bu sırada Odysseus’un da aklına böyle bir plan gelmişti ve komutanlara bu planı anlattı. Tahta bir at yapılacak ve atın içine en cesur askerler yerleştirilecekti. Geride sadece bir asker bırakılacak ve o asker öyle zekice bir hikaye uyduracaktı ki Troyalılar kazandıklarını düşünerek zafer naralarıyla şenlikler düzenleyecek ve sarhoş olana kadar içeceklerdi.
En sonunda dev boyutlarda, kocaman bir tahta at yapıldı ve içine Akhalı askerler yerleştirildi. Diğer bütün Akhalı askerler mevzilerinden çekilmiş ve geride planın en önemli parçası olan Sinon’u bırakmışlardı. Troyalılar sabah uyandıklarında Akhalıların gittiğini, şehrin önünde kocaman tahta bir at ve kaçak bir asker gördüler. Kaçak askeri sorguladıklarında öğrendiler ki şehrin ön kapısındaki tahta at Tanrı Athena için kutsal sunak olarak yapılmıştı, Troyalılar kentin içine alamasınlar diye büyük yapılan at böylece Troyalılar tarafından yakılacak ve Tanrı Athena Troya kentine lanet yağdıracaktı. Ama Troyalılar atı içeri alarak korurlarsa Tanrı Athena’nın lütfuna ve hediyelerine boğulacaklardı.
Troyalılar mutlak zafer kazandıklarını düşünerek şölenler düzenlediler ve sarhoş oldular. Gecenin ilerleyen saatlerinde atın içinden çıkan Odysseus ve arkadaşları nöbetçileri öldürerek kapıları a Akhalı savaşçılara sonuna kadar açmıştı ve Troya kentinde katliam başlamıştı. Çıkan yangınlardan dolayı dışarı çıkan Troyalılar kılıçtan geçiriliyor ve rüyada ki gibi Troya kenti yanıyordu. Katliam bittikten sonra geriye küle dönmüş bir şehir ve savaşçıların cesetleriyle dolu sokaklar kalmıştı.
Ege tablolarına konu olan bu efsane, bu güzel kentin sonunun nasıl geldiğini ve savaşta yapılan zekice bir hamleyi göstermektedir. Her ne kadar efsane olsa da tarih boyunca bir çok insan tarafından bilinmiş olan bu konu Posterevim’de ege tablolarında Truva Atı posteri olarak kullanılmıştır. Tabi ki ege tabloları sadece bu kadar değildir hikayeler kuzeyden güneye doğru devam etmektedir.