Allah’ım Haydar Baş kulundan razı olsun. O bize dünya hayatının nasıl yaşanması gerektiğini, topraklarımızın nasıl vatan olarak kalacağını, bağımsızlığımızı korumamızın yollarını; gençliğin bir nimet olduğunu, yapılan hiçbir çabanın boşa gitmeyeceğini hem yaşadı hem öğretti hem de eserler bıraktı.
Onu tanıyan ona bende olan bir nesil yetişti. Onun fikirlerini sancak edecek sancaktarın eline sancağı tutuşturdu. Gençliği arkasına taktı “durmadan vakit kaybetmeden hedefe doğru yol alınmasını” vasiyet etti.
Bu vasiyetten hareketle biz de bu nimetin şükrünü yerine getirmeye devam edeceğiz inşallah.
Haydar Baş Hocamız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençlere verdiği değer çizgisinde, İmam Ali’nin (a.s.) velayetinin takipçisi, Ehl-i Beyt yolunun ülkemizdeki sertacı Hünkâr Hacı Baktaş-ı Velinin hamuruyla bir gençlik yetiştirmek için çok çabaladı.
“Haydi gel yeter artık, cihana can veren genç. Işık sana sevdalı, hakikate eren genç.
Gel ey kara sevdalı genç, hep seni özlüyorum. Sevdan beni diriltsin, yolunu gözlüyorum.
Sen şehit doğuracak duvak altında gelin. Yıkılmış harabeyi kaldırsın güçlü elin.
Sen ey genç, özlediğim, beklediğim emelsin. Bu çökük harabeyi yükseltecek tek elsin.” Hitabıyla beklediği gençliğe özlemini dile getiriyordu.
Önceki ve şimdiki nesil büyüklerinin gençleri ihmal edişinden dolayı gençliğin bunalıma düştüğünü, gençliğe sahip çıkılmaktan başka çıkış yolunun mümkün olmadığını dile getirirdi.
Gerçekten de öyle değil mi? Şikâyet edilen gençlik ama suçlu kim? Bu konuda ciddi bir muhasebe yapmalıdır.
Şu an toplumda şikâyet edilen başıboş bir gençlikten söz ediliyor. Kimse dönüp kendine bakmıyor. Şikâyet ettiğiniz o gençlik gökten zembille gelmedi. O genç mutlaka birilerimizin ya evladıdır ya kardeşidir ya yeğenidir ya akrabasıdır.
Bir ana ve bir babanın tercihiyle dünyaya gelen bu genci siz evde beslediniz kendinizce eğittiniz. Sonra da sokağa saldınız. Sokaktaki genç başkasının değil sizin çabalarınızın eseridir.
Hem ihmal ettiniz hem de kendi suçunuzu genç fidanlarımızın gelecek vaad eden yavrularımızın üzerine attınız. Genç ne yer ne içer ne arzular, gönül yapısında neler var? Ne kadar şefkate ne kadar ilgiye muhtaç? Siz ona günde kaç saatinizi ayırdınız?
Ekmemişsiniz ürün beklersiniz. Ya da evladınızın gönül tarlasını boş bırakmışsınız, yabani otlar yetişmiş gönül ikliminde kımıldar hali kalmamış yavrucağın. Sonra da ötekileştirmek alay etmek aşağılamakla yavaş yavaş kendinizden uzak eylemişsiniz. Yavrucak da kendini dışlamayacak değer verecek bir dost aramaya çıkmış; önüne de yol kesen şeytanlaşmış kötü kimseler çıkınca düşmüş bir batağa…
Şimdi de şikâyet edilen gençlik olmuş. Yazıktır günahtır gencecik fidanları üzmeyin el uzatın derdine derman olun.
Manzara bu ama zararın neresinden dönersek kârdır. Madem evde beklenen ilgiyi bulamamış yolunu yönünü kaybetmiş bir gençlik var ise. Onlara biz el atacağız. İşte Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “icmal gençlik benim yıkılmaz kalemdir” derken kalenin duvarlarını örerken kullandığı malzemeye ustalığına güveniyordu da ondan diyordu.
İcmal Gençlik dün ne yaptıysa bugün de aynısını yapacak. Hocamızın ruhunu aziz kılmak Allahın rızasına erişmek adına gençlere sahip çıkacağız; ihmalin boyutu ne kadar büyük olursa olsun. “İnsan gönüldür gönül” düsturuyla gönüller yapmaktır işimiz. Hem biz kazanacağız hem toplum kazanacak hem millet olarak devlet olarak yarınlarımızı kazanacağız.
Ey genç! Şayet seni bulamaz isek sana ulaşamaz isek ne olur sen bizi ara gönlü kırık çamura batmış kendini kaybetmiş olsan bile. Onutma ki sen çamura düşsen de “altınsın”, değerinden renginden hiçbir şey kaybetmezsin. Gel ey özlenen genç sen bizi ara biz seni; buluşalım sevda otağında, gönül deryasında; ki yol alalım. Sonunda da birlikte Hakka varalım.
Uğur Kepekçi