“Nereye gidiyor bu gençlik?” Bizim zamanımızda böyle miydi? “Biz böyle davranmazdık. Şimdiki gençlerin elinde telefon dünya mı yanmış? Yansın.”Günümüz yetişkinlerinden sıkça duyduğumuz bir serzeniş bu. Haklılık payı tartışılır. Tartışılmalı da. Ben gençlerden yana umutluyum. Umutlu olmak istiyorum. Bir hekimin hastasına doğru teşhis ve tedavi uygulaması gibi gençleri doğru anlayıp, ona göre bir eğitim sistemi oluşturmalıyız. En nihayetinde her neslin genci aynı sürüm olmuyor. Güncelleme yapmak gerekiyor sisteme. Özellikle de kendimize. Doğru teşhis hayat kurtarır.
Eğitime dair herkes, -herkes diyorum- çünkü eğitim her meslekten her yaştan insanın üzerine konuşabildiği yorum yapabildiği hatta çoğu zaman bir çözümü olmadığı halde sadece sistemi, öğretmenleri eleştirebilen insanların hedefindedir. Eğitime dair süslü cümleler kuruyoruz. Az çözüm çok problem öne sürüyoruz. Eleştirecek isek bir diğer sekmede mutlaka alternatifi de olmalı. Şu eğitim zor mesele vesselam.
Tekno çağ insanlarıyız, çok hızlı akıyor zaman, yetişemiyoruz, telaşlıyız. Her şeye istediğimiz an, istediğimiz yerde anında ulaşmanın rahatlığına rağmen telaşlıyız. Peki nasıl yetişeceğiz tekno çağa? Tekno çağda öğrenmeyi nasıl sağlayacağız? Bu telaşlar üniversitelerde derslerde seminerlerde, atölyeler vb oluşumlarda hep konu ediliyordu. Şimdilerde ise aman teknoloji , eğitimde teknoloji ah vah derken seçme lüksümüz dahi olmadan evlerimize konuk etmiş durumdayız , eğitimi de eğitimin ayrılmaz ikilisi öğretmen ve öğrenciyi de.
“Eski normalde” hep zikrettiğimiz “öğrencinin yeri okuldur.”, “okul olmadan eğitim olmaz, engellenir.” “eğitim tam gün olmalıdır.” gibi söylemlerimiz “yeni normalimizde” etkisiz oldu. En iyi okul, öğrencisinin mutlu olarak ayrıldığı okul diyorduk. Öğretmeni görünce mutlu olan öğrencilerin olduğu okullar diyorduk. Evrensel bir salgın ile mücadele ederken öyle teknik engeller yaşandı ki kamerası olmadan ders anlatmayı tattı öğretmenlerimiz. Ses sıkıntısı yaşadığında ekranına yazarak anlattı halini. Eğitim, kamerasına erişmek istiyordu öğretmenimizin, o onayladığında görünecekti öğrenmenin yolu. Öğretmenin kamerası mı bozuk, öyle güzel kurulan bir bağ idi bu sadece öğretmenin sesini duyabiliyordu öğrenciler ama ona rağmen dersten yine mutlu ayrılıyorlardı. Hayat eve sığar desek de biz birbirimizi hep özlüyorduk. Nöbetlerde sarılmayı, gezilerde koşturmayı, salon programlarında defalarca provalar yapmayı… Onlar yoksa akşam çayını alıp bir linkte buluşup hasbihal etmek de öğretmenliğin şiarındandı. Öğretmenimiz de onu yapıyordu.
Gülüşlerimizi ve diyeceklerimizi evlerimizden gönderdik öğrencilerimize. Anne babalara devrettik zil çaldığında ‘haydi ders vakti’ diye derse davet etmeyi. Kabul edelim çağ seçme gibi bir şansımız yok bu çağda isek ondan en az zararla çıkmalıyız.
Öğrenme süreçlerinin hızla değiştiği düzende temelini sağlam kurmamız gereken bir diğer nokta da başarı kavramı. Bunca değişime rağmen hiç değişmediğini söylesek yanılmış olmayız herhalde. Eğitim yapılan her çatı altında başarı kavramı sayısal veriler ile değerlendiriliyor. Denemede tüm şıkları doğru işaretlemişsin. Başarılısın (!) Dönüm noktasının başarı kavramının rotasını sınavlardan öz değerlere çevrilmesiyle olacağını düşünenlerdenim. Başarılı olunca ne oluyor? Öğrenci sınavdan yüksek alıyor; idareci memnun, veli memnun. İşte eğitim tam bu noktada kısa devre yapıyor.
