FATİH SULTAN MEHMED’İN YARGILANMASI

EN GÜÇLÜ İNSANLARIN DA YARGILANABİLMESİ, HAKSIZSA CEZALANDIRILMASI TOPLUMUN ÖZLEMLE İSTEDİĞİ, BEKLEDİĞİ, GERÇEKLEŞTİĞİNDE ALKIŞLADIĞI BİR DURUMDUR.

Prof. Dr. Erdal Yüzbaşıoğlu

Bir süre önce Üsküdar ve çevresini içeren bir şehir turuna katıldım. Mahkeme Sokak denen bir sokakta kırmızı bir binanın önünde rehber durdu ve “İşte Fatih’in yargılandığı rivayet edilen bina!” dedi ve anlatmaya başladı:

“İstanbul’un fethinden sonra Fatih, kendisine yakışır şekilde büyük bir cami yaptırmak ister. Bunun için dönemin ünlü mimarlarından Atik Sinan olarak bilinen Rum Mimar Sinaüddin Yusuf bin Abdullah’a kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapmasını emreder. Mimar
hesaplamalarını yapar ve camiyi inşa eder ancak Fatih Sultan Mehmet caminin kubbesinin Ayasofya’dan daha alçak olduğunu görünce çok sinirlenir. Mimar, ‘Padişahım, İstanbul’da çok deprem olur, yıkılmasın.’ diye hesaplarımı ona göre yaptım dese de Fatih’in öfkesi geçmez ve mimarın iki elini bileklerinden kestirir. Elleri kesilen mimar, Fatih’i mahkemeye şikâyet edince duruşması bu mekânda yapılmış.”

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da bir kadı tarafından yargılanması herkesle beraber elbette beni de şaşırttı. Herkesin şaşkınlığı ve meraklı bakışları altında rehber anlatmaya
devam etti:

“Mahkemenin kadısı Hızır Bey, mimarı dinler, mimarın mahkeme edilmeden cezalandırıldığı için haklı sebebi olduğunu tespit eder ve padişahın bu mahkemede yargılanmasına karar verir. Padişah mahkemeye gelir, kadı tarafları dinler. Padişah emrindeki birini muhakeme
etmeden cezalandırmıştır. Kadı, mimarın gerekçelerini de haklı bularak Padişahın suçlu olduğuna karar verir. Padişahın kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır. Kararı duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz, telaşlanır ve kadıya giderek şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir.”

Olayın kendisi kadar hatta daha da önemlisi kadı ile padişah arasında geçen diyalogdur. Gene rivayete göre karardan sonra Fatih yanında getirdiği topuzunu kadıya göstererek “Eğer sen adaletin gereğini uygulamayıp beni mahkûm etmeseydin, bununla kafanı paramparça ederdim.” der. Kadı Hızır Bey de cübbesinin altından kamasını çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim.” der.

Anlatılanlar rivayet. Rivayetin Türk Dil Kurumu’nca karşılığı ise söylenti. Anlatılan söylentinin kaynağı da Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi olarak gösteriliyor yani padişahın
muhakeme edildiğine ilişkin sunulu bir yazılı kaynak yok. Olayın yaşanmış olması kadar yaşanmamış olma olasılığı da söz konusu. Ben bu rivayeti ilk kez duydum ve araştırma
ihtiyacı hissettim. Dediğim gibi yazılı bir belgeye ulaşamadım. Belki var ama belgelenemedi, belki de yok ama ben dâhil turdaki herkesin rivayeti dinlerken adaletin ve liyakatin yerini
bulmasından yüzlerine yansıyan tebessüm görülmeye değerdi.

Bu rivayetin anlatılmasında ve günümüze ulaşmasında bir haksızlık karşısında, kişinin, zamanının en güçlü insanı da olsa yargılanabilmesi, bu zamanının en güçlü insanının hukukun üstünlüğüne ve verdiği karara uyması, bunun da ötesinde sahip çıkmasına duyulan saygı ve özlem yatmaktadır. En güçlü insanların da yargılanabilmesi, haksızsa cezalandırılması toplumun özlemle istediği, beklediği, gerçekleştiğinde alkışladığı bir
durumdur. Bir başka dikkat çeken husus ise mimarın padişah istedi diye hesaplarının dışına çıkmayıp bilimin gereğini yapmasıdır.

Rivayette hukukun üstünlüğü, herkesin yasalar karşısında eşitliği, herkesin yargılama sonucunda ispatlanana kadar masum sayılacağı yani masumiyet karinesi ve bilimin
ışığında hareket etmenin gerekliliği ne güzel anlatılmış. Halk bunlara sahip çıkmış benimsemiş ve günümüze kadar taşımış. Dileğim halkımızın tarihinden beri sahiplendiği hukukun üstünlüğü, adalet ve liyakat değerlerimizin günlük yaşantımızı da içine alarak gelecek nesillere aktarılmasıdır.

Ophthalmology Life Türkiye 43. Sayı / Şubat 2023