Gotik Sanatının Özellikleri

Romanesk Dönemi’ni Orta Çağ’ın son büyük aşaması olan “ Gotik Dönem ” izlemiştir. Roman sanatının öncüsü Almanya iken Gotik sanatın öncüsü Fransa’dır.

Gotik üslup Orta Çağ’ın son dönemlerinde Fransa’dan Avrupa’ya yayılan, 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren ve temel özelliği dikey hatlar olan bir mimari üsluptur. Dört asır boyunca varlığını devam ettiren bu sanat anlayışına verilen gotik tanımlaması, Rönesans ortamında yapılmıştır. Öncelikle sanatçı kavramının ortaya çıkışını başlatan ve sonrasında Rönesans sanatının doğmasına zemin hazırlayan bu dönem, günümüze kadar birçok sanatsal olayın temelini oluşturmaktadır. Gotik stilin özelliklerinin belirdiği ilk yapı, Paris yakınlarındaki Saint Denis Kilisesi’nin yeniden inşası sırasında ortaya çıkmıştır. Romanesk yapıların ağır ve kütlesel etkisine karşın sivri kemer, kaburga tonoz ile payandaların kullanımı binalara yeni bir geometrik düzen getirmiştir.

Gotik Sanatında Mimari

Romanesk kavramıyla akla manastır yapıları gelir. Gotik denildiğinde ise ilk akla gelen sivri çatı ve kuleleriyle göğe doğru yükselen, dev boyutlu katedral yapılarıdır. Dinsel yapıların yanı sıra Avrupa’nın birçok ülkesinde gotik üslupta yapılmış görkemli saraylar, özel ve resmi yapılar vardır. Oxford ve Cambridge Üniversitelerine bağlı bazı kolej binaları bunlara örnektir.

Gotik bir mimarlık üslubudur. En yetkin klasik örnekleri Fransa’da yapımlarına 13. yüzyılda başlanan Laon, Chartes (Cartes), Reims, Amiens (Emines) ile Paris Notre-Dame (Notr Dam) Katedralleridir. Batı cephede ve transept girişlerinde yüksek kule, gül pencere, kilise duvarları ve alınlıklarına kabartma ve heykeller yapılması üslubun önemli özellikleri arasındadır. Gotik sanatının başlıca ögeleri olan kaburgalı tonozlar, uçan payandalar (payanda kemerleri), sivri kemerler, üçlü portal (giriş) ve gül pencereler sentezlenerek yeni bir yapı tipi oluşturulmuştur.

Gotik kilise mimarisi bölgelerin karakteristik özelliklerine göre değişiklik gösterir. Fransız katedralinde cephenin iki yanında kuleler yükselirken, İngiliz katedralinde transeptlerin ve nefin kesiştiği yerde bir kule yükselir. Ayrıca İngiltere’de inşa edilen katedraller alçak ve yatay bir görünüme sahip olup İtalya’da inşa edilenler çok renkli süslemeleri ile özgündürler. İç kanatta nefin üst örtüsünün doğal ışıkla aydınlanması mekândaki yükseklik algısını kuvvetlendirir.

Katedraller, Orta Çağ kentlerine biçim vermiş, kent ekonomilerinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bu dev yapıların tamamlanması çok kere yüzyıldan fazla sürmüş, kent, onun çevresinden başlayarak halkalar hâlinde genişlemiştir.

Gotik Sanatında Resim ve Heykel

Gotik katedrallerde bütün ağırlık sivri kemerlerle sütun ve ayaklara aktarıldığı için taşıyıcı öge olarak duvara gerek kalmamıştır. Böylece ara bölümlere boydan boya pencereler açılabilmekte, bunlar da renkli camlarla kaplanabilmekte idi. Çeşitli motiflerle ve figürlerle süslenen bu renkli camlara “vitray” adı verilir. Paris Notre-Dame Katedrali cephesindeki “gül pencere”, dönemin vitray sanatının en görkemli örneklerinden biridir. Vitraylarda daha çok dinî tasvirler yer almaktadır. Çünkü kabartma ve vitrayların o çağ için okuma yazması olmayan halka, Hristiyanlık inancının tüm öğretilerini görsel olarak sunması gerekiyordu. Gotik katedrallerde çok sayıda renkli pencere, iç mekânın aydınlanmasını sağlamakla kalmıyor, renkli ışıklar yapının içinde büyülü bir dinsel atmosfer oluşturuyordu. Gotik sanatta vitray, iç mekâna büyülü bir hava vermekle kalmaz, resim sanatını da kapsar.

Heykel sanatı, Gotik Dönem’de de mimariyle bağıntısını sürdürmüştür. Bu bağıntı özellikle cephe dekorasyonunda dikkati çeker. Gotik katedrallerinin kapı ve cephelerini süslemek amacıyla dinî konuların betimlendiği heykel ve kabartmalar kullanılmıştır. Yine portal kenarlarındaki sütunlarda insan biçiminde heykel kullanılarak yapı ve heykel bütünlüğü sağlanmıştır. Katedralin bir parçası durumundaki bu heykellerin, yapının yüksekliğine uygun olarak normalden daha uzun yapıldıkları görülür. Bunlar, donmuş gibi dimdik duran figürlerdir. Heykel sanatındaki bu donmuşluk 13. yüzyıl ortalarında yumuşamaya, aziz figürleri bol giysileri içinde kımıldamaya, donuk yüzlü melekler gülümsemeye başlar.

Rönesans’a doğru heykel mimariden kopmaya başlamış, yerini ahşap pano üzerine bitkisel kök boyalarla boyanmış dinî konulu ikon resimleri almıştır. Gotiğin son döneminin resim sanatında da katı kalıpların gevşediğini, şematik anlatımların yerini doğalcı betimlere bırakmaya başladığını görürüz. Ama hem heykelde hem de resim sanatında doğal görünümü ön plana alan örnekler ancak Rönesans Dönemi’nde ortaya çıkar.

Kaynak: Sanat Tarihi, MEB, 2018.