İNGİLTERE’nin AB’ye “HAYIR” Demesi DEPREM ve ŞOK Yarattı

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden
çıkışı oyladığı referandumla açıklanan
kesin sonuçlara göre 31.5 milyon
seçmenden 16 milyonu AB’ye
“HAYIR” dedi.
İngiltere’de gerçekleştirilen tarihi
oylamada AB’den ayrılma kararının
çıkması, AB ve bütün dünyada neden
olduğu şok etkisi yanında İngiltere’de
önce şaşkınlık, sonra da pişmanlık yarattığı
gözlemlendi.
Yayınlanan resmi rakamlara göre
BBC News, AB’den ayrılma yönünde
oy kullananların oranı yüzde 52
iken, kalmak isteyenlerin oranı 48’de
kaldığı şeklinde sonucu izleyicilerine
duyururken Reuters, “Referandumda
‘AB’ye hayır’ sonucu çıkması kesinleşti”
açıklamasını yaptı.
Sterlin Dibe Vurdu, Dolar
Fırladı
İngiltere, Brexit referandumunda
“AB’den çıkalım” dedikten sonra somut
olarak görülen ilk etki piyasalarda
oldu: Dolar/TL kuru, İngiltere’deki referandumda ayrılıkçıların önde gittiğine
işaret eden sonuçların ardından erken
saatlerde 3 TL seviyesinin üzerini
test ederek bir ayın en yüksek seviyesini
gördü, sterlin/TL ise Nisan 2015’ten
beri en düşük seviyeye geriledi, borsalarda
ciddi düşüşler oldu.
Rekor Sayıda Oy Kullanıldı
İngiltere’de oy verme hakkına sahip
kişi sayısının 46 milyon 499 bin 537 olduğu
ve bu sayının da bir rekor olduğu
açıklandı. Referandumda katılım oranın
yüksek olması yapılan kampanyaların
etkinliği ve sürenin uzun olmasına
dayandırıldı. BREXIT referandumu
için ‘AB’den Ayrıl’ ve ‘AB’de Kal’
kampanyaları dört ay yürütüldü. AB referandumu,
“hayır” yanında İngiltere
tarihinde ulusal çapta düzenlenen üçüncü
referandum olarak da tarihe geçti.
Avrupa Birliği’nin atası konumundaki
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na
(AET) Fransa’nın iki vetosundan sonra
1973’te katılan Birleşik Krallık, AET
üyeliğini 1975’te referanduma götür

