İİK 277 VD. Maddeleri ile TBK 19. Maddesine Dayalı Tasarrufun İptali Davalarına İlişkin Benzerlik ve Farklılıklar

Uygulamada, İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali ile TBK’nın 19. Maddesinde düzenlenen muvazaaya dayalı iptal davaları birbiriyle karıştırılmaktadır.

Uygulamada, İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali ile TBK’nın 19. Maddesinde düzenlenen muvazaaya dayalı iptal davaları birbiriyle karıştırılmaktadır.

Yargıtayın pek çok kararında da belirtildiği üzere, ilk bakışta iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaç benzerliğinden öte gitmemektedir. Gerçekten de her iki davanın ortak amacı, borçlunun mallarını kaçırarak alacaklıların zarara uğratılmasını önlemektir.

Bu benzerlik dışında her iki dava türü arasında bir hayli fark bulunmaktadır.

İİK’nın 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Buna karşılık, muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3. kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler (Yargıtay 17. HD’nin 07.10.2020 tarih, 2019/617 E., 2020/5184 K. ve 01.06 2015 tarih, 2015/5605 E., 2015/8012 K. sayılı kararları).

İİK’nın 277 vd. devamı maddelerine dayalı açılmış tasarrufun iptali davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK’nın 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.

TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa hukuksal nitelemesine dayalı davalarda ise; 3. kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur.

Her iki dava türü açısından bir diğer önemli fark da zamanaşımı konusundadır. Muvazaaya iddiası zamanaşımına tabi olmadığı halde İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası beş yıllık hak düşürücü süre içinde açılmak zorundadır (İİK., m. 284).

Bu iki dava arasında usul hukuku açısından da bazı farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin, İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davaları HMK’nın 6. maddesinde öngörülen genel yetki kuralı davalının ikametgahında açılırken (dava konusu taşınmaza ilişkin olsa dahi), muvazaaya dayalı iptal davasının konusunun taşınmaz olması halinde davanın HMK’nın 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yerde açılması gerekecektir. Yine, muvazaa iddiasının ispatı için yazılı delile ihtiyaç olmadan tanık dinletme yoluyla da ispatı mümkün olamamakla birlikte, davacının elinde tanıklarının bulunmaması halinde davasını kaybetme olasılığı vardır. Oysa, İİK’nın 277 vd. maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali davalarında davacının elinde tanık delili bulunmasa bile maddelerde öngörülen süreler ve kanuni karinelerden yararlanarak, davasını kazanma ihtimali mevcuttur.

Görüldüğü üzere, her iki davanın koşulları ve tabi olduğu usul farklıdır. Bu nedenle, davacının aynı davada hem TBK’nın 19. maddesine hem de İİK’nın 277. maddesine dayalı olarak tasarrufun iptaline istemesi mümkün değildir (Yargıtay 17. HD’nin 14.10.2020 tarih, 2019/937 E., 2020/5567 K. sayılı kararı). Yargıtay bu gibi durumlarda, Mahkemece davacının isteminin hangi hukuksal nedene dayandığı konusunda davacıdan bir açıklamada veya tercihte bulunmasının istenmesi gerektiğini ifade etmektedir (Yargıtay 17. HD’nin 28.03.2016 tarih, 2016/3939 E., 2016/3805 K. sayılı kararı).

Kanaatimizce, doktrinde aksi yönde görüş ileri sürenler bulunmasına karşın (Talih Uyar, Alper Uyar, Cüneyt Uyar, İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 5. Baskı, Bilge Yayınevi, Ankara, 2918, s. 39) aralarındaki bu farklılıklar nedeniyle davacının aynı davada terditli olarak da söz konusu iki hukuki sebebe dayanması mümkün değildir. Buna karşılık, Yargıtayın pek çok kararında da belirtildiği üzere, davacı bu seçimlik dava haklarından birisini kullanmakta özgürdür. Bir başka ifadeyle, İİK’nın 277 vd. maddelerine göre tasarrufun iptali davası açması hakkı bulunan kişinin bunun yerine TBK’nın 19. maddesine dayanarak muvazaa nedeniyle iptal davası açmasına bir engel bulunmamaktadır (HGK’nın 04.07.2007 tarih, 2007/4-450 E., 2007/449 K. ve Yargıtay 17. HD’nin 07.10.2020 tarih, 2019/617 E., 2020/5184 K. sayılı kararları).

Burada her iki dava açısından da ortak olan husus, davaya konu devir işleminin borcun doğumundan sonra yapılmış olmasıdır. Bir başka ifadeyle, ister İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılsın ister TBK’nın 19. maddesine gereğince açılmış muvazaa nedenine dayalı olsun her iki dava türünde de iptali istenilen tasarrufun borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerekir (Yargıtay 17. HD’nin 10.11.2015 tarih, 2015/15467 E., 2015/11910 sayılı kararı).

İİK’nun 277. vd. maddelerinde öngörülen tasarrufun iptali davası koşullarının bulunması halinde, davacının bu maddeler uyarınca bir dava açması uygun olacaktır. Buna karşılık, İİK’nın 277 vd. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmadığı, örneğin 278. maddedeki iki yıllık, 279. maddedeki bir yıllık veya 280. maddedeki beş yıllık sürelerin kaçırılması durumunda ise davacının TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa hukuki sebebine dayanması ve buna göre dava açması gerekecektir.

TBK’nın 19. maddesi uyarınca muvazaaya dayalı olarak açılan davalarda, mahkemece İİK’nın 283/1-2. maddelerinin kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesine yetki verilmesine karar verilmektedir. Yargıtayın yerleşik uygulaması da bu yöndedir (Yargıtay 17. HD’nin 07.10.2020 tarih, 2019/617 E., 2020/5184 K. ve 19.04.2016 tarih, 2016/2560 E., 2016/5017 K. sayılı kararları). Yargıtayın bu yaklaşımı, muvazaaya dayalı iptal davalarını İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan ve alacaklıya ayni bir hak değil kişisel bir hak sağlayan tasarrufun iptali davalarına her iki davanın ortaya çıkardığı sonuç açısından birbirine yaklaştırmaktadır.

Sonuç olarak; TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaaya dayalı olarak açılan iptal davaları ile İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davaları arasında amaç benzerliği dışında içerik, usul, nitelik ve şartlar açısından önemli farklar bulunmakta olduğundan, dava açılırken her somut olayın özelliği dikkate alınarak hangisi davacının lehine bir durum ise o hukuki sebebe dayalı olarak dava açılması oldukça önem arz etmektedir.

Av. Z. Fırat Gültekin
LLM, Ekonomi Hukuku