Hülya Koçyiğit

Gerek sanatı gerekse de duyarlı kişiliğiyle gönüllere taht kurmuş olan Hülya Koçyiğit ile sinemanın yanı sıra doktorluk mesleği, göz hekimlerine ilişkin yaşadığı anıları konuştuk.

Yıl 1969… Hülya Koçyiğit, “Rabia Hatun” adlı filmde oyuncu. Çekimler Yedikule Zindanları’nda yapılıyor. Çekim bitip Koçyiğit eve döndüğünde ise eşi şaşkınlıkla; “Yüzün neden bu denli yanık?” diye soruyor. Hülya Koçyiğit’in yüzü zaman geçtikçe daha da kızarıyor, bir müddet sonra görememeye başlıyor, Koçyiğit’in ızdırabından dolayı ailesini bir panik sarıyor ve gece yarısı göz doktorunun muayenehanesini açtırıyorlar. Koçyiğit o günleri şöyle anlatıyor; “Gecenin bir yarısı, bir göz doktoru muayenehanesini açtı. Beni muayene etti ve bir süre sonra yeniden görebileceğimi söyledi. Çekim yaptığımız zindanı aydınlatma için kullanılan ultraviyole ışınları yayan cam meğerse kırılmış ve saatlerce bu zararlı ışınları gözümüze almışız. Eğer o doktorun hassasiyeti olmasaydı, hastasının sağlığını umursamasaydı, şu an belki de gözüm hasar görmüş olacaktı. Doktorlara saygı ve minnet duyuyorum.”

Hülya Koçyiğit, ; “Doktorluğun kutsal bir meslek olduğuna inanmayan yoktur herhalde benim gibi, çünkü insanların hayatını kurtarmak doktorların en kutsal görevleri. Onun için herkes gibi ben de bu mesleğe saygı duyuyorum” diye sözlerine ekliyor.

Şimdilerde uzak ve yakın gözlükleri kullanan Koçyiğit, düzenli olarak da kontrollerini yaptırmak için göz doktoruna gidiyor ve “Her şeyden önemlisi sağlık… Herhangi bir sağlık probleminiz varsa bunu umursamamak yerine, doktora gitmeyi ihmal etmeyin” şeklinde çağrıda bulunuyor.

Koçyiğit’e doktor rolünde oynadığı filmlerde ne hissettiğini sorduğumuzda ise; “Bir insanın hayatını kurtaran kişi, güvenilir kişi olma hissi insana kendini iyi hissettiriyor” diyor. Koçyiğit, diğer sorularımızı ise şöyle yanıtlıyor:

Hülya Koçyiğit’i sizden dinleyebilir miyiz? Karakteristik özelliklerinizden, kişilik yapınızdan bahseder misiniz?

Yaşamın her alanına duyarlı, sorumluluk hissi olan bütün güzellikleri kucaklamaya gönüllü, hoş görülü, insana, doğaya saygılı, çalışmaktan, üretmekten, paylaşmaktan mutluluk duyan bir kişiliğim var.

Şu ana kadar çekimlerinde en fazla keyif aldığınız film hangisi oldu? Bahseder misiniz?

Lütfi Akad ile birlikte yaptığımız göç hikâyelerini anlatan Gelin-Düğün-Diyet üçlemesinde oynamak benim için büyük keyifti. Sonrasında da ödüllerimiz oldu.

Sosyal mevzularla ilgili bir yapınızın olduğu biliniyor, birçok filminizde kadın sorunları üzerine vurgu yapıyorsunuz, günümüzde eleştirel filmler çekildiğini düşünüyor musunuz?

Günümüzde de eleştirel filmler yapılmakta elbette… Örnek vermek gerekirse “Mutluluk” filmini söyleyebilirim. Zülfü Livaneli’nin romanından uyarlanan bu film, töre dediğimiz, geleneksel adetleri eleştiren bir yapısı olduğu için ilgimi çekmişti.

Günümüz Türk sinemasının oyuncularını nasıl buluyorsunuz?

Günümüz sinema oyuncularını daha başarılı buluyorum. Daha profesyoneller, olması gerektiği gibi.

Türk sinemasının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Son derece parlak görüyorum. Daha özgün ve özgür senaryoları hayata geçirmekte gençler daha cesur. Bu da mutluluk verici. Dünyaya açılmada, dünya sinemasında yer alma konusunda daha girişimci. Onun için umutluyum Türk Sineması’nın geleceğinden…

YÖNETMEN KOLTUĞUNA OTURACAK

Gelecek projeleriniz var mı, bahseder misiniz?

Önümüzdeki aylarda oyuncu olarak bir sinema filminde yer alacağım. Ayrıca uzun zamandır senaryosu üzerinde çalıştığım “Varoşta Kadın Olmak” filminin yönetmenliğini yapacağım. Bu senaryoda şehirlerin etrafındaki varoş dediğimiz yerlerde hayata tutunmaya çalışan bir kadının gerçek hikâyesi anlatılıyor.

Red edemeyeceğiniz bir film nasıldır?

İzleyiciye iyi mesaj verdiğine, doğru olduğuna inandığım hiçbir filmi reddedemem.

Başarınızın anahtarı nedir?

Her şeyden önce mesleğimi çok severek yapıyorum. Bugüne kadar yer aldığım filmleri de inandığım hikâyelerle, inandığım yönetmenlerle yapmaya çalıştım. Bu imkânı bulmak da benim için bir şanstı. Başarının anahtarı zaten inanmak değil midir?

Hiç yaşlanmıyorsunuz, bunu neye borçlusunuz?

İçimdeki hayat enerjisini sevincini bırakmamaya, teslim olmamaya… En önemlisi de bu.

Sizin izinizi takip etmek isteyen oyunculara ne tür önerilerde bulunursunuz?

Ne iş yaparsanız yapın her şeyden önce o işi severek yapın. Eğer severseniz verdiğiniz emeğe de saygı duyarsınız… Ama öyle bir meslek ki oyunculuk, sürekli izlemek, öğrenmek, bilmek, gözlemek, yenilenmek gerektirir. Bu yüzden kısa süreli başarıların büyüsüne kapılmadan, sürekli başarının takipçisi olmalısınız.

Türk sineması ile özdeşleşmiş bir isimsiniz, belli bir hayran kitleniz var, onlara neler söylemek istersiniz?

İş işten geçmeden sağlığınıza dikkat edin, doktorlarımız bunun için var… İçinizde bulunduğunuz durumu doktorlara anlatmaktan çekinmeyin. Onlara güvenin ve her şeyin daha kolay, daha “sağlıklı” olacağını görün.

Ophthalmology Life 2014 20. Sayı