En Son Ne Zaman Mektup Aldınız?

Seslendiren: Volkan Kutluer

Sayısal veri aslında “yok”tur!

Artık neredeyse tüm iletişimimiz elektronik ortamlara emanet hale gelmeye başladı. Aşklarımızı anlık mesajlaşma programlarında yaşıyor, hal hatır sorma işini sosyal ağlarda hallediyoruz. Kısacık metinlere yerleştirdiğimiz bir kaç duygu simgesi (emoticon) ve bölük pörçük, alel acele yazılmış mesajlarla “iletişim” kuruyoruz. Çoğu zaman maksat hasıl oluyor. Buluşacağımız yerlere karar verip neler düşündüğümüzü karşımızdaki insana aktarıyoruz. Fakat bu metinler, o duygu simgeleri, o duygu yüklü anların söze dökülmüş ürünleri dijital alemde kaybolup gidiyor. Geriye hemen hiç bir iz bırakmadan hem de…

Sadece yazılanlar değil, görsel olarak kaydedilenler de; yani fotoğraflar da bu garip tempodan nasibini alıyor. Dikkat edin, her birimizin elinde en son teknoloji dijital fotoğraf makinaları var. Her fırsatta gördüklerimizi fotoğraflamaya bayılıyoruz. Çektiğimiz her fotoğrafı en az iki-üç koya çekmek de alışkanlık oldu neredeyse. Bir tane ile de yetinemiyoruz. Ne de olsa dijital fotoğraf, değil mi? Masrafı yok ki, çekelim gitsin, garanti olsun, kazara gözü kapalı ya da ağzı açık kimse kalmasın karelerde. Fakat gelin görün ki o fotoğraflar artık hep taşınabilir cihazlarımızda; yahut en şanslı olanları bilgisayarlarımızın sabit sürücülerinde. Evlerimizde gerçek basılı fotoğraflardan oluşan albümler artık neredeyse yok. Yıllar boyunca yaşadığımız binlerce anının görsel kanıtlarını artık cebimizdeki minicik cihazlarda taşıyabilirken, ne gerek var o hantal ve kocaman albümlerde biriktirmeye? Hem kağıttan da tasarruf ediyoruz, değil mi?

Değil.

Dijital fotoğraflar, yazılar, dökümanlar aslında “yok”tur. Bunlar bilgisayar ortamındaki dijital kodlardan ibarettirler. Kuvvetli bir manyetik alan, farklı formatlarla çalışan görüntüleyiciler, yahut bir gün olası bir dijital felaket sonucunda elinizde hiç bir şey kalmaz. Ve dijital felaketler sanıldığından çok daha sık olur. Kaç kez “sabit sürücünüz bir anda bozuluverdi”; kaç kez “özenle arşivlediğiniz fotoğraf veya dökümanlarınızı nedensiz yere kaybettiniz”? Her bri bambaşka anıların ürünleri olan, farklı yerleri, farklı duyguları, farklı renkleri yansıtan o “kanıtlar” artık tek tip dijital kodlar halinde cihazların içinde saklanıyorlar. Biz de onların “var olduğunu”, “elimizde olduklarını” ve “istediğimiz zaman ulaşabileceğimizi” düşünüyor ve bunu yeterli görüyoruz. Sözgelimi bir 20 yıl sonra, o paha biçilmez anılarınıza ne olacak hiç düşündünüz mü? Fakat aynı fotoğraftan 30 tane çekmeye, aklınıza her gelen yerde özensiz ve otomatik bir şekilde deklanşör düğmelerine basmaya devam ettikçe, anılar daha bir değersizleşecek, onları basılı ve gerçek belgelere dönüştürme istediğiniz gittikçe daha çok azalacak…

Mektup “gerçek”tir

Eğer 20’li yaşarda veya daha genç iseniz, şimdiye kadar gerçek bir mektup yazmamış ve almamış olma ihtimaliniz -maalesef- oldukça yüksek. Belki okulda görev olarak yapılan bir iki zoraki uygulama dışında, günümüz gençleri duygularını el yazılarıyla uzun uzadıya kağıtlara yazıp, özenle zarflara yerleştirip, postaya vererek günler boyunca bekledikten sonra yine aynı şekilde yazılmış bir cevap alma tecrübesini pek yaşayamaz oldular. Bu deneyimi yaşamış olan gençlere artık çok nadir rastlayabiliyoruz. Peki bu deneyimler artık gittikçe azalırken, acaba bir şeyleri de beraberinde kaybediyor olabilir miyiz?

Mektup aracılığıyla yazışmak ve iletişim kurmak çok özel bir yöntemdir. Bir kaç madde halinde, özellikle konuya yabancı olanlar için mektup yazmanın ve mektuplaşmanın bazı özelliklerini sıralamaya çalışayım:

Listeyi siz çok daha fazla uzatabilirsiniz. Sözün özü: Mektuplaşma alışkanlığının kaybedilmesi beraberinde çok fazla insani kaliteyi de götürüyor olabilir. Elbette bunlara katılmıyor da olabilirsiniz. Fakat denemeden karar vermemenizi öneririm. İlk başta, eğer hiç denemediyseniz, mektuplaşmak biraz garip görünebilir. Ama bir kez tadını aldığınızda, bu kadim iletişim yöntemi hakkındaki fikirlerinizin kökten değişeceğine eminim.

Bence denemeye değer!