Evren Sonsuzluğunda İnsan

Çoğu insan evrenin büyüklüğünü kavradığında bu sonsuzluk içinde ne kadar minik bir yer kapladığının farkına varır. İnsanın suratına adeta tokat gibi çarpan ilk gerçek budur.

Ancak, bu şoktan kısa bir süre sonra aydınlanmamıza neden olan başka bir şeyi daha fark ederiz: Kapladığımız şu minicik hacim aslında evrenin kendisi kadar görkemlidir. Nitekim o minik insanoğlu, evrenin sonsuzluğuna meydan okurcasına, onun geçmişini ve geleceğini anlayabileceği yöntemleri, yani etrafını saran evrenin yasalarını açıklayan teorileri test edebilecek yöntemleri icat etmiştir. Biz evrenin dilinin şifresini çözdük. Ve bunu sadece birkaç yüz bin yılda becerdik. Evrenin 13.8 milyar yıllık tarihine kıyasla bu çok kısa bir süre.

Sevgili Evren, Tanışabilir Miyiz?

Elbette evreni yöneten yasalar biz yokken de, bu gezegen üzerinde hiçbir canlı formu oluşmadığı zamanlarda da oradaydı. Evreni sarıp sarmalamıştı. Ancak önce bakmayı öğrenen insanoğlu, sonra görmeyi öğrendi. Felsefe yapmaya başlayarak istisnasız her şeyi sorguladı. Böylece beyin o ana kadar yapmadığı ya da belki seyrek yaptığı bir şeyi hiç olmadığı kadar sık bir şekilde yapmaya başladı: Artık sınırsız düşünebiliyor, sorgulayabiliyordu.

Evrenin dilinin şifresini çözmemize yarayan ilk eylem düşünmek ve onun sonucu olarak sorgulamaktır.

Keşifler yaptık, icatlar yaptık. Her geçen gün içinde bulunduğumuz evreni daha iyi tanıdık. Onu tanıdıkça aslında onun içinde kapladığımız yerin hem nicel küçüklüğünün hem de nitel büyüklüğünün farkına vardık. O “minik” insanoğlu öyle teleskoplar yaptı ki evrenin bebeklik anlarını, bundan neredeyse 13 milyar yıl öncesini görebilir hale geldi.

Kendinize astronot veya evrenin bir parçası demekten çekinmeyin. Şu an bu yazıyı okuyan o gözlerinizi oluşturan atomlar kim bilir hangi ölen yıldızın kalıntısı. Taşıdığınız trilyon kez trilyon kez trilyon adet atom bunun açık bir ispatıdır. Bizzat sahip olduğunuz atomlar milyarlarca yıllık yolculuktan sonra burada, bu Güneş Sistemi’nde, şu an sahip olduğunuz o bedeni şekillendirecek biçimde bir organizasyon oluşturup canlanıverdi. Atomlardan canlılığa uzanan yol başlı başına inanılmaz bir şey!

Tüm o zaaflarımız, hatalarımız, beklentilerimiz ve üzüntülerimiz bir kenara, bizim asıl tarihimiz bu. Bizler yıldız tozundan ziyade evrenin külleriyiz. Eğer atomlarımızın dili olsa ve konuşabilse 13.8 milyar yıl süren o muhteşem yolculuklarından bahsederlerdi. Bu yolculuğun en büyük şahidi vücudunuzda sayıca en bol element ve aynı zamanda evrenin ilk elementi olan hidrojendir.

Ancak kendimizi eleştirmemiz de gerek. Bu minik gezegende adeta birbirini yiyen, doğayı katleden ve bununla yetinmeyip kendini katleden aç gözlü insanoğluna bakınca, biyolojik evrim bir kenara, düşünsel evrimin bir gıdım yol alamadığını söylersek buna kim karşı çıkabilir? Elbette düşüncelerin biyolojik bazı mekanizmaların sonucunda ortaya çıktığını ve dolayısıyla bedenin evriminin de mükemmel olmadığını söyleyebilirsiniz. Evrende mükemmel hiçbir şey yoktur nitekim. Mükemmel küre, mükemmel çember bir yörünge, mükemmel homojen bir evren yoktur mesela.

Evrende Mükemmel Olduğunu İddia Eden Tek Şey İnsandır.