müştü. 41 yıl önceki ilk referandumda
sandıktan yüzde 67 “kalma
kararı” çıkmıştı.
EFTA’dan AET’ye, AB’den
BREXIT’e Birleşik Krallık
Dünyadaki en kapsamlı birleşme
hareketi olan Avrupa Birliği
(AB), uzun bir dönem tez ve çalışmaları
süren ve aşamalı bir gelişme
sürecinden sonra günümüzdeki
yapısına ulaştı. Ancak bugün AB,
BREXIT ile çatırdayan bir görünüm
ortaya koyuyor. Avrupa’nın
birleşme fikri gerçekte çok eski tarihlere
kadar uzanmaktadır.
Tarihi eski olan Avrupa’nın
birleştirilmesi fikri ve çalışmalarının
kuşkusuz en önemli adımlardan
biri AB’nin kurulmasıdır. Ancak
öncelikle belirtmek gerekir ki,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Avrupa’nın birleşme yolunda ortaya
çıkan başka girişimler ve gelişmeler
de vardır.
Özellikle İkinci Dünya
Savaşı’ndan önceki dönemlerde
süregelen düşmanlıklar, aşırı milliyetçi
yaklaşımlar ve emperyalizm
akımları, Avrupa ülkeleri arasında
gerçek bir birleşmeye olanak
vermemişti. Ancak İkinci Dünya
Savaşı’nın Avrupa’da yarattığı büyük
ve ağır tahribat, yaşanan acılar,
60 milyon insanın yaşamını yitirmesi,
savaş malullerinin ürkütücü
sayısı, dul ve yetimlerin varlığı
gibi gerçeklerin yarattığı ortamda
Savaş’ta uğranılan ekonomik,
sosyal ve siyasal çöküntü, Avrupa
ülkeleri arasında birleşme için
yeni bir fırsat yaratmıştı. Bu birleşmeyi
teşvik eden hatta bir zorunluluk
haline getiren önemli nedenler
vardır. Bu nedeleri dört başlık
altında toplam mümkündür.
Savaş’tan sonra Avrupa’da birleşme
yolundaki ilerlemesinin;
Birinci nedeni, Avrupa kıtasının
yüzyıllardır sürdürdüğü “dünyanın
merkezi” olma özelliğini
yitirmiş olmasıdır. Savaştan sonra
Avrupa’nın bu konumunu giderek
iki yeni süper güç olan Amerika
Birleşik Devletleri ile Sovyetler
Birliği almıştı. Avrupa’nın bu
iki Blok arasında üçüncü bir süper
güç oluşturabilmesi için tek yol
olarak ekonomik ve siyasal birleşmenin
gerçekleştirilmesi görülüyordu.
İkinci neden, Avrupa’daki savaşların
bir daha ortaya çıkmasını
engelleme, barış, işbirliği ve birlikte
kalkınma düşüncesidir. Özellikle
Fransa ile Almanya arasında
geçmişte “Yüzyıl Savaşları” gibi
uzun süreli düşmanlıklar yaşanmış
olması bu ihtiyacı artırıyordu.
Ayrıca gerek Birinci, gerekse İkinci
Dünya Savaşı, ya da “paylaşım
savaşları” Avrupa kıtasında ortaya
çıkmıştı. O bakımdan Avrupa’da
sürekli bir barışa büyük özlem duyuluyordu.
Üçüncü neden ise ekonomik
niteliktedir. Avrupa’da işsizliğin
önlenmesi, az gelişmiş yörelerin
kalkındırılması, ekonomik gelişmenin
hızlandırılması, kısacası
daha yüksek refah ve yaşam düzeylerine
ulaşılması başta gelen
hedefler olarak ön plana çıkıyordu.
Aksi halde Savaş sonrası tahribatın
ortadan kaldırılması, yeniden
yapılanma ve gelişme mümkün
görülmüyordu.
Dördüncü bir neden olarak,
Avrupa’daki birleşmenin, bütün
uluslararası ilişkilerde düzenli,
dengeli ve istikrarlı gelişmelere
katkıda bulunacağı inancı gösterilmektedir.
Bu nedenler ve gerekçelerle
çıkılan Avrupa’yı Birleştirme fikri
zor ve engebeli ama kararlı bir mücadele
sonunda gerçekleşti.
Avrupa Birliği’nin Kurulma
Süreci
Avrupa Birliği’nin kuruluşu
belirtildiği gibi oldukça uzun bir
geçmişe sahiptir. AB’nin kuruluşuna
öncülük eden bazı önemli gelişmeler
vardır. Bunlardan biri Avrupa

Mevcut açmazdan kurtulmanın
tek yolu olarak ekonomik ve
politik bağlarla sıkı sıkıya kenetlenmiş
bir Batı Avrupa oluşturmak ve
Almanya’yı da üye olarak bu grubun
içine almak görülmüştü.
Nitekim 18 Nisan 1951 tarihinde
altı Avrupa ülkesi, Belçika, Almanya,
Fransa, İtalya, Lüksemburg
ve Hollanda’nın Avrupa Kömür
ve Çelik Topluluğu’nu kuran anlaşmayı
imzalamaları ile Schuman
Planı gerçekleştirdi. Bu yeni toplu-

Roma Anlaşması olarak Ocak 1958
tarihinde yürürlüğe girdi.
Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) ve Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom)
kuruldu. Böylece daha önceden kurulan
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
ile birlikte birbirini tamamlayan üç
kuruluş ortaya çıktı. Her üç kuruluş da
altı “kurucu üye” olan Almanya, Fransa,
İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg
arasında oluşturuldu.
Bu üç kuruluşla birlikte, bugünkü

