Avukatların sorunları sayılırken ilk akla gelen, kontrolden çıkmış hukuk fakültesi sayısı ve mezun olanların hepsinin avukat olabilmesidir. Açılan her vakıf üniversitesinde neredeyse standart olarak hukuk fakültesi de var. Bir hukuk fakültesinin kurulması için dört adet dersliği ve taşıma hocaları yeterli gören, hukukçu yetiştirmeyi hafife alan zihniyet sayesinde, yetkinlikleri dikkate alındığında eskiden hukuk fakültesi öğrencisi olması mümkün olmayan lise mezunları bile yaz okulları sayesinde aldıkları diplomalarla karşımıza ben hukukçuyum diye dikilebiliyorlar.
Mezun olduğum sıralarda vakıf üniversitelerinin hukuk fakülteleri yeni yeni açılmıştı. Sayılarının az olması nedeniyle, devlet üniversitelerinden aldıkları hoca desteği nedeniyle mezunlarında kalite sorunu pek gözlenmiyordu. Stajyer kabul etmeye başlamamla birlikte durumu daha iyi gözleme imkanı buldum ve daha ilk yıllarda Kıbrıs Üniversitelerinden mezun hukukçuları stajyer olarak kabul etmeme kararı aldım. Bu kararımda stajyer avukatın, uluslararası sözleşmeler, anayasa, kanun, yönetmelik ve devamı şeklinde sıralanabilecek kanunlar hiyerarşisinden habersiz olması ve buna benzer daha birçok “temel” bilgi eksikliği neden oldu. Siz bunlardan habersiz nasıl mezun olabildiniz sorusunun cevabı ise neredeyse aynıydı: yaz okulları…
Artık istemediğimiz kadar çok hukuk fakültemiz var. Birden fazla fakültede ders verebilmek için koşturan hocalarımızı daha yoğun günler bekliyor. Ama hep göz ardı edilen mesele şu: öğretim üyesi sayısı aynı oranda artmıyor. Vakıf üniversiteleri sadece yetişmiş öğretim üyelerinin peşinde koşup kendi kadrolarını yetiştirmek gibi zahmetli bir işe girişmek istemiyorlar. Bunu yapanlar ise devlet üniversitelerinden bile daha düşük maaşla asistan alıyorlar. Daha iyi iş imkanına kavuştuğunda hemen bırakılan asistanlık, açılan kadroları ve yeni öğretim üyesi yetiştirme konusundaki niyetleri boşa çıkarıyor. Kısacası fakülteler hocasız, körü körüne açılıyor. Hasbelkader mezun verebilenlerin ürünleri ise hepimizin malumu. Bu mezun akınından korunmak ve iyi eğitim almış hukukçuları avukatlık mesleğine dahil edebilmek için yapılamak istenen avukatlık sınavının tarih olmasıyla birlikte bu durumdan cesaret alan fakülteler, kalite kaygısını da bir kenara bırakmış durumdalar. Ne de olsa mezunları avukat olabiliyor… YÖK artık yeni fakültelerin açılmasının onay mercii halini almıştır. Hocası olmadığı halde hala açık olan ve mezun veren hukuk fakültelerinin açık kalabiliyor olması kurumun etkinliğini anlamamızı sağlıyor. YÖK, hukuk fakültelerinin kalitesini ve bunların kendilerini idame edip edemediklerini ölçemiyor…
Dünyada sadece Arjantin’de ve Türkiye’de avukatlığa sınavsız kabulün yapıldığı acı bir gerçektir. Siyasi iktidarın popülist yaklaşımına yenilmiş olan avukatlık mesleğinde, mesleği icra edenler bile avukatlık sınavının anlamı ve gerekliliğini tam olarak kavrayabilmiş değiller. Sınavla elenmekten korkan stajyerler ve mezunlarının kalitesinin ortaya çıkmasından korkan üniversitelerin yaptığı kulisler sayesinde kaldırılan avukatlık sınavı nedeniyle mesleğimiz onarılmaz bir yara almıştır.
