İki Duvar Var, Ya ‘Ayıp’ Ya ‘Günah’…

Konuk Yazar Çevreyi algılamak, anlamak ve doğru yapmak, karabasanlar içinde bunalmamak, kim istemez?

Çevreyi algılama ve yargılama bilincimiz, çoğunluklu olarak karşı tarafın “davranışlarına” dayanır, kendimizi “niyetlerimizle” değerlendirirken.

Kimliğimizi oluşturan, karakter ve davranışlar bütünü, toplumsal değer yargıları içinde sarılıp sarmalanır, kundaklanır, hem de sıkı sıkı. Bizim memlekette, aslı Arapça olan “ayıb” ile, aslı Farsça olan “günah” arasında sıkışan bir halkla iç içe yaşanır.

Bunu söyleme, bunu yapma “ayıp” , bunu deme, bunu etme “günah.”

Ayıp ve günahlar, tuğlalar olur, birer birer örülen bir duvarda…

Bu duvar, İsrail’in, Filistin’in yüreğine ahlak dışı biçimde diktiği duvardan, (aslında, yer altı su kaynaklarının geçtiği yollara) Berlin duvarından daha aşılmazdır. Ayıp ve Günah, kadim Çin seddinden daha güçlüdür, çünkü insanların içinde, bireylerin zihninde, Pink Floyd’a rahmet okutan bir derinliktedir.

Tüm bunlar reddedilme, yalnız kalma, dışlanma korkusu ile oluşmuştur, bunu söyleme “günah”, bunu yapma “ayıp.”

Her gün, neredeyse herkes tarafından bize, öğretilenler, daha derine olmak üzere, bizim Leonardo’muz, Mimar Sinan’ın Selimiye camisinin temelinden daha da derine ve sağlam biçimde atılır, önce bebelerin, sonra çocukların zihnine…

Hep hayret etmişimdir, seçmediklerinden gurur duyanlara. Evet, açıkçası “insan olmayı” da biz seçmedik. Ama bu konuda, en azından yeryüzündeki tüm insanlarla eşitiz. Peki ya milliyeti, dinimizi bizler mi seçtik, İtalya’nın kuzeyinde ya da kutuplarda doğsaydı acaba Tayip Erdoğan türban gündemi olacak mıydı?

Türk olmak ne ayıptır ne de günah, Müslüman olmak da öyle.

Ancak önce insanız, milyonlarca yıldan beri, muhtemelen binlerce yıldan beri Türküz, atalarımızla paylaştığımız, damarlarımızda dolaşan kan bu kökten geliyor. Bununla beraber, sadece yüzlerce yıldan beri Müslümanız, acaba hangisini biz seçtik, bugün bize Hristiyanlık propagandası yapanlar, Konya’da muhafazakar bir ailede doğmuş olsalardı, ne olacaklardı.

Ya da cübbeli Ahmet adıyla maruf, jetski üstadı, Barcelona yakınlarında doğsaydı yine böyle sofu ve bağnaz biri mi olacaktı. Tüm dinleri araştırdıktan sonra kendi iradesi ile bir dini seçmiş olanlar acaba yüzde kaçlık bir gurubu oluşturuyorlar, hep merak etmişimdir.

Her söylenene, inanmaya başlarsak, sorgulamadan ve merak duygusuna “küs” yaşamaya devam edersek, kabullenici, boyun eğen biri olmaktan başka bir sonuç var mı?

“Another brick in the wall” demişti, muhteremler. Sanırım, son derece doğru ve tutarlı bir çerçeve.

ABD ordusu Irak’ı işgal etmiş, duydunuz mu?. Tamam duydunuz, hem de alçakça bir saldırıymış, tam 655.000 Iraklı yaşamını kaybetmiş. Tamamı doğru, Amerika, işgal ediyor, kaynakları istediği gibi harcıyor, vergi alıyor, valiler atıyor.

Aynen tarihteki “uygarlıklar” dan biri, Romalılar, Persler, Moğollar gibi barbarlar ve… dilimin ucuna geldi, herhalde artık sizin de zihninizde de oluşmuştur.

Oluşmadı mı?

Peki tamam, “Osmanlılar” diyorum, hani 600 yüz yıllık imparatorluğun sahipleri hani bizim geçmişimiz, sahi biz Viyana’da ne yapıyorduk. İki defa denemeyle başarılı olamadığımız göre, kimse bizi ellerinde çiçekler, bandolarla karşılamamış (her ne kadar tarihin ilk askeri bandosu bizim mehteransa da) davet edilmemişiz ve uzun süren muhasaradan geriye, kala kala Starbucks için kahve kültürü kalmış.

Bir de 46 yıllık canlı iktidarı ile dünyayı titreten Zigetvar’da on üçüncü seferi esnasında 6-7 Eylül gecesi 1566 tarihinde vefat eden Kanuni Sultan Süleyman Han.

Derler ki; iyi bir komutan, teşkilatçı devlet adamı, halife ve edipmiş. Vakur, azim ve irade sahibidir. Adam seçmesini ve yetiştirmesini gayet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazifelendirirmiş. Müsamaha sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmez, ileri görüşlü olup, anlayışı kuvvetliymiş. Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden çok sevilirmiş. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince, İslamiyeti yaymaktan başka bir şey düşünmemiş.

Bu dirayetteki bir adam, hükümdar ve parlak bir sultan, nasıl olur da, Hürrem Sultan’ın (ya da Roksalan) kölesi oluverir, aslan gibi oğlu şehzade Mustafa’yı boğdurarak öldürtür, sorma “ayıp”, ölünün arkasından konuşma “günah.”

Beş kez Damat Ferit’i sadrı-azam (Azametli gögüs) başbakan seçen Vahdettin Efendi için neden “hain” demek zor, üstelik Damat Ferit için İngilizlerle işbirliği yaptığından, “vatan haini” demek böylesine kolayken, herhalde ya ayıptır ya da günah.

1974 Barış Hareketı, (sadece biz böyle diyoruz, haklı davanı Kıbrıs Türkleri’ne bile anlamatazsan olacağı bu) ve batan bir gemi var, hem de Türk uçakları tarafından vurulan bir gemi…

Ölenler şehit mi, sorma “günah”, en azından “ayıp” ediyoruzdur, aynen 17 Temmuz 1950’de Kore’de Kuzey Kore’liler tarafından öldürülen 738 kişi ne için öldüler, ne için, sorma dedik ama?

İnovasyon, icat ve keşifler mi, “ne icadı, ne keşfi başımıza icat çıkartıp, eski köye yeni adet getirme” diyenleri duyar gibiyim…

Ha inovasyon mu?.

Nasıl yani, zaten ya ayıp şeyler düşünmen gerekir ya da günah.

İyisi mi?

Yarına Allah Kerim, nasılsa kaynağımız bol, hem de çok bol.

Ayıp ettimse affola, günaha gelince, bu kadar lakırdıdan sonra nasıl olsa işlemişimdir, hem zaten af için siz yetkili değilsiniz…

Hiç olmazsa 2007 umuda yolculuk için başlangıç yılı olsun, bu karanlık tünelden çıkmak için…

İyi seneler.

Fazıl Oral