Ancak öyle değiliz. Belki de zihnimizde sürekli haykıran, adalet, eşitlik, liyakat, insan haklarına ve doğaya saygı, iyilik, güzellik vb. tüm düşünceler, birer ütopik beklentinin dışavurumları, halüsinasyonlardır. Dünya’ya insanlık tarihinin hangi anında iyilik hakim olmuştur mesela? Hiçbir zaman. Ancak yeryüzündeki tüm o kaosa rağmen uzaya çıktık ve daha da ötelere gitmek istiyoruz. En azından bir kesim bunu istiyor.

İnsan Neden Yer Yüzünden Ayrılıp Uzaya Ulaşmak İstedi?

Neden şimdi yıldızları hedefliyor? Geçmişimiz zaten orada da ondan. Biz zaten oradan geldik. Uzun süredir gitmediği bir yer insanı çeker ya hani. İşte bizim uzay sevdamız da böyle bir şey: İçten içe özlem duyduğumuz, o ilk doğduğumuz yere tekrar gitmek istiyoruz. Açmak istiyoruz yelkenleri kozmik denize. O zamanlar atomduk, şimdi ise bilincindeyiz her bir atomumuzun.

Son 60 yılda sahip olduğumuz teknolojilerin kaynağı gerçekleştirdiğimiz uzay çalışmaları ve klasik fiziğin açtığı kapıdan kuantum fiziğinin dünyasını görebilmemizdir. Etrafımızı saran evren, kış ayında içinde bulunduğumuz o sıcacık aracın buğulu camından görmeye çalıştığımız dış dünya gibidir. Her bilimsel ve teknolojik ilerleme o camdan bir şerit buğu siler. Her geçen gün dış dünyanın, uzayın yeni bir parçasını görüyor ve resmi tamamlıyoruz yavaş yavaş. O resimde en çok merak ettiğimiz şeylerden biri de: Acaba bu koca boşlukta sadece biz mi varız?

Evrende Başka Zeki Yaşam Formu Var Mı?

Gelişen gözlem teknolojileri ve teorik çalışmalar evrenin hayal ettiğimizden daha da büyük olabileceğini gösteriyor. Trilyonlarca başka galaksinin olduğunu düşündüğümüz sürekli genişleyen bu evren içinde adına Samanyolu dediğimiz bir galaksinin dış kısımlarında bir yerde, adına Güneş dediğimiz bir yıldızın etrafında dolanan toprak ana Dünya üzerinde mi sadece yaşam var? Buna inanmak güç. Ancak diğer bir güçlük ise trilyonlarca km ötedeki yıldız sistemlerinden gezegenimize gelen ziyaretçilerin olduğuna inanmaktır. Nitekim, büyük sıfatının anlatmakta yetersiz kaldığı kadar büyüktür evren. Ancak her şey form değiştirir ve hiçbir şey ilk halini koruyamaz.

Nereye baksak gördüğümüz, etrafımızı saran ölüm evrenin kendisi için de geçerlidir. Her şeyin bir son kullanma tarihi var. Evrenin bile. Ancak evrenin ömrüne kıyasla ömürlerimiz adeta yok hükmümdedir. Sürekli ileriye akan zaman nehrinde çok kısa bir zaman aralığında görünüp kaybolan minik dalgacıklarız sadece… Ancak inanılmaz olan şey o kısacık sürede tüm nehri keşfedecek bilgi ve beceriyi gelecek nesillere aktarıyor oluşumuzdur. O minicik hayatlarımız tükenmeden yapıyoruz bunu.

Evren bir rekabetin sonucunda ışık saçtı. Eğer her şey zıttıyla birleşip yok olsaydı ve bir şekilde biri diğerine galip gelemeseydi, en baştan evren diye bir şey olamazdı. Madde anti-maddeye galip geldiği için buradayız. Ya anti-madde bilinmeyen bir şekilde çoğunlukla yok oldu, ya da madde yok olmamayı seçti. Eğer her bir madde diğer bir anti-madde ile etkileşime girseydi saf enerjiye dönüşürdü. Öyle bir durumda evren saf enerji denizinden ibaret olurdu. Görüyorsunuz ya evrenin kendisi bile bir rekabetin sonucu hayat buldu. Zorluklarla karşılaştığınızda öyle kolay pes edebilir misiniz artık? Etrafınızda sizi yok etmek isteyen ‘anti-maddelere’ karşı yok olmamayı mı seçeceksiniz, yoksa yok olmayı mı? Karar sizin.


Uzayla kalın ve onun içinde kapladığınız alanın farkına varın.