#EvHayatDolu

Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm da O’nun pak Rasûlüne olsun.

Konuya acı bir gerçekle başlayacak olursak…
“Covid19 testim pozitif çıkmıştır. Dualarınıza talibim.” dememek için lütfen evlerimizde kalalım. “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara Sûresi 195) buyuran Rabbimize itaat edelim. O öyle bir Rab ki, her emrinde ve her yasağında bizim iyiliğimizi gözetiyor.

“Benim bağışıklık sistemim kuvvetli. Bana bir şey olmaz.” şeklinde bir düşünceyi aklımızın ucundan bile geçirmeyelim. Zira bağışıklık ölçülebilir bir şey değildir. Bir maraton değildir ki saatte dakikada kaç metre koştuğunuzla ölçülsün. Bir güreş değil ki rakibinizin gücüyle kendi gücünüzü karşılaştırasınız. Bir milyon tanesi bir araya gelse 5 gram yapacak, iğne ucu kadar yere yüz binlercesi sığacak minicik ama dünyayı dize getiren bir pehlivan var karşımızda. Kaldı ki bizim bağışıklığımız güçlü olsa dahi bizimle bir arada yaşayan kimselerinki güçlü olmayabilir. Virüs dağıtım şirketi gibi çalışmanın bize hiçbir faydası yok. Aksine ahiretimize kadar uzanan zararı var.

1400 yıl öncesinden gelen, dünyada adeta ders diye okutulan, uygulanması için azami çaba sarf edilen, batının en büyük televizyon kanallarında ısrarla işlenen bir reçete:

“Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız.” (Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100)

Çıkmayınız çünkü o hastalık da sizinle birlikte çıkabilir. Bir iken beş, on, bin, milyon olabilir. Koronavirüs için konuşacak olursak, bu virüse yakalanmış olmasak da elimizde veya üzerimizde onu taşıyor olabiliriz. Bizden bir eşyaya, o eşyadan diğer insanlara… Adeta karlı dağdan yuvarlanan bir kartopu gibi büyüyüp insanları ve sevdiklerimizi içine alabilir.

Koronavirüsten ölmek de öyle kolay değil. Hangi ölüm kolay ki? Ama bu hastalık bir başka… Bilinci açıkken, aklı başındayken nefes darlığından ölmek… Bunu düşünmek bile insanın nefesini daraltıyor. “Virüse yakalanmaktan daha kötüsü bu virüsü yaymaktır.” desek sanırım hata etmiş olmayız. Sağlık Bakanı, virüse ilk yakalanan kişinin hastalığı hafif atlattığını ancak onun bulaştırdığı 21 kişinin vefat ettiğini açıkladı. Gerekmediği halde evden dışarı çıkmak, vebayı vebale çevirmek demektir.

Sıkılıyoruz, bunalıyoruz, ne yapalım?
Şu bir gerçek ki, evde sıkılmak kabirde sıkılmaktan iyidir. Hem yoğun bakımda yüz binlerce hasta varken, bir o kadarı yalnızca solunum cihazıyla nefes alabilirken, Covid19’dan ölen birçokları toprağın altındayken sıkılmak bizim ne haddimize! Bu salgın bize zahmet değil rahmettir; rahmete çevirmesini bilirsek eğer. Efendimiz(SAV) buyuruyorlar ki:

“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın, dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” (Buhârî, Tıb 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92-95)

Taun da Covid19 gibi toplu ölümlere sebep olan salgın bir hastalıktır. Ancak Rabbimiz, böylesi büyük hasarlara ve ölümlere sebep olan bir hastalığı bile müminler için rahmete çevirmiştir. “Hastalık müminlere bulaşmayacak.” denmemiştir. Ancak şartlarına uyan müminler için bu azabın rahmete dönüşeceği bildirilmiştir. Bu şartlar da
• Başına gelene sabretmek,
• Sevabını Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde kalmaya devam etmek ve
• Başına ancak Allah’ın takdir ettiğinin geleceğine inanmaktır.

Salgın hastalık ancak bu şartlara uyulursa şehit sevabına vesile olur. “Bana bir şey olmaz.” demek de “Ben bu hastalıktan ölürüm.” diyerek ümitsizliğe kapılmak da ve zaten “Gelsin, bulaşsın. Nasıl olsa ölmeyecek miyiz?” diyerek tehlikeye atılmak da caiz değildir. Her şey Allah’ın takdirine tabidir.

“Tâundan ölen şehittir.” (Müslim, İmâre 166) Biliyoruz ki şehit, Müslümanları tehlikeden korumak için düşmanla çarpışıp can veren kişidir. Hal böyle olunca bulaşıcı ve ölümcül bir hastalığa sabredip diğer Müslümanlara bulaşmaması için çabalayan, yani Müslümanları bu hastalıktan korumak için savaşan kişi de aynı şekilde şehit sayılır.

Havalar ısındı, papatyalar, kır çiçekleri, yeşeren çimenlerin hayali bizi cezp ediyor. Turunç çiçeklerinin sokakları saran kokusu adeta “Gel!” diyor. Soğuk memleketlerde karlar eriyor, güneş iyiden iyiye ısıtmaya başladı. Sıcak memleketlerde iki haftaya kalmaz sıcak bastırır.

Mahzunuz evet, baharı görmeden “Cehennem sıcakları geliyor…” anonsunu duymak zorunda kalma ihtimalimiz için. Ancak bir baharcık sabır… Allah rızası için, sevdikleriniz ve sevenleriniz için… En azından hâlâ baharı görme ihtimalimiz var. Nefes alabiliyoruz yahu! Bundan âlâ mutluluk mu olur?

Güzel kardeşlerim! Bir şarkıdaki gibi “Sana söz yine baharlar gelecek.” diyemem ama Üstad Bediüzzaman gibi “Her kışın bir baharı, her gecenin bir nehârı vardır.” diyebilirim Allah’ın izniyle. Yeter ki o bahar ve o nehar geldiğinde bizi bulabilsin. Bunun için gereken ilk şeyse evde kalmaktır.

Pozitif kelimesinin yine pozitif hisler meydana getirdiği zamana kadar sabredelim. Evimize ve kendimize çekidüzen verelim. Evimizdeki kayıp bir eşyayı, belki bir mücevheri arar gibi kendimizi arayalım. Ailemizle aramızı güzel tutalım. Ve bizi bizden çok düşünen Efendimizin (SAV), 14 asır öncesinden bize hediye ettiği şu güzel duayı sık sık edelim:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-barasi ve’l-cünûni ve’l-cüzâmi ve seyyii’l-eskâm”
“Allah’ım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Nesâî, İstiâze 36)
Rahman’a emanet olunuz.

Sezgin Özbay
Nisanur Dergisi, Mayıs 2020