Eşinle Gel; Birbirinizi Oyalarsanız!

İliklerimize kadar işlemiş klişeler var günlük yaşantımızda. Farkında bile değiliz ki sorgulayalım.

Bir davetiye alıyorsunuz; düğün, açılış, party, her neyse. Üzerinde ‘sayın falanca falanca ve eşi.’ Davet eden sizin evli olmadığınızı biliyorsa (ve bu durumda sizi hala davet ediyorsa) bu durumda zarfta sadece sizin isminiz yazıyor.

Herneye davet ediliyorsanız ve beni yalnız değil, eşimle çağırıyorsanız; bunun tercümesi şunlar olabilir mi?:

Şimdi benim diyeceklerim var:

Ya benim eşim, sadece yalnız kalmayayim diye, bana eşlik etmek için geliyorsa ve orada keyif almayacaksa… Hem sana, hem ona, hem bana eziyet.

Beni neden eşimle gelmek zorunda bırakıyorsun, ya benim o ortamda en çok keyif alacağım kişi eşim değil de başka bir kişiyse; bir arkadaşım; kız kardeşim veya hatta annemse. Neden karışıyorsun benim seçimime.

Neden herkesin davetiyesi ayrı değil? Eşler de ayrı ayrı çağrılsın. Ben oraya ben olduğum için çağrılıyorsam bu o zaman bana bir anlam ifade ediyor. Eşim ise sadece benim eşim olduğu için çağrılıyorsa nerde onun kendi kişiliği.

Nereye, neye davet ediyorsan ya beni yalnız davet et; yok illa yalnız gelme diyorsan da seçimi bana bırak. Yanımda getireceğim kişi sayına limit koyabilirsin. Hatta tarz da bile belirleyici olabilirsin; olay senin olayın.

Bakalım üzerinde şöyle yazan bir davetiye görmek mümkün olacak mı? (Bu bir party ise);

“Sevgili Tunç.. Seni ve yanında hayattan keyif almasını en az senin kadar becerebilen bir (en fazla iki) kişiyle birlikte bekliyorum.”

Evlilik töreni ise bu;

“Seni ve yanında sevdiğin bir kişiyi düğünüme bekliyorum. Yanındaki kişi müstakbel eşimi ve beni sevsin; olayımıza en az senin kadar renk katacak biri olsun. Seçimine güveniyorum!”

Başka bir örnek de restaurant’larda. Siparişimizi alan garsonla geçen dialoglarda:

Benim sevgili garson kardeşimin yok mudur bir tercihi o mönü de? Robot değil ki; insan. Tabii ki var ve ben onları öğrenmek istediğim için soruyorum.

Çok mu zor bu?

Daha ilginç olanı (bazı pahalı restaurant’larda rastladığımız) siparişinizi getirdikten 5 dakika sonra, bu sefer şef garson veya ahçı da olabilir;

“Yok değil” deme şansınızın çok olmadığı bir sorudur bu; memnuniyetsiz gözükmek, şikayetçi olmak için değil, eğlenmek için ordasınız. (üstelik hesap da ödemediniz daha!)

Oysa bana getirdiği siparişlerin içinde “en çok neyi sevdiniz” diye sorsa veya “zeytini nasıl buldunuz? bunu özel olarak Ayvalık’tan getirdik”.. Çok daha sıcak, samimi ve inandırıcı değil mi? Üstelik şimdi benden işine yarayacak bir cevap da alacak.

Starbucks ‘ın kahve “içmek” yerine kahve “yudumlama”yı kullanması buna bir örnek. Bu ufak fark bile müşteri algısında önemli farklar yaratıyor. Eğer rakiplerinizle aynı kelimeleri kullanıyorsanız bir süre sonra aynı şekilde davranmaya da başlamanız kaçınılmaz olabilir.

Farkında olmadan kullandığımız; sorgulama ihtiyacı nerdeyse hiç hissetmediğimiz o günlük klişeler bizi kalıplarla düşünmeye de sevkediyor. Herşeye olduğu gibi onlara da “ neden ” sorusu sormak bize “farklı açılardan yaklaşmak” adına kazandıracak birşeyler.

Ufak şeylerden mutlu olmasını beceren kişiler için de esasında harika oyuncaklar değil mi bunlar?

Neyse; önümüzdeki maça bakacaz !