Gazeteci engellendiğinde toplum zifiri karanlığa gömülür! | Çağdaş Dergi 1

Gazeteci engellendiğinde toplum zifiri karanlığa gömülür!

ABDURRAHMAN GÖK

Gazeteci; halkın doğru bilgiye ulaşması için gerektiğinde gazetecilik etik kuralları çerçevesinde iktidar ve güç odaklarına karşı durmayı göze alabilendir. Bir ülkede bilgi akışı engellendiğinde toplumun üzerine zifiri karanlık çöker ve endişe alabildiğine artar. Sessizlik hüküm sürer ve çürüme başlar. Bu karanlığı yırtmayı, endişe bulutlarını dağıtmayı ve sessizliğin içinde en ufak bir sesin yankı bulmasını sağlamayı 5N 1K’nin yanında vicdani yükümlülükle donanmış bir gazetecilik ancak mümkün kılabilir. Bu da bedel gerektiriyor. Bu bedeli göze alabilmedir gazeteci.

İşte mesleğin bu zorluklarını bilme bilinciyle 2002 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümüne kaydoldum. Henüz öğrenciyken İzmir’de 2004 yılında Dicle Haber Ajansında (DİHA) çalışmaya başladım. 2007’de üniversiteden mezun olduktan sonra da sırasıyla Batman, Ankara, İstanbul, Van ve Diyarbakır’da Dicle Haber Ajansında muhabir, bölge haber şefi, editör ve haber müdürü olarak çalıştım. Irak ve Suriye’de sıcak çatışma bölgelerinde savaş muhabiri olarak bulundum. Gazeteciliğe başladığımdan bugüne çalıştığım bütün medya şirketleri kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) kapatıldı. Önce DİHA, Azadiya Welat, Jiyan TV, sonra dihaber. Şimdi Mezopotamya Ajansında editör olarak çalışıyorum. Mezopotamya Ajansı 4’üncü yılında yayın hayatını sürdürüyor ancak bu ajansın da 35 defa web sitelerine erişim engeli getirildi.

Gazetecilik hayatım boyunca karşılaştığım zorluklar-baskılar aslında çalıştığım kurumların karşı karşıya kaldığı baskıların bir yansıması. Düşünün 2004’te muhabirliğe başladığım dönemden bu yana hakkımda 20’den fazla dava açıldı. Hem ev baskınlarında hem de haber takibi sırasında defalarca gözaltına alındım. 2004’ten 2008’e kadar açılan davaların neredeyse tamamı, Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan yasa değişikliğiyle düştü. 23 Mart 2009’da Siirt’te Newroz kutlaması sonrası gözaltına alınıp tutuklandım ve yaklaşık 8 ay Siirt E Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu bulundum. Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre hakkımda herhangi bir soruşturma ve dava açılmamasına sevinecek gibi olacaktım ki 2017’de Kemal Kurkut infazını, çektiğim fotoğraflarla belgeledikten sonra baskılar bu kez katmerleşerek artmaya başladı.

Şu an sadece gazetecilik faaliyetlerime yer verilen ve bunları da suç isnadı olarak değerlendiren bir iddianameyle 20 yıla kadar hapsim isteniyor.

Çok değil bu fotoğraflar yayınladıktan bir ay sonra ve bir sene sonra iki defa Terörle Mücadele (TEM) polisi, evimi bastı. Hakkımda üç ayrı soruşturma açıldı; iki tanesi takipsizlikle sonuçlandı, bir tanesi davaya dönüştü. Şu an sadece gazetecilik faaliyetlerime yer verilen ve bunları da suç isnadı olarak değerlendiren bir iddianameyle 20 yıla kadar hapsim isteniyor. Tabi bu soruşturmalar sırasında 2011’den beri telefonumun dinlendiği ve dinlenme kararının her defasında yenilendiğini öğrendim. Ancak buna rağmen “suç unsuru görüşmeler” olarak değerlendirilen tüm konuşmalar gazetecilik faaliyeti çerçevesinde, haber merkezinden editör arkadaşlarla haber üzerine yaptığım görüşmeler, haber kaynakları ve gazeteciler ile yaptığım konuşmalardan oluşuyor. Yargılandığım her dosyada suçlamalar birbirinin aynısı. Davaların gerekçesi olarak “örgüt propagandası yapmak”, “suç ve suçluyu övmek”, “örgüte üye olmak” gösteriliyor. Deliller de hiç şaşmıyor. Haber takibi sırasında çektiğim fotoğraflar, haber notları, haber kaynakları ile yapılan telefon konuşmaları; evimdeki kitaplar, arşiv olarak evimde tuttuğum ve haklarında toplatma kararı olmayan gazete kupürleri…

Bu davalar, her an evimin basılıp gözaltına alınma duygusu yarattığı için yeterince mesleğime yoğunlaşmamama neden oluyor elbette. Ailemi kaygılandırıyor doğal olarak. Yine her ev baskınında gazeteciliğe dair tuttuğum arşivlere el konulduğu için, neredeyse evimde artık gazeteciliğin olmazsa olmazı dijital materyalleri ve arşivimi bulundurmamama neden oluyor. Ama bütün bunların bir anlamı var. Korkutma, sindirme ve yıldırma…