Öğrencilerimizi iyi yetiştirdiğimizde bu dünyaya kıymetli hazineler bırakmış olacağız. Öğretmen olarak yapabileceğimiz en kıymetli şey bu olacaktır. Bize bu dünyaya bırakabilecek merhamet timsali, feraset sahibi, güzel ahlaklı nesiller gerek. Eğitim bir nevi cevher arama işi, her öğrencideki cevheri keşfetmek de biz öğretmenlerin vazifesi. Çünkü öğrencilerin her biri farklı farklı yeteneklere sahip. Öğrencinin iyi olduğu alanda keşfedilip yönlendirilmesi uzun vadeli bir başarıya ortam hazırlar. Merakı kışkırtmak, soru sorabilen, bilgiyi olduğu gibi kabul etmeyen nesiller…
Diyorum ya biz sonuç odaklı bir sistemin içerisindeyiz. Öğrenci kaç aldı, hangi liseye üniversiteye girdi? Deneme sınavında en çok doğruyu kim işaretledi. Sınıfta en yüksek notu kim aldı vb. çabalamalar bizleri bir adım öteye götürmüyor aksine yavaşlatıyor. Bizler bilgi aktarımı yapan makineler değil onlara öğrenme yoldaşı olmalıyız. Birlikte öğrenmeli, keyif almalı bazen birlikte hata yapabilmeliyiz. Öğrencimizi bilgi edinim aşamasında bir başına bırakmamak. Öğrencimizle aynı safta durmalıyız.
Öğrenmede bir diğer seçenek de akranından öğrenme. Öğretmen buna da muhakkak ortam hazırlamalıdır. Kurulan bu aktif bir öğrenme ortamı sadece bilgi kazanımını değil birçok öz değer kazanımını da özümsetebilecektir.
Başka neler yapılabilir derseniz bilginin rotasının hayata döndüğü bir öğrenme ortamı kurmalıyız. Neyi neden öğrendiğimizi öğretmeliyiz. Öğrenince nerede işimize yarayacak, öğretmeliyiz. Bir fen dersinde uzaya yolculukta yanımıza hayretimizi ve kainatın hikmetine erişebileceğimiz idrakimizi almalıyız. Kalbin yapısını gördükten sonra kusursuz yaratanı görmeliyiz, öyle ki kalbi kırmaktan dahi imtina etmeliyiz öğrencilerimizle birlikte. Akciğerlerimizle tanıştıktan sonra nefesimizin şükrünü etmeli, bitkilere ne kadar nazik davranmamız gerektiğini hatırlamalıyız hep birlikte. Alemden Adem’ e bir yolculuk olmalı her dersimiz. Hayretler içinde olmalıyız ki öğrencilerimiz şevkle gözlerimize baksınlar. Öğrenciler bilginin işe yaramasını istiyorlar. En çok da bilginin hayatta şekil almış halini görmek… Milli teknolojiden bahsetmeliyiz mesela. Biz bundan önce yapıyorduk, sizlerle daha da güzelini yaparız mesajını vermeliyiz. Bir öğrenci kendisine inanan bir öğretmenden gayrı ne isteyebilirdi… Onlara rehberlik etmeliyiz. Yön gösteren, ne yapacağını söylemekten öte, onu yapabilecek motivasyonu sağlayan bir rehberlik. Öğrencisinin heves ve tutkularını paylaşan, onların dilinden anlayan bir rehberlik. Yoluna yoldaş olan rehberlik.
Einstein “Yeryüzündeki şartların düzelmesi sadece bilimsel buluşlardan çok ahlaklı bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.”diyor. Bilimin değerlerden önce ilerlediği bir toplum olmamalı. Okullarımız da değerlerin aktarılmaktan öteye geçtiği okullar olmalı. Değerler öğretilmemeli, yaşanmalı, temsil edilmeli. Değerler eğitimi denilince aklımıza “Dinciler (!)” gelmemeli sadece. Fen öğretmeni de Türkçe öğretmeni de değerlerimizi heybesinde tutan ve öğrencilerine bu anlamda rehberlik etmede elini taşın altına koyabilenlerden olmalıdır. Ancak bu şekilde değerleri özümseyen çocuklarımız olur. Başarı tasavvurumuzu değiştirmeliyiz ki vatanımızı gönül rahatlığıyla bırakabileceğimiz öğrencilerimiz olsun.
Dikkat! Linki açmadan kamera erişimine izin vermeniz gerekmektedir…