Feminizm ve Kadın Hareketi

Herkes İçin Eşitlik ve Herkes İçin Adaletin İlk Adımı

Feminizm veya feminist teori kavramı genel olarak kadın ile ilgili çalışmaların yapıldığı ideolojik bir yaklaşım biçimidir. ‘Kadın hareketi’ kavramı feminist değerleri ve hedefleri destekleyen tüm bireyleri, örgütleri, ağları, düşünceleri ve uygulamaları kapsar.

Peki, Nedir Bu Herkesin Dilindeki Feminizmin Tarihi?

1791 yılında kadın haklarının öncülerinden olan ve feminist düşüncenin ilk ve en önemli çalışmalarından birine imza atan Olympe de Gouges’un ‘ Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi ’ni yayımlamasının ardından Mary Wollstonecraft, ‘ Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi ’ adlı kitabını yayımladı. Bu iki önemli eser feminist hareketin oluşmasına etki eden ilk yazılar oldu.

Olmype de Gouges, dönemin feminist çalışmalarının siyaset ve siyasal haklar bağlamında olmasından dolayı bu alana eleştiri getirdiğinde kadın hakları mücadelesine damga vurmuştu: Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde kadınların da insan olduklarını ve erkeklerin sahip oldukları haklara doğuştan sahip olduklarını belirterek çok ses getirecek kadın hakları çalışmalarının ilk adımını attı ve beklenen de oldu, Olympe de Gouges’un bu adımı ses getirdi.

Mary Wollstonecraft’ın Fransız Devrimi’nden de etkilenerek yazdığı Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi kitabı ise, dönemin liberal düşünür ve siyasetçilerinin cinsiyetçi zihinlerini eleştirerek kadınların eğitim ve toplumsal yaşamda eşit olarak var olma hakkını savundu.

Dünyada yoksunluğunu çektiğimiz şey hayırseverlik değil, adalettir!”

De Gouges ve Wollstonecraft’ın eserinin yanında Simone de Beauvoir’ın 1949 yılında yazdığı; ikonik “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” cümlesini de içeren ‘İkinci Cins’ kitabı da oldukça ses getiren ilk eserlerden. Beauvoir, yazdığı bu kitapla harekete büyük katkıda bulundu ve kadınlara yol gösterici oldu. İkinci Cinsiyet, kadınların ezilme nedenlerini sorgulayan, kadını “öteki” olarak gören erkek zihniyetinin tarihsel, sosyolojik, ekonomik, ruhbilimsel, mitolojik kökenlerini inceleyen ve “dişilik” kavramını alt üst eden öncü bir kitap olmasıyla birlikte ileriki zamanlarda alanda yeni eserlerin de yazılması açısından etkileyici olacaktı.

“Erkeklerin insanlık içindeki konumu üzerine bir kitap yazmak erkeğin aklına bile gelmezdi. Şayet kendimi tanımlamak istiyorsam ilkin “Ben bir kadınım,” diye beyan etmem gerekir; bu hakikat, başka bütün olumlamaların üzerinde yükseleceği temeli oluşturur. Bir erkek hiçbir zaman, kendini belirli bir cinsiyete ait bir birey olarak ortaya koymakla başlamaz işe: Erkek olduğu kendiliğinden bellidir.”

De Gouges ve Wollstonecraft’ın öncülük ettiği kadın hakları savunu hareketi, 19. yüzyıldan itibaren daha da yaygınlaşmaya başladı.

Kadından da Yurttaş Olur!

“Eşit haklar feminizmi” olarak da bilinen 1. dalga feminizm, kadınların siyasal haklar mücadelesi, eğitim, evlilik, çalışma hayatı gibi öncelikli alanlarda kadın-erkek eşitliğini savunan ve yasal düzenlemelerle bu eşitliğin sağlanmasını amaçlayan, hukuk önünde eşitlik isteyen bir dalgaydı. 1. dalga feminizmin olduğu dönemde kadınların varlığı hiçbir alanda görülmediği gibi siyasal haklar alanında da görülmüyor, kadınların oy kullanma hakları görmezden geliniyor ve hatta yurttaş denilince akla yalnızca erkekler geliyordu. 1. Dalgada hareketin savunucuları öncelikle bu akıl almaz ayrımcılığı ortadan kaldırmak için savaşmaya başladılar.