Avrupa Birliği’nin öncüsü durumunda
olan Avrupa Ekonomik
Topluluğu’nu (AET’yi) oluşturuldu.
Bu oluşum sürecinde en önemli
görüş ayrılıklarından birisi, kurulacak
Avrupa Birliği’nin ana niteliği konusunda
İngiltere ile Fransa arasında
ortaya çıkmıştı. İngiltere, Avrupa dışında
özellikle ABD ve İngiliz Uluslar
Topluluğu (Commonwealth) ülkeleriyle
olan geleneksel ilişkilerini
sürdürmek istemesi ve izlediği tarımsal
destekleme politikasının özellikleri dolayısıyla, Avrupa’daki birleşmenin
bir “gümrük birliği” şeklinde
değil, “serbest ticaret bölgesi” hareketi
biçiminde olmasını savunmuştur.
Bu görüşe göre kurulacak birlik
denizaşırı ülkeleri de kapsayacak kadar
kapsamlı olmalı idi. Bu öneri, Danimarka,
Norveç, İzlanda, Avusturya,
Portekiz ve İsviçre gibi ülkeler arasında
destek görmesine karşın Altılar,
özellikle de Gaulle Fransa’sı tarafından
reddedilmiştir. İngiltere’nin görüşüne
karşı olanlar “Avrupa yalnızca Avrupalılarındır” düşüncesinden
hareketle, kurulacak birliğin üye ülkeler
arasında yakın ve sıkı ilişkilere
dayanmasını savunuyorlardı. Sonuçta,
İngiltere’nin Avrupa’da geniş bir
“serbest ticaret bölgesi” kurma önerisi
kabul edilmedi ve İngiltere Topluluğun
dışında kaldı.
İngiltere bu duruma bir tepki olarak,
kendisi gibi Topluluk dışında kalan
Norveç, Danimarka, Avusturya,
Portekiz, İsveç ve İsviçre ile birlikte
4 Ocak 1960 tarihinde imzalanan
Stockholm Antlaşması ile “Avrupa
Serbest Ticaret Bölgesi”ni (European
Free Trade Associaton-EFTA) kurdu.
AET dışında kalan İngiltere ancak sorunlu
bir süreç içinde Ocak 1973’de
AET’ye girdi.
Birleşik Krallık’ın Avrupa ile bütünleşmesi
oldukça zorlu ve tartışmalı
bir süreç sonunda gerçekleşti

ABD’nin Sovyet tehdidine karşı birleşmiş,
güçlü bir Avrupa stratejisinin bir
parçası olan Avrupa bütünleşmesinin tamamlanabilmesi
için Birleşik Krallık’ın
üyeliği zorunlu görülüyordu. Üyelik
Fransa’nın iki kez vetosunun ardından
ancak De Gaulle’nin ayrılışından sonra
1973 yılında gerçekleşebildi. 1975’de
konu ile ilgili ilk referanduma İşçi Partili
Başbakan Harold Wilson’ın döneminde
gidildi ve % 66 oranı ile Avrupa bütünleşmesi
içinde kalma sonucu çıkmıştı..
İngiltere’nin AET’nin kuruluşunda,
üyelik sürecinde, EURO bölgesi dışında
kalması, AB ile ilişkilerinde “ABD’nin

AB içindeki Truva Atı” olarak değerlendirilmesi
gibi yaklaşımlar genel
olarak İngiltere’nin AB ile çok uyumlu
olmadığı yorumlarına neden olmuştur.
Nihayet bu gibi uyumsuzluklar
ve Brüksel tarafından yönetiliyor
algısının İngiltere halkı üzerinde yarattı
etkinin ve düşüncenin güçlenmesi
Brexit sonucunu yarattığı belirtiliyor.
Kararın Hukuki Bağlayıcılığı
Yok
İngiliz yasalarına göre referandumda
yasal duruma göre sandıktan
çıkan kararın hukuki bir bağlayıcılığı
yok ancak Başbakan David Cameron
liderliğindeki Muhafazakâr Parti
hükümetinin, muhtemel bir ayrılma
kararını Lizbon Antlaşması’nın
50’nci maddesine bağlı olarak AB
Konseyi’ne bildirmesi gerekiyor.
Daha sonra başlayacak süreçte AB ile