Henüz mesleğimize kabulde sınavı bile gündeme getiremediğimiz bir dönemde, Barolar ve Türkiye Barolar Birliği’nin avukatlık mesleğine hangi fakültelerin mezunlarını kabul edeceğine dair akreditasyon yetkisiyle donatılmasını istemek garip karşılanabilir. Ancak sınav gibi bir savunma mekanizmasından mahrum bırakılan bir meslek için bu az bile. YÖK’ün birbirine denk gördüğü hukuk fakültelerinin mezunlarının birbirinin dengi olmadığı açıktır. Kalite birliğinin idari mercilerce sağlamadığı bir ortamda meslek birliğimizin konu hakkında inisiyatif almak istemesi doğaldır. Zira avukatlık mesleğinin süregelen sorunlarının başında, akreditasyon konusu TBB Başkanı Sn. Özok tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:
Türkiye Barolar Birliği o denli iş birliği ve dayanışma içinde olmalı ki, hukuk fakültelerinin müfredat programlarına müdahale edebilmeli, öğretim üyelerinin nicelik ve niteliğini değerlendirmeli, eğitim kalitesini yetersiz gördükleri hukuk fakültelerinin mezunlarını batı ülkelerinde olduğu gibi stajyer listesine kabul etmemeli.
Belirlenen sorunun ileride çözümlenmesi temenni edilen bir olgu olarak atiye terk edilmemesi, üzerinde düşünülmesi ve proje üretilmesini, en azından bazı girişimlerde bulunulmasını gerektirmektedir.
Mesleğimiz adına böyle bir talebin gündeme gelmesi halinde karşımıza çıkacak itirazları duyar gibiyim: Hukuk Fakülteleri sadece avukat mı yetiştiriyor? Üniversite ve fakültelerin denetimi için zaten bir üst kurul var, bu konu meslek kuruluşlarının eline bırakılamaz! Avukatlar için tanınan böyle bir ayrıcalık tüm meslek örgüt ve birliklerine örnek teşkil eder! Meclisin ve YÖK ‘ün konu hakkında gösterdiği özeni (!) TBB’nin göstereceği ne malum! ve daha bir çoğu… Bizimki gibi her konunun Kanun ve diğer mevzuatla düzenlendiği bir ülkede bu itirazlar ve düzenlemeyi yapacak kurumların iradeleri bahsedilen imkana kavuşmamız önündeki en büyük engeldir. Muhtemelen Avukatlık Kanunu’nda bir değişiklikle mümkün olabilecek böyle bir düzenlemeyi içinde bulunduğumuz şartlarda “hayal” olarak değerlendiriyorum.
Peki, bu konuda en dikkat çekici düzenlemeyi yapabilmiş ABD Barolar Birliği, hukuk fakülteleri üzerinde sahip olduğu akreditasyon yetkisini nereden alıyor? En kolay açıklaması ABD hukuk sisteminde sistemin temel yapı taşını avukatların oluşturması. Savcıların avukatlar arasından seçimle belirlendiği, yargıçların onlarca yıl avukatlık yapan tecrübeli avukatlar arasından atandığı bir ülkede, doğal olarak avukat, savcı ve hakimlerin tamamı Baro ve Barolar Birliğinin üyesidirler. Bu üç meslek grubunun tamamının üyesi olduğu bir meslek üst kuruluşu, kitlenin tamamını temsile yetkili ve tamamı adına tasarrufta bulunma imkanı olduğundan, bu durumda kimse ABD Barolar Birliğinin Hukuk Fakültelerinin akreditasyonu hakkındaki yetkisini garip karşılayamıyor. Amerikan Barolar Birliğinin web sitesinde, ABD Hukuk Fakültelerinin akreditasyonu için aranan şartlar ve standartlar, akreditasyon komitesi ve diğer gereklilikler şu başlıklar altında duyurulmuştur:
Ülkemizde fiilen avukatlık yapanların dışında, noter, savcı ve hakim, müfettiş ve uzmanların Baro üyesi olması söz konusu değildir. Hatta sayılanların mesleklerine başlayabilmeleri için Barolardan kayıtlarını sildirmeleri gerekir. Dolayısıyla tüm hukuk profesyonellerine hitap etmeyen bir meslek birliğinin hukuk fakültelerinin akreditasyonuna talip olması bize göre gerekli olmakla birlikte mümkün görünmemektedir. Bu da gösteriyor ki; gerekli gücü elde etmek isteyen meslek birliğimiz, bu yönde bir proje ve istemde bulunmadan önce, öncelikle ABD örneğinde olduğu gibi, bütün hukuk profesyonellerinin -fiilen avukatlık yapmasa da- üye olabileceği ya da olması gerektiği bir meslek birliği olması yönünde bir düzenlemenin tarafı olmalıdır. Böylece bütün hukukçuları temsil etme ve onlar adına talepte bulunma hakkına kavuşacak meslek birliğimiz, gerekli güce kavuşmuş olacaktır.