Özellikle siyaset alanına yoğunlaşan kadınlar örgütler kurarak eylemlilik süreci başlattılar. Seçme ve seçilme hakkı için kadınların mitingler düzenleyip çeşitli etkinliklere imza attıkları Sufrajist Hareket, 1. dalga feminizmin önemli ayaklanmalarındandı. Bu hareket, onlarca ülkede, onlarca kadının, yüzlerce örgütün ve bu örgütlerin üyeleri olan kadınların yıllar boyunca sayısız eylem, miting ve kongre düzenleyerek seçme ve seçilme hakkı için mücadele etmesine neden oldu.

Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı Uluslararası Birliği’nin kurulmasının ardından eşit haklar için savaşan kadınlar daha fazla bir araya gelebilmeye başlamışlardı. Bu birliğin Türkiye ayağında ise 1923’te kurulan Türk Kadınlar Birliği vardı. Nezihe Muhittin’in öncülüğünü ve bir dönem başkanlığını yürüttüğü Türk Kadınlar Birliği, Türkiye’de siyasal alanda kadın-erkek eşitliğini amaçlayan ve kadınların bu alanda haklara sahip olmasına öncülük eden bir örgüttü. Birliğin ilk eylemi, İstanbul milletvekilliğine kadın aday koymak oldu. Bu dönemde kadınların seçme ve seçilme hakkı olmasa da bu aday gösterme girişimi kadınların bu haktan yoksunluğuna direkt olarak dikkat çekiyordu. Yıllar içinde bu ve buna benzer birçok eylem gerçekleştiren Türk Kadınlar Birliği, ülke içerisinde kadınların da konuşulmasına öncülük etti. Nezihe Muhittin şöyle diyordu: “İnkılapları doğuran hamlelerdir. Bu hamlelerimize her seçimde devam edeceğiz ve nihayet bizler de bu hakka her vatandaş gibi katılacağız.”

Nezihe Muhittin haklıydı, birliğin kurulmasından on bir yıl sonra kadınlar milletvekili seçme ve seçilme haklarını kazandılar. Fakat ne üzücüdür ki bu hak, dönemin erkek egemen rejimi tarafından kadınlara ‘verilen’ bir hak olarak tanıldı ve tüm bu kadınların verdiği mücadeleler yok sayıldı.

Siyasal alanda kadınların görünürlüğü için savaşmış ve büyük adımlar attırmış olan Türk Kadınlar Birliği 1935’te kendi kendini zorla feshetti. Bu birliğin kapanmasının ardından Türkiye’de uzun bir süre kadın hareketi olmasa da kadınlar siyasal alandaki haklarını kullanabildiler.

Yalnızca Eşitlik Yetmez, Özgürlük de Gerek!

“Kişisel olan politiktir.” önermesini ortaya atan ve 1. dalganın ‘eşitlik’ ifadesinin yanına ‘özgürlük’ ifadesini ekleyen 2. dalga feminizm, 1960’lı yıllarda ortaya çıktı. 1. dalga feminizmin hukuksal alanda eşitlik talebine ek olarak 2. dalga, kadınlar için her alanda özgürlük talep ediyordu. Bu önerme, kadınların özel alanlarının da hiyerarşi, baskı, güç ve iktidara maruz kaldığını bu nedenle de kadınların kişisel ve özel alanlarında siyasetin ve politikanın var olduğunu ileri sürüyordu. Erkekler tarafından kadınlara uygulanan şiddet ve baskı toplumsaldır ve kişisel olan eşitsizliklerin tamamının temelinde toplumsal ve yapısal eşitsizlikler yatmaktadır.