görüşmeler
yürütecek ve iki yıl içerisinde
ise AB anlaşmaları İngiltere için
bağlayıcılığını yitirecek.
İngiltere’deki Sonuçlara Avrupa
Konseyi Yorumu
Avrupa Konseyi Başkanı Donald
Tusk, Avrupa Birliği’nin, İngiltere’nin
Avrupa Birliği’nden ayrılması ile ortaya
çıkan “negatif senaryo”ya hazırlıklı
olduğunu söyledi.
İngiltere’nin AB’den ayrılmasının
(Brexit) yüzde 52 oy oranıyla kesinlik
kazanmasının ardından kısa bir açıklama
yapan Tusk, “AB negatif senartiyoya

hazırlıklıydı. AB, 27 üyeyle Birliği
bir tutmaya kararlı” dedi.
Başbakan Yıldırım, İngiltere’nin
AB’den ayrılma kararını değerlendirdiği
ilk açıklamasında “Aldıkları bu karar
İngiltere halkı için ümit ederim doğru
bir karardır. Bizim söz söylememiz anlam
ifade etmez. Bu kararın asıl muhatabı
olan AB, bu gelişmeyi çok iyi okumalı
ve gelecek vizyonunu gözden geçirmelidir”
dedi. Başbakan Yıldırım, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın “referandum çıkışı”
için ise, “Bundan doğal bir şey yok. Gerekli
çalışmaları yaparız” dedi.
AB Bakanı Çelik yaptığı açıklamada
“İngiltere’nin ayrılması iyi olmamıştır”
dedi.
Tusk, “AB negatif senaryoya hazırlıklıydı.
AB 27 üyeyle Birliği bir arada
tutmaya kararlı” açıklamasını yapsa da
medya ve akademi çevrelerinden gelen
açıklama ve değerlendirmelerde “AB’de
genişleme değil, daralma zamanı!” olduğu
görüşleri savunuluyor. Yapılan yorumlarda
“Avrupa Birliği’nde çanak çömlek
patladı. Muhafazakâr Parti içinde zayıflayan
liderliğini pekiştirmek için Başbakan
Cameron’ın üç yıl önce ortaya attığı
bir laf, bugün Birleşik Krallık’ı büyük
bir belirsizliğe sürüklediği gibi, 43 yıldır
süren AB genişleme macerasının sonuna
gelindiğini ilan etti. Önümüzdeki yıllarda
ne Birleşik Krallık son yirmi-otuz yılda
bildiğimiz ülke olacak ne de AB hiçbir
şey olmamış gibi yoluna devam edecek.
Yazılı anayasası olmayan bir demokrasi

olan Birleşik Krallık’da halkoylaması
geleneklerde olan bir
karar alma yöntemi değildir. Birleşik
Krallık’ı oluşturan dört ulusta
birden ilk halkoylaması 1975’te
yapıldı. O zaman sorulan soruyla
dün yapılan ikinci halkoylamasında
sorulan soru aynıydı! Sadece
iki yıl önce AB üyesi olmuş Britanyalılar,
katılımın yüzde 65 olduğu
seçimde o zaman büyük bir
çoğunluk (yüzde 67) üyelik lehine
oy kullanmıştı. 41 yıl sonra daha
büyük bir katılımın (yüzde 70) olduğu
oylamada, bu kez AB’den çıkalım
diyenler az bir farkla (yüzde
52) öne geçti.
Seçimin ilk büyük mağlubu
Cameron oldu. Üç ay içinde
parti liderliğini, dolayısıyla başbakanlığı
bırakacağını açıkladı.
Cameron’ın iki kez kazanmasını
sağlayan rest çekme yöntemi,
bu kez siyasal yaşamının sonu
oldu. Birinci resti İskoçya’da ayrılma
halkoylamasını kabul ederek
çekmişti. Kazandı. İkinci resti, AB
üyeliğini halkoylamasına götürme
vaadiyle çekti ve 2015 seçimlerinde
beklenmedik bir zafer elde
etti. Ama çekirge üçüncü kez sıçrayamadı.
Halkoylaması Birleşik
Krallık’ı, sonunun ne olduğu şimdilik
belli olmayan bir belirsizliğe
soktu ve ciddi bir sosyal bölünme
yarattı. Keza AB’yi de büyük bir
türbülansa soktu.”
İngiltere’nin Brexit referandum
sonucunu “Tarihi Kaza” olarak değerlendiren
yorumlar da dikkat çekici.
Referandumdan bir gün sonra
İngilizlerin Brexit pişmanlığı yaşadığı
da değerlendiriliyor. Nitekim
referandumdan bir gün sonra

