İbadet edilecek ve yardım dilenecek olan ancak ve ancak yüce Allah’tır. Her gün namazlarda okuduğumuz Fatiha suresinin 5. Ayetinde, bunu dile getiririz. Hafızamızda anlam ve önemini tazelemek adına Tıbyan Tefsirinden bu ayet hakkındaki açıklamaları paylaşarak istifade edelim:
“Ancak sana ibadet ederiz” (Fatiha /4)
“İbadet, Kulun yaratıcısına, lütuf ve ihsan buyurduğu nimetlere karşı, şükran duygularını arz etmesi, Allah Teâlâ’yı anarak (kudretini, kuvvetini, azabını cezasını, rahmetini, lütfunu ve ihsanını düşünerek) ruhunu temizlemesidir.
Gerçekten ibadet sayesinde, bizi her türlü fenalığa sürükleyen şehvet ve aşırı isteklerimize gem vurma imkânını bulur, iyiliğe, fazilete yöneliriz.
Çünkü biz kalbimizi Allah’a bağlamış durumdayız. Daima O’nu hatırlar, her hareketimizin O’na açık ve O’nun kontrolü altında bulunduğunu düşünürüz.
Fakat ibadetle hedef tuttuğumuz asıl amaç, Allah Teâlâ’ya, hiçbir eş tutmadan sadece Ona kulluk etmek, O’na şükretmek, O’na büyük saygı göstermek, O’nun şanını yüceltmek, hoşnutluğunu ve sonuç olarak da vereceği sevabı kazanmaktır.
Allah’ın veli kullarından Ma’ruf Kerhi’ye arkadaşlarından biri: “Ey Ma’ruf! Seni bu derece ibadete sevk eden nedir?” demiş.
Ma’ruf cevap vermiş: “Ölüm dediğin ne ki”
Arkadaşı yine ısrar etmiş “Kabir ve berzah âlemini anmak mı?”
Ma’ruf cevap vermiş: “Kabir dediğin ne ki?”
Arkadaşı yine ısrar etmiş: “Cehennem korkusu veya cennet ümidi mi?”
Ma’ruf cevap vermiş: “Bunlar da ne ki? Bu saydığın şeylerin hepsini elinde tutan ulu Allah, öyle yücelerden yüce bir varlıktır ki, eğer O’nu seversen, bu dediklerinin hepsini sana unutturur. Kendisi ile aranda bir marifet, bir bilgi, bir tanışma olur ve bunların hepsinden seni kurtarır.”
İslam’ın ârif simalarından Süfyan es-Sevri, Rabiatü’-Adeviye’ye; “İmanın hakikati nedir?” diye sormuş, o da şu cevabı vermiş:
“Allah’ın ne cehenneminden korktuğum, ne de cennetini istediğim için Ona ibadet etmiş değilim. Yoksa kötü hizmetkârdan ne farkım kalırdı? Ben O’na muhabbetimden, O’na kavuşma arzusundan dolayı ibadet ederim.” Demiş.
Bu iki misalle açıkça anlaşılan şu ki, ibadet, ne Allah’tan sevap beklemek için, ne de azabından emin olmak için edilir. Bu makbul olan bir ibadet değildir. İbadetimizi sırf Allah için, O yaratıcı, biz O’nun yarattığı kulları olduğumuz için, ancak ve ancak O’nun rızasını, hoşnutluğunu kazanmak için ederiz. Rahim olan yaratıcının rızası kazanıldı mı, O, kulunun ibadetini, boyun büküşünü ve yakarışını elbette ki mükâfatlandırır. Kaldı ki:
“Ancak sana kulluk ve ibadet ederiz,” diyoruz. “Ancak sana kulluk ve ibadet ederim,” demiyoruz. Kul ibadet ederken, kendisininki ile birlikte, Allah Teâla’ya bütün ibadet edenlerin ibadetini arz etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın kerem sıfatına lâyık değildir ki, bunlardan bir kısmını ayırt etsin de kabul etmesin. Hepsini reddetmesi de caiz olmaz. Çünkü “iyyâke na’büdü” (yalnız sana ibadet ederiz) ifadesinde meleklerin, peygamberlerin ve velilerin ibadetleri de dâhildir. Umulur ki onun ibadeti de kabul edilsin. Sanki kul:
“Ya Rabbi! Eğer ibadetim makbul değilse, beni reddetme. Çünkü bu ibadette ben yalnız değilim. Eğer ben icabet ve kabule layık değilsem, diğer ibadet edenlerin ibadetlerini senin huzurunda şefaatçi edindim. Onların ibadetleri hürmetine benim ibadetimi de kabul et,” der.
“…ve ancak senden yardım dileriz.”(Fatiha/4)
Ancak Allah Teâlâ’ya kulluk ve ibadet etiğimiz gibi, bütün işlerimizde yardımı da ancak Cenab-ı Hak’tan isteriz. Birtakım lütuflara nail olmak arzusuyla başka kimseye boyun eğmeyiz. Çünkü Allah’ın nimetleri, onlara olduğu gibi bize de açıktır. Başkalarına ne ihsan edilmişse bize de ihsan edilmiştir. Başka insanlar, seviye ve durum itibariyle bizden üstün bulunuyorsa, onlar bizde de mevcut olan, bize de ihsan olunan birtakım kuvvetlerini işletmiş ve geliştirmişlerdir. Aynı yoldan gittiğimiz takdirde, onlar neye nail olmuşlarsa biz de nail olabiliriz. Çünkü Allah Teâlâ daima yardımcımızdır.
Yalnız dikkat edilmelidir ki, Cenab-ı Hakk’ın yardımına nail olmak, Hak Teâlâ’dan yardım niyaz edebilmek, öncelikle ve gerçek anlamda O’na kulluk ve ibadet etmeye bağlıdır.” (Tıbyan Tefsiri /Fatiha 5. Ayet)