Feministler 2. dalgada aynı zamanda özel-kamusal alan ayrımına da değiniyorlardı. Özel alan, ev ve aile gibi kişisel alanları kapsarken kamusal alan iş ilişkileri ya da toplumla ilgili etkinlikleri kapsamaktaydı ve kişisel alana devlet müdahale etmiyordu; siyaset kamusal alan içerisine dahildi.

2. dalga feminizmin ve feminist felsefenin öncüsü olan Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet kitabında kullandığı “öteki” kavramı kadınların birçok alanda eşitsizliğe maruz kalışlarını da ortaya koyuyordu. Simone de Beauvoir kitabında kadın nedir, kadını kadın yapan nedir gibi sorulara cevap ararken, kadın ve erkeğin toplum ve toplumsallaşma içerisindeki konumunu da hem gözler önüne seriyor hem de eleştiriyordu. Erkek, rasyonel, düşünen varlık, özne gibi insanın özüne atfedilen zihinsel faaliyetleriyle kavramsallaştırılırken kadın, insan özünde görülen zihinsel özelliklere referanslarla değil bedensel özelliklere referansla, ‘erkeğin ötekisi’ olarak kavramsallaştırılmıştı. Kadın, anne veya anne olabilir varlık olarak, rasyonel yerine duygusal olmasıyla öne çıkıyordu. Beauvoir, “kadınların tarihsel bir olay sonucu değil, insanlığın var oluşundan beri sömürüldüğünü ve ötekileştirildiğini” söylemekteydi.

Bunlardan hareketle 2. dalga feminizm, biyolojinin kader olmadığını ileri sürerek kadınların ayaklanmaları ve hakları ile birlikte özgürlükleri için de savaşmaları gerektiğini söylüyordu.

Kadınlar Farklı Ama Dert Ortak!

2. dalga feminizmin ardından gelen 3. dalga feminizm, 70’li yıllardan günümüze uzanarak “fark”lara vurgu yapıyor ve çoğulluk ile çeşitlilik tartışmalarını öne çıkarıyordu. Bu dönemde öznelliğin farklılıklar üzerine yeniden inşa edilmesi ve kesişimsellik meselesi önem kazandı ve cinsiyetler ile ırklar üzerine tartışmalar başladı. Keşisimselliğe göre ırk ya da cinsiyete dayanan ayrımcılıklar birbiriyle iç içedir ve bu ayrımcılığa maruz kalanlar bu ayrımcılığı aynı anda tecrübe ederler; bir kadın siyahlığı bir kadın olarak, kadınlığı da siyah bir kadın olarak tecrübe eder.

Bu dönemde beyaz kadınlar kendi hakları ile birlikte kölelerin de eşitlik haklarını savundular.

3. dalga feminizmin öne çıkan isimleri bu ırk ve çeşitlilik alanındaki tartışmaların varlığını desteklemiş, bu tartışmaların, hareketi ve kadınların birlik oluşunu ileriye taşıdığını söylemişlerdi. Bu dalgadaki düşünürler, farklar ve kesişimleri ayırmak yerine iç içe oldukları haliyle kadınlığı çoğul durumunda anlamak gerektiği fikrini savundular.

Dillerden düşmeyen, kiminin doğru kiminin yanlış uyguladığı;

Bir tarafın erkekler yerine brokoli ekmeye çalıştığı;

Diğer tarafın eşitlik için aktivist olup yollara düştüğü

Feminist hareket için hala doğru anlaşılıp uygulanabileceği bir umut ışığı var mı dersiniz?

KAYNAKÇA

Ersoy Çak, Ş. (2010), Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Teorileri Bağlamında Türkiye’deki Reklam Filmleri ve Popüler Müzik Videoları, YEDİ Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Dergisi, İzmir.

Saygılıgil, F. (2016). “Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları”, Dipnot Yayınları, Ankara.

Daha fazla bilim yazısı için tıklayın.