şok yaşayan Manchester’li bir seçmenin
dehşete kapıldığı; “elim kırılsaydı
oyumu AB’den çıkmaya atmasaydım.
Brexit’in bu kadar büyük değişikliklere
yol açacağını tahmin etmedim.
Oyumun bu depreme verdiği katkıdan
pişmanım!” dediği BBC ekranlarına
yansıdı. “Britanya yıktı perdeyi
eyledi Avrupa’yı viran” şeklindeki değerlendirmeler
de dikkat çekiyor.
AB referandumunda oy veren çok
sayıda seçmen “AB’nin ne olduğunu”,
sonuçlar sonrasında kopan fırtınanın ardından
araştırmaya başlamış. “Britanya
AB’den çıkarsa ne olur?” sorusuna cevap
arayanlar siteleri dolaşmaya başladılar.
İngiltere’de iş işten geçtikten sonra
Brexit nedir? Britanya niye AB’yi
terk etti? Birleşik Krallık AB’ye ne zaman
katıldı? Gibi sorulara yanıt arandığı
ifade ediliyor.
Köklü bir demokrasiye sahip olan
ve demokrasinin beşiği kabul edilen
İngiltere’de bile referandum iki yönlü
etkileri gündeme taşıyabilecek bir
potansiyele sahip. Bu etkilerden biri
AB’deki depremin yol açabileceği “çözülme”
olasılığı diğeri de Britanya’nın
dağılmasına yol açabilecek olasılık.
İngiltere’de tartışılmaya başlanan
AB’de kalmak isteyen İskoçya ve Kuzey
İrlanda’nın Büyük Britanya’dan
kopması olasılığı yanından AB’de kalmak
isteyen Londra’nın da İngiltere’den
“ayrılalım” söylentileri “tarihi kaza”nın
ulaşabileceği boyutu göstermektedir.
Dünyada tetiklediği jeopolitik depremin
de çok büyük olacağı yorumları yapılıyor.
Uzmanlara göre AB’den ayrılma kararı
sonunda İngiltere’nin Brüksel’den
kopması Batı ittifakının dengelerini de
değiştireceği belirtiliyor.
İngiltere’nin AB’den Kopmasının
Türkiye’ye Etkileri Tartışılıyor
İngiltere’nin AB’den çıkışının çok
yönlü etkiler yaracağı, AB için ciddi bir
sorun olduğu değerlendiriliyor. Bu gerçek
Türkiye için de geçerli. Türkiye’nin
AB ile önemli ticari ve ekonomik ilişkileri,
etkilenmenin derecesini yükseltiyor.
Türkiye AB ile üyelik müzakerelerini
sürdüren bir ülke statüsünde…
Küresel düzeyde en güçlü ekonomileri
bünyesinde barındıran bir Birlikte meydana
gelen sarsıntılardan Türkiye’nin de
etkilenmesi kaçılmaz bir olgu olarak görülüyor.
Brexit sonrası İngiltere’nin AB ile
kuracağı ilişki biçiminin Türkiye’ye de
uyarlanabileceği yorumları bu süreçte
önemli ve dikkat çekici, üzerinde özenle
durulması gerek bir nokta olarak değerlendiriliyor.
Yapılan değerlendirmelere göre
İngiltere’nin AB’den ayrılmasının etkiler
salt ekonomi ile sınırlı kalmayacak.
Referandumda AB’ye HAYIR sonucunun
uzun vadede etkileri Avrupa kıtasınnın
“AB karşıtı” partileri arasında
olası “domino etkisi” yaratacağı hususu
da güçlü beklentilerden biridir. Beklentileri
ve endişeleri artan unsurlardan
biri AB’nin karşılaşılan sorunlar ve yaşanan
krizler karşısında yetersiz kalmasıdır.
Nitekim İngiltere referandumu 60
yıllık geçmişi olan “Avrupa mimarisinin”
finansal kriz, göç ve küreselleşme
gibi büyük sorunlar karşısında yetersiz
olduğunu ortaya koydu.
Yapısal sorunlara çözüm üretemeyen
AB itibar kaybederken güven sarsıntısı
da yaşıyor. İngiltere’ye verilen
çok büyük tavizler karşılığında dahi bu
yapıcı olmayan, gereksiz referandum
engellenemedi.
Eski AB Komisyon Başkanlarından
Romano Prodi Brexit’in, AB’nin
geleceğini bu itibarla her şekilde etkileyeceğini
ve Brexit’ten “çift veya çok
vitesli” bir Avrupa çıkacağını söylüyor.
Prodi gibi AB’nin eski Komisyon üyelerinden
olan Mario Monti de aynı şekilde
Cameron’un kendi iktidarını sağlama
almak amacıyla oynadığı “Brexit
kumarının” Avrupa projesine tarihi bir
darbe indirdiğini belirtiyor.
Yapılan
değerlendirmelere
göre İngiltere’nin
AB’den ayrılmasının
etkileri salt ekonomi
ile sınırlı kalmayacak,
Referandumda AB’ye
HAYIR sonucunun uzun
vadede etkileri Avrupa
kıtasının “AB karşıtı”
partileri arasında
olası “domino etkisi”
yaratacağı hususu da
güçlü beklentilerden
biridir.