Gazetecilere açılan davaların büyük bir bölümü gazeteciyi yıldırmak içindir. Bugüne kadar gazetecilerin yargılandığı davalarda suçlamaların dayanaktan yoksun olduğuna hep birlikte tanıklık ettik. Nitekim benim davam da bunlardan sadece biri. Bu yıldırma politikasına karşı durmanın yegâne yolu, elbette gazeteciyle dayanışmadan geçiyor. Gazeteci herhangi bir çıkar gözetmeksizin kamu yararına faaliyet gösterir ve bunu yaparken her türlü riski göze alır. Başına herhangi bir şey geldiğinde de kendisiyle dayanışma en büyük dayanak noktası olur ve bundan güç alarak mesleğini icra etmeyi sürdürür. Ancak yaptığı haberler nedeniyle davalara muhatap olduğunda ve bir yalnızlığa mahkûm edildiğinde, hem mesleğine olan inancında, hem de haber alma haklarını gözettiği topluma karşı bir burukluk hissedip geri çekilebilir. İşte o zaman gücü elinde bulunduranlarda da, davaların sonuç alıcı bir yol olduğu duygusu güçlenir. Ve yargı cenderesi, neredeyse her gazeteci üzerinde uygulanmaya başlar. Nitekim ülkemizde şu andaki durum maalesef biraz bundan ibaret.

Yargılandığım tüm davalarda yargının sadece delillerle hareket etmesi durumunda herhangi bir ceza almayacağımın rahatlığını yaşıyorum. Ama maalesef yargı bağımsızlığını gösteren herhangi bir emareyle şimdiye kadar karşılaşmadığım için de, her an tutuklanabileceğim duygusundan kendimi alıkoyamıyorum. Örneğin 2009’da Siirt’te gözaltına alınırken işkenceye maruz kaldım. Gördüğüm şiddet sonucu baygınlık geçirdim. Saçımı yoldular ve ben savcının huzuruna çıktığımda bunların tamamını ispatladım. Savcı Adli Tıp Kurumuna sevk etti beni ve Adli Tıp işkenceye maruz kaldığımı belgeledi. Ama buna rağmen tutuklandım. Bana işkence yapan polisler hakkındaki suç duyurum Siirt Valiliği tarafından engellendi ve karşılığında benim polise şiddet uyguladığım yönünde bir davaya daha maruz kaldım. O dönem 3 bin TL gibi bir para cezasına çarptırıldım. Bu ve bundan sonra maruz kaldığım tüm davalarda yargının bağımsız olmadığı duygusu bende daha fazla güçlendi. Evet bütün bunlar üzerimde baskı hissetmeme neden oldu ama bu baskı, mesleğimi yapmaktan geri durmama neden olacak kadar etkili olmadı şimdilik…

Benim hakkımda ve tanıdığım birçok gazeteci arkadaşım hakkında açılan davaların hiçbirinde hukuksal bir bağlam göremedim. İktidar tamamen baskı kurma amacıyla “örgüt üyeliği”, “örgüt propagandası” gibi maddelerle mesleğini icra etmeye çalışanları baskı altında tutmaya çalışıyor. Bu baskının sonucunda da yüzlerce gazeteci sürgüne gitmek zorunda kaldı, kalıyor. Onlarcası şu an tutuklu ve benim gibi birçok gazeteci de onlarca yıllık ceza tehditleriyle karşı karşıya.

Örneğin şu an yargılandığım davada iddianamedeki tüm suçlamalar gazetecilik faaliyetlerimle ilgili ve bunlarla ceza verilemeyeceği düşünüldüğünden olacak, bir ‘gizli tanık’ ortaya attılar ve bu ‘gizli tanığa’ göre Kemal Kurkut örgüt üyesi, ben de örgüt talimatıyla o gün orada bulunuyordum ve talimatla o infazın fotoğraflarını çekmişim. Burada polisin de, açıklama yapan valinin de örgüt talimatıyla hareket etmiş olması gerekiyor basit bir mantık yürütmesi dahi yapıldığında. Ancak gelin görün ki böylesi saçmalayan bir gizli tanığa dahi itibar eden bir yargı var. Ve bunun sonucunda ne olacağını kestiremiyorsunuz. Düşünün son duruşmada savcının mütalaasını sunacağını bekliyorduk ancak savcı mütalaasını sunmadı ve iki haber fotoğrafım için daha suç duyurusunda bulundu. Biri Kobanê savaşı sırasında toprağını savunan ve daha sonra yaşamını yitiren bir babanın fotoğrafı, biri de Rakka operasyonu sırasında çektiğim bir fotoğraf. Gerekçe bu fotoğraflardaki kişilerin elinde silah bulunması. Savaş meydanlarında savaşan tarafların elinde silah olmasından daha doğal ne olabilir ki. Savaş muhabirleri, savaş meydanlarında kamuya bilgi aktardıkları ve böylesi fotoğraflar çekip savaşı olduğu gibi aktardıkları için “cesaret timsali” diye takdir edilir; gelin görün ki söz konusu bu fotoğrafları çeken bizler olunca, Türkiye yargısının gözünde doğrudan haberimize ya da fotoğrafımıza konu olanla özdeşleştirilerek “örgüt üyesi” olarak değerlendiriliyoruz. Şimdi 20 Ocak’ta görülecek duruşmada bu iki haber fotoğrafının suç teşkil edip etmediğini, bu iki fotoğraf nedeniyle da ayrıca hakkımda yeni bir dava açılıp açılmayacağını öğreneceğim. Ve tabi ki şayet savcı mütalaasını hazırlamışsa, hakkımda istediği cezada herhangi bir değişikliğe gidip gitmeyeceğini de…