Brüksel’de gerçekte hemen herkes
böyle düşünüyor. 21 Haziran tarihli Financial
Times, referandumun ardından
Brüksel’e gidecek olan Cameron’un
referandumu kazanması durumunda
dahi bu nedenlerle Avrupa’nın merkezinde
“bezginlikle” karşılanacağını
yazmıştı.
Brexit Referandumda çıkan
AB’den ayrılma kararının dünyadaki
eğilimlere ve uygulamalara ters düştüğünü
ve İngiltere’nin “özel konumundaki”
büyük sorunlara da davetiye çıkardığını
dolayısıyla İngiltere’yi ateşe
attığını belirten ciddi yorumlar da söz
konusudur. Nitekim AB’nin 1957’den
2016’ya kadar 6 üyeden 28 ülkeye
yükselerek ABD, Rusya, Çin, Japonya
ve Hindistan karşısında rekabet edebilecek
bir konuma gelmesinin kaynağında
AB’nin iktisadi, ticari ve siyasi
bütünleşmesinin bulunduğu değerlendiriliyor.
Bu değerlendirmelere
göre İngiltere, Fransa ya da Almanya
bütünleşerek AB’yi oluşturmasalar,
tek başlarına diğer büyükler karşısında
ezilip gideceklerini, ABD, Çin gibi ülkelerle
“karşılıklı çıkarlarını” koruyabilen
ikili ticari anlaşmalar yapamayacakları
belirtiliyor.
İngiltere’nin AB’ye hayır kararı
ile kendisini yalnızlığa ve küçülmeye
mahkûm ettiği, artık ne Commonwealth
ne de EFTA patronluğu ya da Büyük
Britanya hükümranlığının söz konusu
olamayacağı yorumları gelecekle
ilgili değerlendirmelere ve beklentilere
ışık tutuyor.